Orta Doğu'da adaletin iflası
- GİRİŞ15.06.2025 09:01
- GÜNCELLEME15.06.2025 09:01
Ortadoğu semalarında patlayan füzeler, sadece şehirleri değil, uluslararası adalete olan inancın son kırıntılarını da yok etti. İsrail'in "Yükselen Aslan" operasyonuyla başlayan ve İran'ın "Sadık Vaat" ile cevap verdiği bu kanlı düello, iki ülkenin savaşından çok daha fazlası. Bu, kuralların sadece zayıflar için yazıldığı, adaletin ise güçlünün bir aracı haline geldiği küresel sistemin iflasının ilanı. Her şey, İsrail'in uluslararası hukuku hiçe sayan pervasız saldırısıyla başladı.
Bu, Gazze'de aylardır izlediğimiz filmin aynısıdır. Orada hastaneleri, okulları ve mülteci kamplarını vuran İsrail, burada da komşu bir ülkenin kalbine vururken aynı dokunulmazlık zırhına sığınıyor.
Birleşmiş Milletler üyesi egemen bir devletin topraklarını 200 savaş uçağıyla bombalamak, Genelkurmay Başkanı Bakıri'den Devrim Muhafızları Komutanı Selami'ye kadar tüm komuta kademesini suikastla ortadan kaldırmak, nükleer tesislerini vurmak... Hangi devlet, bu eylemlerin ardından kınanmak yerine "kendini savunma hakkı" adı altında Batı'dan alkış alabilir? Cevap basit: Sadece dokunulmazlığı olanlar.
NÜKLEER SİLAH HAKKINA SAHİP ÜLKELER Mİ VAR?
Bu adaletsizliğin en bariz örneği ise nükleer meselesinde karşımıza çıkıyor. Batılı başkentlerden yükselen koro, tek bir ağızdan haykırıyor: "İran nükleer silaha sahip olamaz." Peki, bu yasağı koyanların kendileri binlerce nükleer başlığa sahipken, bu ahlaki üstünlüğü nereden buluyorlar?
Daha da vahimi, İran'ın nükleer programını "varoluşsal tehdit" olarak gören İsrail'in, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması'nı imzalamayan, sahip olduğu nükleer silahları ne kabul ne de inkar eden bir devlet olması. Bu, bir "nükleer apartheid" düzeni.
Sistem, bazı "seçkin" ülkelere dünyayı defalarca yok edecek güce sahip olma hakkını tanırken, diğerlerine bu caydırıcılığa sahip olmayı yasaklıyor.
TARİHİN TEK SUÇLUSU, GÜNÜMÜZÜN YARGICI
Bu ilginç koronun şefliğini ise tarihte atom bombasını siviller üzerinde kullanan tek ülke olan Amerika Birleşik Devletleri yapıyor. 1945'te Hiroşima ve Nagazaki'de yüz binlerce insanı bir anda yok eden ABD, bugün binlerce nükleer başlığa sahip bir güç olarak dünyaya nükleer ahlak dersi vermeye kalkışıyor.
İsrail'in İran'a saldırısına "Gerekirse İsrail'i savunacağız" diyerek açık çek veren Washington, Tahran'ın misillemesini ise "saldırganlık" olarak yaftalıyor. Bu, failin yargıç rolüne soyunduğu, tarihin en acı ironilerinden biri. Adalet, nükleer silahları kullananın değil, ona sahip olmak isteyebileceğinden şüphelenilenin cezalandırıldığı bir mekanizmaya dönüşüyor.
Askeri saldırılar, bu büyük oyunun sadece görünen yüzü. Perde arkasında, İran'ın devletçi ve kendine yeterliliği hedefleyen ekonomi modelini çökertmeye yönelik on yıllardır süren bir ekonomik savaş var. Amaç sadece İran'ı silahsızlandırmak değil, aynı zamanda direnen ekonomik yapısını kırarak onu Batı'nın liberal pazar sistemine entegre etmek ve bağımlı kılmaktır.
Natanz'daki tesislerin vurulması sadece askeri bir hedefi değil, İran'ın teknolojik bağımsızlık arayışını da hedef alır. Bilim insanlarının öldürülmesi, ülkenin en değerli sermayesi olan insan kaynağını yok etmektir. Bu savaş, füzelerle olduğu kadar ambargolarla, suikastlarla ve ekonomik kuşatmayla yürütülüyor.
ATEŞ ÇEMBERİNDE İSTİKRARIN SESİ: TÜRKİYE
Bu kaos ortamında, Türkiye gibi bölgenin kadim devletlerine tarihi bir sorumluluk düşüyor. Türkiye'nin pozisyonu, bu çifte standartlı düzenin kendisine karşı bir itirazı temsil etmektedir. Ankara, bir yandan tüm taraflarla diyalog kanallarını açık tutarak gerilimi düşürmeye çalışırken, diğer yandan her platformda meydana gelen uluslararası sistemin iflasını dile getiriyor.
Türkiye'nin rolü, sadece arabuluculuk değil, aynı zamanda adaletin sesi. Uluslararası hukukun herkese eşit uygulanmadığı bir dünyada kalıcı barışın olamayacağını, bir ülkenin güvenliğinin diğerinin güvensizliği üzerine inşa edilemeyeceğini savunmaktır.
Ateş çemberi genişlerken, aklıselimi ve adalet arayışını temsil eden Türkiye gibi istikrar unsurlarının sesi, her zamankinden daha gür çıkmalıdır. Çünkü bu adaletsiz düzen devam ettikçe, Ortadoğu'da barış değil, sadece bir sonraki savaşın tarihi beklenecektir.
Bartu Eken / Haber7
Yorumlar6