Tablet üzerinden üçüncü tapınağın inşası planı!
- GİRİŞ18.09.2025 09:56
- GÜNCELLEME19.09.2025 08:57
Tarih, bazen tozlu raflardan inip bugünün en kanlı siyasetinin merkezine oturuyor. İsrail Başbakanı Netanyahu'nun, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde korunan 2700 yıllık Siloam Yazıtı üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hedef alması, basit bir diplomatik söylem değil. Bu, bir arkeolojik meraktan çok, Kudüs’ün ruhuna vurulmak istenen siyasi bir kazmanın ilk darbesi.
Netanyahu, bu tarihi taşı bahane ederek, asıl niyetini, yani Kudüs'ü tamamen Yahudileştirme ve Üçüncü Tapınak'ı inşa etme hayalini bir kez daha ifşa etti.
HEDEFTE KUDÜS VAR
Peki, bu yazıtın gerçek hikayesi nedir? 1880 yılında, o dönem Osmanlı toprağı olan Kudüs'te bulunur. Osmanlı Devleti, Batılı define avcılarının ve kaçakçıların cirit attığı o dönemde, kendi toprağındaki bu paha biçilmez mirası korumak için en doğru olanı yapar ve eseri, çalınmasın diye İmparatorluğun başkenti İstanbul'a, Müze-i Hümayun'a getirir. Bu, bir gasp değil, bir muhafaza eylemidir. O dönemde İsrail diye bir devletin olmadığını hatırlatmak bile abestir.
İsrail, kurulduğu günden bu yana defalarca bu yazıtı istedi. Karşılığında tekliflerde bulundu. Ancak Türkiye'nin yanıtı, kimin başbakan ya da cumhurbaşkanı olduğuna bakılmaksızın hep net oldu: "Osmanlı mirasıdır, söz konusu bile olamaz." Bu, bir inat değil, kendi tarihine, egemenliğine ve emanetine sahip çıkma iradesidir.
İşte asıl mesele burada başlıyor. Netanyahu neden 2700 yıllık bir taşa bu kadar takıntılı? Çünkü bu taş, onun radikal Siyonist projesinin tarihsel meşruiyetini inşa etmeye çalıştığı bir tuğladan ibarettir. Asıl amaç, o taşın ait olduğu iddia edilen dönemi bugüne taşıyarak, Kudüs üzerindeki mutlak egemenlik hayalini gerçekleştirmektir. Ve bu hayalin son perdesi, Mescid-i Aksa'nın yerine Üçüncü Tapınak'ın inşasıdır.
"Aksa Tufanı" operasyonu, bu kirli planın uygulanması için beklenen bahaneydi. Dünya kamuoyuna "kendimizi savunuyoruz" yalanı pazarlanırken, asıl amaç Gazze'yi insansızlaştırarak direnişin belini kırmak ve ardından tüm dikkatini Kudüs'e çevirmekti. Netanyahu'nun Siloam Yazıtı'nı tam da bugünlerde gündeme getirmesi, bu büyük planın bir parçasıdır. Tarihsel hak iddia et, direnişi terörle eşitle, sonra da hedefe yürü. Strateji bu kadar basit ve acımasız.
ULUSLARARASI HUKUK NEREDE?
Netanyahu'nun "bizim şehrimiz" hezeyanı, sadece tarihi gerçeklere değil, aynı zamanda uluslararası hukuka da aykırı. Birleşmiş Milletler'in 1947'deki "Taksim Planı" bile Kudüs'ü "uluslararası statüye sahip özel bir bölge" olarak tanımlamıştır. 1967'deki işgal ve ardından gelen tek taraflı ilhak kararları, BM Güvenlik Konseyi tarafından defalarca geçersiz sayılmıştır. Yani uluslararası hukuk nezdinde Netanyahu, bir işgalci gücün lideridir ve iddialarının hiçbir hukuki dayanağı yok.
Sonuç olarak, Siloam Yazıtı tartışması, bir arkeolojik mesele değil, teolojik ve siyasi bir savaşın son perdesidir. Bu, sadece bir taşa sahip olma kavgası değil, bir şehrin ruhuna, kimliğine ve geleceğine sahip olma kavgasıdır. Netanyahu'nun bu çıkışı, bir güç gösterisi değil, Gazze'de işlediği soykırım suçlarının ve iç siyasetteki sıkışmışlığının yarattığı bir panik halidir. Ancak bu panik hali, onu daha da tehlikeli yapmaktadır.
Bartu Eken / Haber7
Yorumlar11