CAS çeşitleri

  • GİRİŞ13.08.2013 09:12
  • GÜNCELLEME13.08.2013 09:57

Patlak verdiği günden bu yana ülke gündemini sürekli meşgul eden bu skandal hakkında ilgili ilgisiz herkes tabiri caizse ahkam kestiğinden, tam bir bilgi kirliliğinin olduğunu söylemek herhalde çok da yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla; özellikle de hukuki boyutu son derece karışık ve teknik olan bu süreçte yaşananları ve mevcut durumu, şike sürecinin baş aktörlerinden Fenerbahçe kulübü özelinde ortaya koymak isabetli olacaktır. Çünkü soruşturma ve yargılama süreci; bunun bir sporda temizlik operasyonu olmasından öte, bir Fenerbahçe operasyonu olgusunu güçlendirmektedir.

Herşey, yaklaşık 8 aylık teknik ve fiziki takip neticesinde 3 Temmuz 2011 tarihinde Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde eşzamanlı olarak operasyonlar yapılması ve aralarında pek çok ünlü futbolcu ve yöneticinin de bulunduğu onlarca kişinin gözaltına alınmasıyla başladı. Bu operasyondan sonra ortaya çıkan hukuki süreç ise ceza yargısı ve spor yargısı olarak iki farklı kategoride karşımıza çıktı. İstanbul 16.Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ceza yargılamasının yerel mahkeme ayağı, toplam 93 sanıkla görülmüş ve 12 Şubat 2012 tarihinde 48 sanığın çeşitli cezalarla cezalandırılması, 43 sanığın ise beraat etmesi ile neticelenmiştir. Bahse konu yerel mahkeme kararının temyiz aşaması halen Yargıtay nezdinde devam etmektir.

Sürecin ceza yargılamasına ilişkin kısmını kısaca ortaya koyduktan sonra, çok daha karmaşık olan ve gerek hukukçular gerekse spor adamları arasında ciddi fikir ayrılıkları oluşmasına sebebiyet veren "spor yargılaması"ndaki durumun da çerçevesi belirlenmelidir.

Skandalın patlak vermesinin ve cezai yargılamanın başlamasından hemen sonra Türkiye Futbol Federasyonu, TFF nezdinde de ayrıca bir spor/disiplin yargılaması yapılacağını kamuoyuna duyurdu ve süreçte adı geçen kişileri PFDK'ya sevketti. Ayrıca UEFA'da, TFF'ye bir yazı göndererek, şike skandalının merkezini oluşturan Fenerbahçe'nin UEFA Şampiyonlar Ligi'nden çekilmesini bunun için TFF tarafından Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nden men edilmesini istediğini belirtti. TFF bunun üzerine, Fenerbahçe'yi 2011-2012 Şampiyonlar Ligi'nden men etti. Fenerbahçe'nin söz konusu men kararına karşı  TFF Tahkim Kurulu'nda yaptığı itiraz reddedildi ve Fenerbahçe CAS'a başvurdu. Ancak daha sonra, bugün bile asıl sebebi hala tartışılıyor olan bir kararla Fenerbahçe, CAS'ta açtığı davadan feragat etti. Bu süreçte PFDK ve TFF Tahkim Kurulu'nun yaptığı sportif yargılamada ise, şikenin sahaya yansımadığına hükmedildi ve süreçte adı geçen hiçbir kulübe ceza verilmeyip yalnızca bazı şahıslara hak mahrumiyeti cezası verilmekle yetinildi. Mevzuatta çeşitli değişiklikler yapılarak bu kararların alınması ve kamuoyunu tatmin etmeyen bu kararların "şikeyi örtbas" etme girişimi olarak algılanması, ülke genelinde büyük tepkilerle karşılandıysa da, bir süre sonra tabiri caizse normalleşme süreci başladı. Bu arada ceza mahkemesi kararını açıkladı ve ilgilileri şike ve teşvik primi suçlarından suçlu buldu. Karar temyiz edildi, dosya Yargıtay'da beklemedeyken, bunun akabininde UEFA Londra'da bir konferans yaparak burada toplandı ve kendi disiplin talimatında yaptığı değişiklikle, artık ülke federasyonlarının şike ve dopingle, ırkçılıkla ilgili aldıkları kararlara doğrudan müdahil olabileceğini belirtti. Bu konferanstan kısa bir süre sonra ise Fenerbahçe ve Beşiktaş UEFA Disiplin Kuruluna sevkedildi. Disiplin müfettişi "şike vardır; Beşiktaş da Fenerbahçe de UEFA Şampiyonlar Ligi'ne ve Avrupa Ligi'ne katılamaz" dedi. UEFA temyiz mercii de bu görüşü onayladı. UEFA Şampiyonlar Ligi kura çekimleri geldi çattı. Fenerbahçe ve Beşiktaş derhal CAS adı ile bilinen Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi'ne başvurdu ve tedbir kararını aldı. Fenerbahçe 2012-2013 sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi'nde kura çekimlerine katıldı ve UEFA Avrupa Ligi'nde yarı finale kadar yükseldi.

Ancak şike sürecinin sportif yargılamasına ilişkin asıl süreç, daha yeni başlıyordu. Uzun süreden beri ırkçılık, doping ve şikeye karşı sıfır tolerans politikasıyla hareket eden ve bunu ilke edinen UEFA'nın, işin peşini bırakmaya pek de niyeti yoktu. UEFA, 24-25 Mayıs 2013 tarihlerinde İngiltere'de gerçekleştirilen meşhur Londra Konferansın'da radikal kararlar alarak, 'Disiplin Kuralları'na ilişkin mevzuatının 24.maddesinde değişiklik yaptı ve "Irkçılık ve şikeye karşı sıfır tolerans" prensibi çerçevesinde çok ciddi kararlar aldı. Bu tür eylemlerde geri dönük zaman aşımını kaldıran UEFA, eğer yerel federasyon bu olaylara kamu vicdanını tatmin edici cezalar vermezse kendi soruşturmasını başlatabileceğini açıkladı. İşte bu, 3 Temmmuz sürecinin sportif yargılamasının tam da bittiği düşünülürken yeniden alevlenmesinin sebebi oldu. Türkiye'de şikenin örtbas edildiğini düşünenlerin sayısı hiç de az olmadığı gibi, UEFA'da da bu görüş hakim olmuş olacak ki, Londra Konferansı'nda alınan kararların yürürlüğe girmesinden hemen 9 gün sonra, bu değişikliğe dayanılarak Fenerbahçe ve Beşiktaş aleyhine UEFA nezdinde soruşturma başlatıldı ve kızılca kıyamet bir daha koptu. Üstelik, dosyaya 2 yıldır bakan raportörün apar-topar değişip, bu önemli dosyanın, hiç tecrübesi olmayan başka bir stajyere verilmesi de klüplerin kafasını karıştırdı.

Soruşturmanın aşamasının ilk ayağı olan Uefa Kontrol ve Disiplin Organı, soruşturma neticesinde Fenerbahçe'nin 3, Beşiktaş'ın ise bir sezon UEFA turnuvalarından men edilmesine karar verdi. Burada tartışmalı olan noktalardan biri; şahıslar aleyhine herhangi bir ceza verilmeden kulüplerin şike suçunu işlediğine nasıl kanaat getirdiğidir. Şüphesiz ki bu durumun hukuken mantıklı bir izahı bulunmamaktadır. Zira ülkemizin önde gelen saygın spor hukukçuları arasında da bu konuda görüş birliği mevcuttur. Tartışmalı olan bir diğer nokta ise, ekleriyle birlikte bin küsür sayfayı bulan dilekçe ve evrakların bir hafta gibi kısa bir sürede nasıl sağlıklı olarak değerlendirilebildiğidir. Her ne kadar UEFA kura çekiminin yaklaşması, sezonun başlaması ve ilkesel olarak spor yargılamasının hızlı sonuçlandırılması gerekliliği gibi hususlar söz konusu olsa da, kulüp prestiji ve maddi kazancı açısından hayati önem taşıyan bu hususta daha sağlıklı değerlendirme yapılması gerektiği şüphesizdir. Aksi durumda, UEFA'nın objektifliği ve adilliğine gölge düşecektir. Nitekim belirttiğimiz iki tartışmalı husus, daha şimdiden UEFA'yı töhmet altında bırakmaya yetmiştir.

İlerleyen süreçte;  Kulüplerin yaptığı itiraz sonucunda dosya UEFA Temyiz Kuruluna taşındı ve tarihinde Fenerbahçe'nin cezasını 2 sezona düşürüldü. Bu karar karşısında Fenerbahçe, bu sefer de CAS'a başvurdu. Genel görüş, CAS'tan Fenerbahçe'nin lehine bir sonuç çıkmayacağı kanaatinde olmasına rağmen CAS, 18 Temmuz 2013'de UEFA'nın verdiği kararın yürütmesini durdururak, CAS yargılaması bitene kadar Fenerbahçe'nin UEFA turnuvalarında oynayabilmesinin önünü açmıştır.

Yürütmeyi durdurma kararı alınırken UEFA'ya da görüşünün sorulacağı hususu, UEFA mevzuatlarında açıkça öngörülmüştür. UEFA'nın böyle bir karar onay vermiş olması, şüphesiz ki CAS yargılamasında Fenerbahçe'nin haklı çıkması ihtimalinde karşı karşıya kalacağı ciddi tazminat talebinin önüne geçme amacını taşımaktadır. Son olarak CAS yargılamasının tarafların anlaşması neticesinde hızlandırılmış usule göre yapılacağını ve 28 Ağustos 2013'te karara bağlanacağını da belirtmek gerekir. Bu arada hem Fenerbahçe'nin hem de UEFA'nın tahkim için seçtiği hakemlerin, bu olayla birebir benzeyen "PORTO" kararının hakemleri olması da, lehe sonuç çıkacağı yönündeki umutları güçlendirmektedir.

Çağatay Çıtlak - Haber 7

cagatay.citlak@sporas.com.tr

Yorumlar1

  • bulut 10 yıl önce Şikayet Et
    olayları çarpıtma yazar bey. bir sürü ufak tefek çarpıtmaların var ama, en önemlisi porto olayı.. unutma ki CAS porto olayında UEFA temyiz kurulunun verdiği kararı onadı. eşit mesafede ol, adaletteen yana ol, fblilere umut verme, mahvettiniz onları zaten...
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat