Millî bağımsızlık enerji bağımsızlığından geçer

  • GİRİŞ16.03.2021 11:26
  • GÜNCELLEME16.03.2021 11:51

Enerji bağımsızlığı, millî bağımsızlığın temeli ve ayrılmaz bir parçasıdır. Kimseye altın tepside sunulmaz… Tarihimiz de bugünümüz de bu amaç uğruna verilmiş mücadelelerle doludur…

Tüm müdahalelere karşı Türkiye kararlılığını sürdürüyor; hiçbir alanı boş bırakmıyor… Önce Sayın Berat Albayrak’ın, şimdi de Sayın Fatih Dönmez’in Enerji Bakanlıkları döneminde yürütülen Millî Enerji ve Maden Politikası da bu kararlılıkta merkeze oturmuş durumda…

Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet BaşkanıPutin’in katılımlarıyla yapılan tören, enerji bağımsızlığını bir kez daha ‘kritik’ bir mesele olarak gündeme getirdi.

2026 yılının sonunda tam faaliyete geçmesi planlanan santral, İstanbul’un elektrik talebinin yüzde 90’ını, Ankara ve İzmir’in ise tamamını karşılayacak kapasitede.

Bu da elektrik üretiminde ithal doğalgazın payını, ithal enerji kaynaklarına aktarılan finansı ve cari açık içinde enerjinin payını düşürecek. Santralin işletme döneminde 4 bin kişiye istihdam sağlayacağı da biliniyor.

Dışa bağımlılığı azaltarak kendi enerjimizi üretme sürecinde enerji çeşitliliği sağlanması da kilit önem arz eden konulardan…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği gibi Türkiye’de “Elektrik üretiminde kurulu gücümüz içerisindeki yerli ve yenilenebilir enerjinin payı, yüzde 63,7 seviyesine ulaştı. Geçen yıl neredeyse tamamı yenilebilir kaynaklı 4 bin 900 megavatlık ilave kurulu gücü devreye aldık. Karadeniz’deki 405 milyar metreküplük doğal gaz keşfimiz, bağımsız enerji, güçlü Türkiye kararlılığımızın en önemli adımlarından biri oldu. Doğu Akdeniz’deki sondaj ve sismik arama çalışmalarımızdan da müjdeli haberler almayı ümit ediyoruz.”

Uzmanlar, enerji ihtiyacı mümkün olduğu kadar farklı kaynaktan karşılanmalı diyorlar… Bu, üretim başta olmak üzere hayatın sürdürülebilirliği açısından neredeyse bir zorunluluk… O nedenle Rusya, Kanada, Meksika, Güney Afrika, İran ve BAE gibi petrol ve doğalgaz zengini olan ihracatçı ülkeler dahi nükleer enerji yatırımları da yapıyorlar.

Kaynak çeşitliliği ve yüksek kapasitenin yanı sıra nükleer enerjinin çevresel etki boyutu da özel önem arz ediyor…

Nükleer santrallerin işletme sırasında sıfır karbon emisyonu yaptıkları, iklim krizlerini durdurmada en güvenilir seçeneklerden oldukları ve ‘temiz enerji’ olarak adlandırıldıkları biliniyor.

Konuyu yorumlayan uzmanlardan Prof. Dr. Mehmet Kireççi şöyle ifade etmiş: “Elektriği nükleer güç üzerinden üretirsek yüzde 17 oranında daha az bir sera gazı salınımını sağlamış olacağız. Eğer bunu yenilenemez enerji kaynaklarından yapsaydık, yaklaşık 1,2 milyon tonluk bir karbon salınımına yol açmış olacaktık.”

Finans kaynaklarının doğru kullanılması bakımından da konuya eğilmekte fayda var. Akkuyu Santrali’nin 60 yıllık işletme süresince üreteceği 2,27 trilyon kWh elektriği rüzgâr santralinden üretebilmek için yaklaşık 6 kat daha fazla kurulu güç ve 1,5 kat daha fazla yatırım maliyeti gerekiyormuş. Bu rakamlar güneş enerjisi santralinde ise 11 kat daha fazla kurulu güç, yaklaşık 4 kat daha fazla yatırım maliyeti olarak karşımıza çıkacakmış.

Ekonomik ve çevresel bunca faydaya rağmen ülkedeki her doğru işe olduğu gibi buna da karşı çıkanlar var… Şimdilerde pek ortada olmasalar da yeniden piyasaya çıkıp “Nükleere Hayır” sloganları atmaları an meselesi… Peki neden?

Bu tür karşı çıkışlar konusunda, özellikle altın madenleri aleyhine yapılan ‘kara propaganda’ nedeniyle kazandığımız tecrübe bize iyi niyetten uzak olduklarını gösteriyor… Altın madenlerinde bölge halkını örgütleyerek kamuoyu oluşturma çabasındakilerin arkasında kimler vardı kimler…

Bergama’daki Eurogold tası tarağı toplayıp gittiğinde, şirketi satın alan, FETÖ’nün en büyük destekçisi Koza Altın İşletmeleri olmuştu mesela… Türkiye’ye altın ihraç eden Alman şirketlerinin bazı Alman vakıflarıyla da bağlantılı olduğu ve bunların Kirazlı örneğinde olduğu gibi hemen bölgede bitiverdiklerine de şahit olmuştuk…

Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin nükleer enerjiye yönelmesine karşı çıkanlar arasındaydı… Birkaç yıl önce müzakerelerin askıya alınmasını önerdikleri raporda, Akkuyu projesinden vazgeçilmesi talebi de yer alıyordu… Üstelik AB ülkelerinden Almanya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İspanya, İsveç, Macaristan, Slovakya, Slovenya, Bulgaristan ve Romanya bol miktarda nükleer reaktöre sahipken…

Bugün dünyanın 32 ülkesinde 443 reaktör işletme hâlinde… 19 ülkede 50 reaktörün inşası da devam ediyor.

Hiç riski yok mu; tabii ki var. Nasıl ki uçakların düşme riskinin çok küçük de olsa teoride var olduğunu biliyoruz, ancak bu bizi uçak yolculuğunun konforundan alıkoymuyorsa… Bugün teknolojinin eriştiği noktada, bu risklerin öngörülebilir ve yönetilebilir olduğu unutulmamalı.

Ülkemizin millî bağımsızlığı konusunda atılan her adım gibi Akkuyu Santrali’nin yeni ünitesi de hayırlı olsun!

Yenişafak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat