Umre Notları - 9 / Taşa inen nur
- GİRİŞ23.05.2012 09:42
- GÜNCELLEME23.05.2012 09:45
Varoş sayılabilecek bu mahallelerde yüksek binalara rastlanmıyordu.
Son derece dağlık ve tepelik olan şehrin içinde ilerlemekse, dev bir şantiyeyi gezmek gibiydi. Her yer inşaattı.
Dağ, taş delicilerle deliniyor. Gecenin 4'ünde dahi dev matkap ve kesici seslerinin gürültüsü kesilmiyordu.
Mekke’nin bu derece dağlık bir bölge olmasına şaşırıyordum, zira ben Mekke’yi hep düz hayal etmiştim.
Mekke’yi Medine gibi düz sanmamın sebebi ise sanırım zihnimdeki çöl tasavvuruydu.
Necip Fazıl "çöle inen nur "metaforunu kullanıyordu ama bana sorsaydı "taşa inen nur" metaforu daha doğru olur derdim.
Onca derme çatma bina arasında Zemzem Tower’in saat kulesi şehre girerken ilk göze çarpan yapıydı. Hemen her yerden görünüyordu.
Bu heyulanın tek faydası Kâbe’yi göremeseniz dahi kıbleyi işaret etmesiydi.
Bu yapı uzaydan görünüyor muydu bilmiyorum fakat açık bir havada dikkatli bakılırsa Çamlıca tepesinden görüleceğini düşünüyordum. Deneyeceğim(!).
Mekke Medine’ye nispetle daha hareketli ve daha gürültülü bir şehir...
Park edildiğinde dahi klimaları kapanmasın diye çalıştırılan otobüsler, yıkılmak üzere boşaltılmış oteller, inşaat pislikleri, molozlar şehrin birçok yerinde göze çarpıyor.
Hâlbuki bu aziz şehri bu atıklardan kurtarmak mümkün...
Şehrin dışında ve ziyaretgâh güzergâhlarından uzakta boş alanlar bulmak koskoca memlekette pek zor olmasa gerek. Amerika’yı yeniden keşfetmenin âlemi yok yani, bu derece basit...
ALLAH YAR MASİVA AĞYAR
“Duyufu'r-rahman” yani “Rahman’ın misafirleri” de denilen bizler için artık vuslat pek yakındı.
Kâbe-i Muazzama'yı görecek, tavaf ve say yaptıktan sonra umremizi tamamlamış olacaktık.
Mescidi Haram’dan içeri girerken daha evvel umre ve hac yapmış olanların uyarısıyla karşılaştık. "Gözlerinizi kapayın ya da yere bakarak ilerleyin. Kâbe’nin tam karşısına geldiğinizde ise gözlerinizi açın."
Çünkü o öyle bir andı ki, hiç durmadan dönen dünya duruyor, masivaya ait her şey yok oluyor, akıp giden zaman taş kesiyor, mekânın ihtişamı tüm benliğinizi kaplıyordu.
Ayrıca Kâbe’nin ilk görüldüğü zaman edilen dualar da makbul olan dualardandı...
Sivri zekâlı ve uyanık halimizle "Tüm dualarımızı kabul et Rabbim" demememiz için hocamız tarafından ikaz edilmiştik. Çünkü ettiğimiz duaların hakkımızda hayırlı olup olmayacağı belli değildi...
Hem elini attığı her nesne altın olan kralın masalını da biliyorduk. Tehlikeliydi...
O yüzden "ey Hâlık-ı Zülcelâl hakkımda hayırlı olan tüm dualarımı kabul et" şeklinde dua ettiğimi hayal meyal hatırlıyorum.
Anın büyüsünden bilinç durumuna transfer pek de kolay değildi.
MEKKE “CEZBE” DEMEK
Medine’deki tefekkür hali Mekke’de yerini cezbeye bırakmıştı.
Medine sükûnet, kendiyle baş başa kalma haliyse, Mekke coşup kendinden geçme, Malikü'l-Mülk ile hasbıhal etme, hemhal olma haliydi...
Medine’de bir kozanın içinde seyru süluktayken, Mekke’de hiç tükenmeyen bir enerjiyle rızaen lillah hareket ediyorduk.
Dönüyorduk.
Kâinatta her ne var ise dönüyordu, biz de dönüyorduk.
Zamanın tersine bir dönüştü bu...
Saat yönünün aksi istikametinde ibreyi sıfırlama ve sıfırlarken her anı yaratıcıyla baş başa geçirme faslıydı.
Dualar tekbirlere, tekbirler esmalara karışıyordu.
Tüm dünya “ben”den geçip, “biz” oluyordu.
Bütün katmanlar, bütün sınıflar ortadan kalkmıştı.
Kadın erkek, zengin fakir, yaşlı genç, güzel çirkin, uzun kısa, zenci beyaz yoktu. Bir ölü kadar eşittik, sıradan ve sadece kulduk...
Ayşegül Yıldırım Kara - Haber 7
aysegulyc@gmail.com
twitter.com/aysegulyk
Yorumlar4