Ne olacak bu yarışmalar, ödüller, Doğan Hızlan?

  • GİRİŞ03.01.2014 08:04
  • GÜNCELLEME03.01.2014 12:01

Bir Türk, yurtdışında ödül alınca niçin sevinmeliyim? Buna henüz kendi içimde bir cevap veremedim. Bir sır olarak dünyaya gelişimizin ve tabi olduğumuz renklerin, ırkların bir sevinç ve mutluluk sebebi olması açıkçası içime sinmiyor. Şimdi kalkıp uzun uzun dünya vatandaşlığına övgü dizmenin, kardeş olalım gibi sözler söylemenin anlamı yok. Yeri gelmişken söyleyeyim;  romantizm denen saçmalıktan, mumlardan, karanfillerden de hiçbir zaman hazzetmedim. İyi ki de hazzetmedim. Karanfiller ve hümanizm aynı tencerede kaynatılmalı.

Orhan Pamuk, Nişantaşı yerine Ardahan'ın Çıldır ya da Trabzon'un Sürmene İlçesi'nde dünyaya gelse, babası kahvede çalışan bir adamın oğlu olsaydı bu ödülü alır mıydı; kuşkuluyum. Kuşkumdan vazgeçtim, alamazdı. Zaten Nobel Ödülü'nün temeli aslında sayısız insanın ölümüne sebep olan bomba icatçısının vasiyetine dayanıyor. Nobel Ödülleri denen şey o kadar komik ki ne zaman bir sözü edilse aklıma Luis Bunuel'in "Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği" filmi geliyor. İzlemediyseniz ne demek istediğimi bir gün izleyince anlarsınız.

Bütün bunlardan sonra Orhan Pamuk'un iyi bir romancı olduğunu söylemem gerek. Ama Nobel sahibi olmak için iyi bir roman yazarı olmanız yetmez. Nobel, stratejik ilişkilerin meşrulaşan bebeğidir.

Dünyanın sahipleri tarafından en prestijli ödül olarak belirlenen ama köyde yaşayan ablamın umrunda bile olmadığı Nobel'den sonra Türkiye'ye gelmek istiyorum. Türkiye'deki ödüllere, yarışmalara ve Doğan Hızlan'a.

2005 yılının Aralık ayında ilk şiirim Dergâh Dergisi'nde yayınlandıktan beri içinde bulunduğum edebiyat and (İngilizce bildiğimi göstermek için ve yerine "and" kullandım) dünyası aslında çok eğlenceli. Gıybetler, yalanlar, saf değiştirmeler, hırslar! Tüm bu olanlara on metre yukarı çıkıp bakmaya başladığınızda içinde bulunduğunuz durumların Ece Ayhan'ın şiirinde bahsettiği gibi "Ortadoğu'da el altından satılan atlaslara" benzetiyorsunuz. Ben benzetiyorum, siz de bir ara benzetin.

Bütün bu şamata esnasında ödül mevzuları var ki bana göre en çok çeki-düzen verilmesi gereken de bu ödüller ve yarışmalar.

Öncelikle o kadar çok yarışma ve ödül var ki şimdi saymaya kalkamam. Orhan Kemal'den tutun Eflatun Cem Güney'e, Cemal Süreya'dan Ahmet Hamdi Tanpınar'a kadar düzenlenen yaklaşık 100 tane edebiyat yarışması var. 100 rakamını abartmıyorum. Kişi adlarıyla verilen ödüllerin yanında bir de kurumların verdiği ödüller var.

Ödüllerin teşvik edici bir yanı olduğunu kesin. İyi planlanmış, hak edene verilmiş bir ödülün her zaman kıymeti var. Maalesef Türkiye'de hiçbir ödül ne gerçek hak sahiplerine veriliyor ne de güne hitap edenlere. Menfaate, şahsi ilişkilere dayalı ödüller ancak belediyelerin kültür bölüm müdürleri tarafından rağbet ediliyor. Kitap alımı esnasında önem arz ediyor onlar için. Onun sebebi de şu: Belediyelerdeki kültür müdürlerinin edebiyat, sanat ve kültürle hiçbir alakaları maalesef yok. Bildikleri iki şair var. Necip Fazıl ve Nazım Hikmet. Hatta "en genç şair kim?" diye sorsanız ve çok zorlarsanız Cahit Zarifoğlu diyenlere rastlayabilirsiniz. Böyle olunca arada yanlışlıkla verilen hak edilmiş ödüller ve bu ödülü alan ödül sahipleri de yeterince tatmin olmuyor. Düşünsenize bir takımda oynuyorsunuz; bütün futbolcular amatör ve siz Fenerbahçe'nin yıldızıyken gelmişsiniz. O yıldız ne yapsın?

Daha marazi bir durum var ki; siyasi görüşler de bu ödüller de büyük rol oynuyor. Özellikle sol görüşlü ödül tevzicilerin bu konudaki partizanca tutumları, kendilerinden olmayanları görmemeleri çok saçma. Bunun karşısında duranlar da aynı tavrı gösterince ortaya iki saçma durum çıkıyor. Herkesin ödülü kendine.

Edebiyat, edebiyatın köşe başlarını tutanların oyuncağı değil. Bir an önce bu garip ve düşük seviyeli hareketlere son vermeliler. Bir insan dindar diye yazdığı eser nasıl görmezden gelinemez ve eserin değerini düşüremezse, bir insan sol görüşlü diye de eseri küçülmez. Bu kadar temel bir noktada bile anlaşılamıyorsa neden zarif duyguların pazarlaması yapılıyor?

Aslında son yıllarda birtakım yakınlaşmalar olsa bile Gezi Parkı Olayları'ndan sonra iki görüşü de temsil eden bazı insanların densiz ve akla yatkın olmayan tavırları bu yakınlaşmayı da ortadan kaldırmış gözüküyor. Ama benim görüşüm şu: Vakit, kavgaları ve çekişmeleri bitirmese de kalemi iyi olanların her zaman yanında olacaktır.

Her açılışa, her edebiyat ödülüne, her edebiyat vakasına, her edebiyat çeşnisine, pilavına, bulguruna davet edilen Doğan Hızlan hariç.

Sahi Doğan Hızlan edebiyatın neden her yerinde var ve bütün jürilerin ortasında ve o masada oturuyor?

Bülent Parlak- Haber7

izdiham@gmail.com

twitter:  @bulenttparlak

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat