Aleviler işte bu nedenle 'Kemalist...'

  • GİRİŞ16.03.2012 09:36
  • GÜNCELLEME16.03.2012 09:36

“Taşa takılıp düşseler ‘İnsanlığa karşı suç’ diyecekler!..”

Yeni Akit gazetesinin en çok okunan, en etkili yazarlarından biri olan Ali Karahasanoğlu’nun 10 Mart 2012 tarihli yazısının başlığı, işte yukarıda okuduğunuz bu cümleydi.

Yazar, Sivas davasının beş firari sanığıyla ilgili olarak 13 martta verilecek mahkeme kararı konusunda, “Mahkeme Sivas katliamını ‘insanlık suçu’ saymalı ve davaları zamanaşımından düşürmemeli” görüşünü dile getirenleri işte böyle dalgaya alıyordu.

14 mart sabahı, yani mahkemenin katliamı “insanlık suçu” olarak kabul etse de, sanıkların davalarını, “katliamın planlayıcıları olmadıkları” gerekçesiyle düşürmeye karar verdiği günün ertesinde Açık Radyo’da Mithat Sancar’ı dinledim.


Ömer Madra
, Başbakan Erdoğan’ın kararla ilgili olarak sözlerini (“Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Zaten onlar da söylüyorlar... Yıllar yılı içeride olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı. Bilemiyorum tabii onlar da var...”) aynen aktardı ve Sancar’ın yorumunu sordu.

Mithat Sancar şu cevabı verdi:

“Bu bir kem küm açıklamasıdır. Başbakan Erdoğan bilinciyle değil bilinçaltıyla konuşmuştur. Açık söylüyorum, İslami dünya, Başbakan Erdoğan ve AKP dâhil, bu katliamla hesaplaşmadı, bu katliamın hesabını kendi vicdanına vermedi. Vermediği için de bu olay karşısında, başka olaylarda, başka zulüm örneklerinde kükreyen Başbakan burada kem küm ediyor. (...) Burada dilbilgisi açısından düzgün tek cümle ‘Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun’ cümlesidir ve içerik açısından dehşettir. Diğerleri ise dilbilgisi açısından da bozuk. Bence bu, bilinçle bilinçaltının çatışması olayıdır ve o dil oradan böyle bir çarpıklıkla çıkıyor.”


Kem küm etmeden konuşan yazar

Doğrusu, Sancar’ı dinledikten sonra Başbakan’ın ne yapacağımı bilemediğim, nasıl anlamlandıracağımı bilemediğim “cümle”leri nispeten anlaşılır geldi bana. “Galiba Mithat Sancar haklı” dedim içimden...

Sonra aklıma Ali Karahasanoğlu’nun birkaç gün önce okuduğum o yazısı geldi... Dönüp bir daha baktım ve yazarın Başbakan’ın aksine hiç kem küm etmeden konuştuğunu gördüm:


“Sivas davası ekseninde, sabah akşam televizyonlara çıkıp, hergelelerin, tetikçi gazetecilerin programlarında ahkâm kesiyorlar! ‘Sivas’ta yaşananlar, insanlık suçudur. Zamanaşımı söz konusu olamaz!’ Gazetecisinden avukatına, profesöründen eğitimcisine, hatta olayda yakınlarını kaybedenlere kadar hepsinin ağzındaki sakız aynı: ‘Sivas olayları insanlık suçudur.’ (...) Öyle bir hale geldiler ki, yolda yürürken ayakları bir taşa takılıp düşseler, hemen ciyaklayacaklar: ‘Bu insanlık suçudur.’”

Aslında yazar yazısında, Türk Ceza Kanunu’nun “İnsanlığa karşı suçlar”ı düzenleyen 77. maddesinden hareketle, okurlarını Sivas katliamının neden bu çerçevede görülemeyeceğine ikna etmeye çalışıyordu.

77. Madde, aralarında “kasten öldürme” ve “kasten yaralama”nın da bulunduğu bir dizi fiilin “siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi”ni insanlığa karşı suç sayıyor...

Yazar, maddeyi kendince yorumluyor ve “Sivas katliamı yasaya göre insanlığa karşı suç sayılamaz” sonucuna varıyor.

Olabilir, bir yazar, çok can yakıcı bir olayla ilgili olsa da yasanın maddesini “teknik açıdan” yorumlayabilir ve kendince böyle bir sonuca varabilir... Ne de olsa mahkeme de kararını aynı maddeye göre verecektir...

(İzninizle burada uzun bir parantez açmak istiyorum: Mesela mahkemenin kararından bir gün önce Habertürk’te dinlediğim bir yorum, katliamın “insanlık suçu” sayılması mücadelesindeki bir eksikliği dile getiriyordu.

Bundan tam 34 yıl önce bugün, 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde gerçekleştirilen, yedi öğrencinin ölümüyle sonuçlanan katliamın davasının avukatlarından birine göre, Sivas davasına bakan mahkeme maalesef bir gün sonra katliamı “insanlık suçu” saymayacak ve firardaki sanıkların davalarını düşürecekti. Çünkü Sivas, tıpkı 16 Mart katliamı gibi bir Kontrgerilla eylemiydi, işin içinde kamu görevlileri vardı, hedefliydi ve planlıydı. Dava baştan beri bu çerçevede götürülseydi, insanlık suçu savunması çok daha güçlü bir biçimde öne sürülebilecekti. Fakat farklı bazı politik mülahazalar nedeniyle davacılar ve davacı avukatları “planlayıcılar”dan çok onların “kışkırttıklarını” öne çıkarmışlardı ve bu da şimdiki “insanlık suçu” talebinin gücünü azaltan bir rol oynuyordu.)

Neyse, bu ayrı fasıl... Dediğim gibi, bu çerçevede bir “hukuk tekniği” tartışması yürütmekte ahlaki bir sorun yok ve bunu Yeni Akit gazetesinin bir yazarı da yapabilir. Benim derdim o değil, ben burada “vicdan”a ve “Sivas katliamıyla hesaplaşamama”ya dair çok şey söyleyen üsluba dikkatinizi çekmek istiyorum...

O başlık; o “hergeleler” sıfatı; o “hergeleler”in zamanaşımı diye “ciyaklamaları...”

Bunlar, bir otelde kıstırılıp yakılmış insanların hatırasına azıcık saygısı olan birinin kelime tercihleri olamaz. Velev ki zaman aşımına karşı olan ve aralarında o yakılmış insanların yakınları da bulunan birileri taleplerinde “hukuk tekniği” açısından haksız olsunlar, onları böyle bir dille eleştirmek hangi vicdana sığar?

 


“Stockholm sendromu”ymuş!

Psikolojide, “kendine zulmedene meftûn olmak” durumunu anlatmak üzere kullanılan bir kavram var, Stockholm sendromu...

Duymuşsunuzdur, Alevilerin Kemalizm’den bir türlü vazgeçmemesini “akıl dışı” bulan ve durumu bu “sendrom”la açıklamaya çalışan bir moda türedi son yıllarda.

Aslında büyük insan topluluklarının istikrarlı politik tercihlerini “akıl dışı” diye nitelemek çok tehlikeli bir pozisyondur. Onur Öymen, 2007 seçimlerinin ardından, AK Parti’ye oy verenlerin davranışını akılla izah etmenin güç olduğunu söylemişti. Tehlike burada işte: Bir anda onun düştüğü yere düşmek işten bile değildir.

Bana sorarsanız, Alevilerin “Kemalistliğini” ve devletçiliğini, Sivas katliamı gibi daha taptaze bir olayla ilgili olarak bile yukarıda aktardığım gibi konuşan Sünni başbakanların, yukarıda aktardığım gibi yazan Sünni aydınların tavırlarında aramak daha doğru olur.

Bence Aleviler, devletten de korkuyorlar toplumdan da (hâkim Sünni kesiminden) korkuyorlar, fakat muhtemelen daha “kuralsız” buldukları toplumdan daha çok korkuyorlar.

Stockholm sendromu gibi fantezilere baş vurmak yerine buralara baksak daha doğru olmaz mı acaba?

-

Buyurun, yazdıklarımın tamamı burada...

“Alper Görmüş sorusu mahkeme salonunu karıştırdı...”

OdaTV davasının son duruşmasında, hâkimin Ahmet Şık’a yönelttiği “Darbe Günlükleri” haberinin kime ait olduğuyla ilgili soru, internet sitelerinde bu türden başlıklarla aktarıldı.

Gerçekten de tuhaf bir soruydu, nitekim Ahmet de duruşmada haklı olarak “Bunun davayla ne ilgisi var... bana doğru dürüst soru sorun” demiş, ardından da “Ben yazmadım ama yazmak isterdim” diye eklemiş.

Hâkimin sorusunu duyunca “eyvah” dedim, buradan da gol yiyeceğim...

Nitekim twitter’da, benim de tanıdığım bir akademisyenin yazdığı “Alper Görmüş savcı oldu başımıza bir de...” ibaresini görünce (vallahi aynen böyle) tedirginliğimde haklı olduğumu anladım.

Biliyorsunuz, Ahmet’in gözaltına alındığı gün ortaya çıkan ve herkesin sorgulamadan kabullendiği “Darbe Günlükleri haberini Ahmet Şık yazmıştı” iddiasını 8 Mart 2011’de Taraf’ta yayımlanan bir yazımla düzelttim... İşte o gün bir çevrenin başlattığı “Alper Görmüş’ü taşlama” sporu hızından hiçbir şey kaybetmeden bugüne kadar sürdü, geldi.

Hezeyanını, hâkimin sorusunu bana fatura edecek kadar ileri götürmüş akademisyenin başlattığı yeni bombardıman uzun sürmedi, çünkü birkaç saat sonra tahliyeler geldi ve işin bu yanı önemsizleşti; yoksa eminim, dayak yemeye devam edecektim.

Bu, hep böyle oldu...

Birileri, yazdıklarımı okumadan, “mış muş” diyerek yazdı, çizdi, konuştu, bol bol da tweet’ledi.

Ne yapayım, ben de tahliye haberini vesile bilerek konuyla ilgili olarak bugüne kadar yazdığım bütün yazıları dikkatinize sunmaya karar verdim. Şu linkten, yazıların tamamına ulaşabilirsiniz: (http://ow.ly/9F1Z9)

Ahmet’e ve tahliye olan öbür meslektaşlara geçmiş olsun diyor, taşlayıcılarımdan da rica ediyorum; lütfen bu yazıları baştan sona okuyun ve bundan sonra diyeceklerinizi öyle deyin.

Alper Görmüş - Taraf
alpergormus@gmail.com

Yorumlar1

  • ahmet aksay 12 yıl önce Şikayet Et
    Netlik yok. O dergi kapatıldığında, Alper Görmüş berat edinceye kadar benim gibi birçok kişi nasıl hüzünlendiyse, şimdilerde olan bitene bakarkenki kafa karışıklığı, aynı Alper Görmüş hakkında aynı netliğin, dolayısıyla aynı duygunun olmayışı, işlerin göründüğü gibi olmadığını akla getiriyor ne yazık ki. Netlik yok. Başbakan'ın durumu ve duruşu hep aynı, dolayısıyla net. Taraf'ınki değişken, ve net değil.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat