Avrupa'da İslam'a yapılan saldırılar üzerine
- GİRİŞ16.02.2025 09:00
- GÜNCELLEME17.02.2025 09:26
Son yıllarda Avrupa'da İslam düşmanlığının giderek arttığına hepimiz şahit oluyoruz. Özellikle Kur'an-ı Kerim'e yönelik provokatif saldırılar, sadece Müslümanları değil, insanlığın ortak değerlerini de hedef alıyor. Yakın zamanda İngiltere'deki Türk Konsolosluğu önünde bir kişinin Kur'an-ı Kerim yakmaya kalkışması ve ardından bir vatandaşın bu provokasyona sert tepki vermesi, toplumdaki gerilimin ne kadar yüksek olduğunu gözler önüne serdi.
Bu tür olayların tekrarlanması, farklı inanç grupları arasında çatışma riskini artırıyor ve toplum barışını tehdit ediyor.
Salwan Momika örneği de hafızalarımızda tazeliğini koruyor. İsveç'te Kur'an-ı Kerim yakarak İslam dünyasında infiale neden olan Momika, kısa süre önce öldürüldü. Bu olay, provokatif eylemlerin nasıl bir toplumsal patlamaya yol açabileceğinin en somut örneklerinden biri oldu.
İnsanların kutsal değerlerine yapılan saldırılar, nefretin ve şiddetin tohumlarını ekmekten başka bir işe yaramaz. Peki, neden sadece İslam'ın kutsal kitabı bu tür provokasyonların hedefi oluyor? Hiç İncil'in ya da Tevrat'ın yakıldığına tanık olmuyoruz. Bu durum, çifte standardın ve İslamofobinin açık bir göstergesi değil midir?
Avrupa'da ifade özgürlüğü adı altında bu tür nefret dolu eylemlere izin verilmesi, toplumsal huzuru zedeleyen en büyük hatalardan biridir.
ÖZGÜRLÜK DEĞİL NEFRET SUÇU
Elbette ifade özgürlüğü, demokratik toplumların temel taşlarından biridir; ancak bir başkasının inancını aşağılamak, hakaret etmek veya kutsal değerlerini hedef almak özgürlük değil, açık bir nefret suçudur. İfade özgürlüğü, başkalarının kutsallarına saldırma hakkı vermez.
Bu noktada, Avrupa hükümetlerinin tutumu son derece önemlidir. Eğer bu tür provokasyonlara sessiz kalınırsa, toplumlar arasındaki gerilim daha da tırmanır ve şiddet olaylarının önü açılır.
İngiltere'deki olayda görüldüğü gibi, insanlar artık kendi adaletlerini kendileri sağlamaya çalışıyor. Bu, tehlikeli bir sürecin habercisi. Şiddetin önüne geçmenin yolu, nefret suçlarına karşı etkin yasalar çıkarmak ve bunları kararlılıkla uygulamaktan geçer.
İslam düşmanlığı, sadece Müslümanları değil, tüm toplumları etkileyen bir sorun.. Çünkü nefretin olduğu yerde barış olmaz. Bugün bir inanca yapılan saldırıya göz yuman toplumlar, yarın kendi değerlerinin hedef olabileceğini unutmamalı. Bu nedenle, Avrupa hükümetleri ifade özgürlüğü ile nefret suçu arasındaki ince çizgiyi korumalı.
İnsanların kutsal değerlerini korumak, sadece Müslümanların değil, tüm insanlığın ortak sorumluluğudur.
MEDYANIN ROLÜ OLDUKÇA ÖNEMLİ
Medyanın bu tür olayları ele alış biçimi de son derece önemli. Provokatif eylemleri özgürlük kisvesi altında normalleştirmek yerine, nefretin toplumları nasıl zehirlediğini anlatmak medya kuruluşlarının toplumsal sorumluluğudur. Medya, toplumda birlik ve beraberliği güçlendirecek bir dil kullanmalı, çatışmaları körükleyen değil, çözüm yolları sunan bir rol üstlenmelidir.
Unutulmamalıdır ki, kutsal kitaplara yapılan saldırılar sadece bir dine yönelik değil, tüm insanlığın ortak değerlerine yöneliktir.
İnsanlık tarihi, farklı inançların bir arada yaşayabildiği örneklerle dolu. Bu bir arada yaşam kültürünü koruyabilmek için, nefret suçlarına karşı sıfır tolerans politikası uygulanmalıdır.
Sonuç olarak, Avrupa hükümetleri ve toplumları, İslam düşmanlığını teşvik eden eylemlere karşı net bir tavır sergilemeli. İfade özgürlüğü, başkalarının kutsallarını hedef almak değildir. Eğer bu tür nefret eylemleri önlenmezse, toplumsal gerilimler daha da artar ve şiddet olayları kaçınılmaz hale gelir. Barış ve birlikte yaşama kültürünü korumak, tüm toplumların ortak görevi... Bugün İslam'ın kutsallarına yapılan saldırıya sessiz kalmak, yarın başka bir inancın hedef alınmasına zemin hazırlamaktır. İnsanlık olarak, nefretin değil, hoşgörünün ve saygının yanında durmalıyız.
Bartu Eken - Haber7
Yorumlar7