Umre Notları - 5 /100 Metreyi 10 Saniyenin Altında Koşmak

  • GİRİŞ19.05.2012 10:00
  • GÜNCELLEME19.05.2012 10:00

Yürümekte zorlanan ve her daim sandalyesiyle yapışık yaşayan, iki büklüm teyzelerden biri Ravzayı Mutahhara'da karnının çok ağrıdığı bahanesiyle, herkesi yararak en öne geçmiş ve sandalyesine kurulmuştu.

Hep birlikte, Ravzayı ziyaret sırasının Türklere gelmesini bekliyor, görevlilerin "otu abla, otu..." şeklinde öğrendikleri yarım yamalak Türkçe ile ikazlarını hiçe sayıyor, öndekileri sıkıştırarak adım adım Ravza'ya yaklaşıyorduk(!)...
Görevliler sıranın Türklere geldiğini söylediklerindeyse gördüğüm manzara beni şaşkına çevirmişti.
Ben yerimden kalkana kadar o hasta teyze, sandalyesini terk ederek öyle hızlı bir çıkış gerçekleştirmişti ki, o depar ile 100 metreyi 10 saniyenin altında koşabilirdi.
Vesileyle Türk atletizm federasyonuna ihbarımdır. Bu yetenekler değerlendirilebilir.

Mescidi Nebevi'de yaşanan bu manzaralara bakarak insanların bu mekânlara gidebilmek için yaptıkları fedakârlıkları, gidemeyenlerin yaşadıkları üzüntü ve elemi anlamayabilirsiniz.
Fakat şurası bir gerçek ki, yaşanan her türlü olumsuzluk, bu mekânların manevi havasından nasiplenmenize engel olamıyor.
İnsan, çar naçar Ravza'nın o "yeşil halı"sında, secdede iken, zamanın ve mekânın ötesine geçecek kadar küçülmek istiyor.
O huzurda eriyip, bir zerre olarak sütunların birine konmak ve her daim tefekkürde kalmak...
Bir de tüm sevdiklerinin bu duyguyu yaşamasını umut ediyor.
Çokça yaşlanmadan...
Akıl ve beden sağlığı bünyeyi terk etmeye başlamadan...
İnşallah...

Mescidi Nebevi'ye giren tüm kadınlar, yine kadın görevliler tarafından aranıyorlar.
Ciddi bir arama olmasa da bu durum bence oldukça lüzumsuz. Çünkü hiç bir işe yaramıyor...
Ne aradıklarıysa hangi ülkeden geldiğinize göre değişiyor.
İntihar bombacısı, sapık ya da satıcı değil de Türk'seniz, çantanızda fotoğraf makinesi veya fotoğraf çekme özelliği bulunan cep telefonları aranıyor. Bulunduğu takdirde emanete teslim edip içeriye o şekilde girmeniz isteniyor.
Yok, eğer İranlı ya da Güney Asyalıysanız, o vakit çantanızdaki kalemler tehlike arz ediyor ve toplanıyor.
Zira Türklerin içerideki her sütunun altında fotoğraf çektirme huyları, İranlıların da Ravza'ya giden güzergâhı belirleyen paravanlara isim ve dua yazma huyları bulunuyor.
Bunu engellemenin yolu da suç aletlerini ortadan kaldırmakla gerçekleşiyor ya da gerçekleşemiyor...

"Gökten Kapılar Açılıyor, Rabbim Bizi Katına Alıyor"

Fikri acizanemce Mescidi Haremeyn'de hakkıyla ibadet edebilmek için sizi yalan dünyanın dolan işleriyle oyalamayacak, sohbete dalmanıza izin vermeyecek ve ibadetten alıkoymayacak bir arkadaşınızın olması gerekiyor. Ya da mümkünse en güzeli tek başınıza olmanız...
Çünkü kalabalık demek, o manevi havanın, feyzin daha kolay dağılması demek... İbadet yerine sohbet-muhabbet, e az biraz dedikodu demek.
O kalabalığın içinde tek başına olduğunuzda ise Habibi Kibriya ya da Hak Teâla size en güzel yar oluyor, yaran oluyor.
Kimi zamansa omuz omuza oturduğunuz bambaşka dünyaların bambaşka hikâyelerinin kahramanları ile tanışma fırsatı sunuyor.

Haremeyn-i Şerifeyn'de etrafınıza şöyle bir atfı nazar eylediğinizde görülen, fevkalade bir mozaik...
Dünyanın her yanından aynı amaç uğruna, aynı hedefe kilitlenerek gelen binlerce insan... Babil kulesinin farklı katlarından ve farklı dillerde...
Buna mukabil edilen dualar hep aynı dilde...
Herkes ibadet ederken birbirinin ne dediğini anlıyor.
Herkes dua ederken ortak dilden ediyor.
Bir de ilginçtir, telefon melodileri ortak dilden çalıyor. Ya eski telefon zili ya da klasik Nokia melodisi...
Yalnız, lüzumsuz bir zamanda, lüzumsuz bir melodiyle karşılaşmamak için sanki sözleşmiş gibi ortak kullanılan melodiler, insanı paranoyaklaştırıyor.
Ya çalan benim telefonumsa...
Ve Murphy Kanunları burada da işliyor. Duyup da bakmadığınız her telefon sizin telefonunuz oluyor, asla sekmiyor.

Mescidin kadınlar bölümünde her gün yaşanan hengâmenin bir parçası da çocuklar...
En masum halleriyle bu mekâna en çok yakışanlar...
Ah bir de hocanın tekbiri ile ağlamaya başlamasalar...
Vakit namazlarında herkes imama uyup namaza başladığında sözleşmiş gibi bir ağızdan yırtınırca ağlıyor, mamafih hoca selam verdiğinde susmaları gerektiğini bilmiyorlar(!). Mescidin çocuksuz kadınlara ayrılan bölümlerinde dahi olsanız kubbeleri inleten o feryatlara kayıtsız kalamıyorsunuz.
Hatta o çocukların annelerine her hal ve karda namaz kılabildikleri için saygı duyuyorsunuz. Biz olsak çoktan namazdan çıkmış, şaşıp yanılıp(!) çıkmadığımızda ise evin büyüğünden "şu çocuğu ne ağlatıyorsun" şeklinde fırçayı yemiştik.

Gerek Mescidi Nebevi, gerek Mescidi Haram neredeyse 24 saat yaşayan mekânlar...
Günün hemen her saati ibadetini yapan, sohbet eden, dinlenen yahut uyuyan Müslümanlarla karşılaşılıyor.
Özellikle de perşembe ve cuma günleri resmi tatil olduğu için mescidler, hep dolu, her an uyanık...
İşte bu günlerde sık sık evlerinde yaptıkları kekleri, börekleri ikram eden Arap kadınlara, aldığı hurmayı paylaşan 72buçuk milletten insana rastlanıyor.
Size de düşen bu nazik ikramlar için teşekkür etmek oluyor. Şükran kesiran...
Hem o keki yapıp getirene, hem o bir parça keke herkese yetecek kadar bereket verene...

Mescidi Haremeyn'de hastalar, çok yaşlılar ve engelliler için tekerlekli sandalyeler bulunuyor. Kâbe'yi tavaf ederken yahut Ravzayı Mutahhara'yı ziyaret ederken tekerlekli sandalyeli ziyaretçilere nispeten kolaylık sağlanıyor.
Bu pozitif ayrımcılık, bu tip konularda hassasiyeti olan benim gibi ziyaretçileri oldukça memnun ediyor.
Mescidi Nebevi'de rastladığım görme engelliler için kabartma (Braille alfabesi ile hazırlanmış) mushaf ise memnuniyetimi katmerliyor.

Yine Mescidi Haremeyn'de insanların ibadet ettiği mekânlar ve o mekânlarda yüzlerce, binlerce yıl öncesinde yaşananlar, dinin bekası için çekilen acılar ve sıkıntılar, içinde bulunulan ruh hali ile birleşince ziyaretçileri her türlü olağanüstülüğe ve ilahi mesaj beklentisine açık hale getiriyor.
Başa gelen yahut şahit olunan her olayda bir hikmet aranıyor.
Tıpkı Mescidi Nebevi'nin kubbelerinin raylı bir sistemle açılıp kapandığını bilmeyen teyze gibi...
Havanın sıcaklık durumuna göre akşamları ya da gün içinde mescidin kubbeleri hareketlenip, kayıyor ve üzerinizde birden bire yıldızları ya da güneşi görebiliyorsunuz.
Bu ayrıntıyı bilmeyen Türk teyzem ise başının üzerindeki devasa kubbenin aniden ağır ağır kayarak açıldığını ve aradan yıldızlı gökyüzünün göründüğünü fark edince ne yapacağını ve ne diyeceğini şaşırıyor.
"Gökten kapılar açılıyor, kurban olduğum rabbim bizi yanına alıyor" "bismillah bismillah bismillah" diye inleyen teyzeye, o koskoca kubbelerin portatif olduğunu ve kimsenin kimseyi bir yere almadığını, bu durumun her gün yaşandığını güçlükle anlatabiliyoruz.

Ayşegül Yıldırım Kara - Haber 7

aysegulyc@gmail.com

twitter.com/aysegulyk

Yorumlar3

  • İsa53 5 yıl önce Şikayet Et
    Harika bir yazı Allah razı olsun...
    Cevapla
  • ahmet san 11 yıl önce Şikayet Et
    eğitim şart. aynı şeylere takılmışız sayın yazar,bence her hacı adayı oraya gitmeden temel bir eğitimden geçmeli ve bu hatta şu komanda eğitimleri kadar sıkı olmalı.tek derdi oraya gitmek olan çoğu hacı abiler ablalar oradayken oranın kıymetini bilmemekte,kendilerini alışveriş,sıkı pazarlık,birbirlerine riyakırlık ve aldıkları hediyelikleri gösterme arzusuyla yanıp tutuşmaktalar.görevli gittiğim zamanda kadın hacı ablalarımızın oda kavgalarına kadar şahit oldum,inanamadım.maksadım bu manevi ziyareti insanlara kötü göstermek değil,en basitinden asansöre nasıl binilir nasıl sıraya geçiliri bile öğretset kafi zannımca.kabe diplerindeyken otele yakın mescidlere gidenlere hayret ederdim,hatta kendimce onlara hariciler adı koymuştum.allah yaptığı ibadeti en layıkıyla yapanlardan ve kabul olunanlardan eylesin,amin
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • freestyle 11 yıl önce Şikayet Et
    allah kabul etsin hanım kardeşim.. rabb te'ala bizlere de gitmek nasib etsin inşaallah en kısa sürede ve faydalanmak nasib etsin.
    Cevapla Toplam 10 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat