Tabiat ikaz ediyor

  • GİRİŞ15.08.2021 09:58
  • GÜNCELLEME15.08.2021 09:58


Kuzey yarı kürenin her yerinde orman yangınları var. Geçen aylarda da başta Avustralya olmak üzere güney yarı küre kavrulmuştu. Sıcaklığın tüm zamanların en yüksek seviyelerine çıktığı 2021 yazı insanlığın ne büyük bir felaketle karşı karşıya olduğuna işaret eden birçok gelişmeyle dolu geçiyor. Türkiye’de de olağanüstü iklim hadiseleri yaşıyoruz. Anadolu’nun ciğerleri üç hafta boyunca cayır cayır yandı. Yangınlar kontrol altına alınmıştı ki, bu kez tarihte hiç görülmemiş ölçüde büyük bir sel felaketi Batı Karadeniz illerimizi vurdu. Her gün yeni bir tabii afetin olması tedirginliğini yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz. Sanki tabiat bizi çok sert bir şekilde ve belki de son kez ikaz ediyor.
Küresel ısınma terimi ilk kez 1896’da İsveçli bilim adamı Svante Arrhenius tarafından kullanıldı. 1950’den itibaren yoğunlaştırdıkları araştırmalarda bilim insanları dünyanın her yıl ısındığı ve bunun büyük iklim değişikliklerine yol açmakta olduğu sonucuna ulaştılar. 1975’te karbondioksit ve metan gazlarının “sera etkisine” yol açtığı bilimsel olarak ispatlandı. Bilhassa NASA tarafından 1980'lerden itibaren yürütülen çalışmalarda sera etkisi ile küresel ısınma arasında doğrudan bağlantı olduğu açığa çıkarıldı. Ozon tabakasındaki incelme ve yırtıkların artmasının ardında gökyüzüne salınan zararlı gazların olduğu ispat edildi.
20. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak her geçen yıl küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkilerini daha derinden hissettik. Yazın aşırı sıcaklar, kışın aşırı soğuklar, buzulların süratle erimesi, görülmemiş ölçüde kuraklık, yıkıcı tayfunlar, devasa hortumlar, yangınlar, seller, toprak kaymaları ve diğer birçok tabiat hadisesi olağanüstü olmaktan çıkarak neredeyse sıradanlaştı.
Karşı karşıya kalınan felaket tüm insanlığı ilgilendirdiğinden ancak tüm devletlerin iş birliğiyle sonuç alınması mümkün olabilirdi. Birleşmiş Milletler öncülüğünde 1992’de Rio’da düzenlenen iklim konferansında, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi oluşturuldu. 195 ülke bu çerçeveye dâhil oldu. Sözleşmenin özünde, taraf ülkelerin atmosfere zararlı gaz salmayı azaltmasına dair düzenlemeler yapması yer almaktaydı. 2005’te yürürlüğe giren Kyoto Protokolü ile tüm ülkelere zararlı gaz salınmasını azaltma mükellefiyeti getirildi. Bununla birlikte başta ABD ve Çin olmak üzere sanayileşmiş ülkelerin çoğu bu sorumlulukları yerine getirmedi. 2015’te Paris İklim Anlaşmasının imzalanmasıyla, Kyoto’ta öngörülenden daha gelişmiş bir küresel iklim koruma mimarisi oluşturuldu. Paris’te belirlenen somut hedefler arasında “küresel ısınmanın 2 derecenin altında tutulması”, “tüm ülkelerin zararlı gaz salınmasını engelleyecek bağlayıcı tedbirler alması”, “tüm tarafların alınan tedbirleri ve sonuçlarını izleyerek raporlaması”, “şeffaf uluslararası gözlem ve denetim mekanizmalarının oluşturulması”, “gelişmiş ülkelerin gelişmekte olanlara yardımcı olması” gibi başlıklar yer almıştı.
ABD Trump’ın başkanlığı sırasında anlaşmadan çekilse de, Biden göreve başlar başlamaz ülkesini bu sisteme yeniden dâhil etti. Hâlihazırda, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraf olan 197 ülkenin tamamı Paris Anlaşması’nı imzalamış durumda. Eritre, İran, Irak, Libya, Türkiye ve Yemen ise anlaşmayı imzalamalarına rağmen henüz yürürlüğe sokmuş değiller. Son olarak Angola ve Güney Sudan anlaşmaya taraf oldular.
Türkiye’nin anlaşmayı onaylamamasının sebebi, anlaşmaya göre “gelişmiş ülke” kategorisinde yer alması ve bu yüzden çoğu ülkeye nazaran daha fazla mükellefiyet altına girecek olması. Bu gerekçenin hassasiyetle yeniden değerlendirilmesi lazım. “Tüm dünyayı ilgilendiren hayati bir konuda, dünya ülkelerinin %99’u bu önemli düzenlemeye taraf olmuşken, dışarıda kalan altı ülke arasındaki tek Avrupa, OECD ve G-20 ülkesi olmak Türkiye’ye ne kadar yakışıyor?” diye kendime soruyorum ve cevap veremiyorum. Dünyanın en gelişmiş 17. ekonomisi olduğumuz gerçeğini unutmayalım. Mamafih uluslararası sözleşmelere taraf olmak tamamen devletlerin kendi iradelerine bırakılmış olduğundan Türkiye kendi istemediği müddetçe, Eritre, İran, Irak, Libya ve Yemen’le birlikte bu sistemin dışında kalmayı elbette tercih edebilir.
İklim alarm veriyor, tabiat her gün ikaz ediyor. İnsanlığın açgözlülüğü ve hırsı yüzünden, mükemmel bir denge içinde yaratılıp canlılara sunulan yeryüzü yaşanmaz bir yer hâline geliyor. Küresel problemler ancak küresel ve samimi iş birliğiyle çözülür. İklim değişikliğinin yıkıcı sonuçlarını en fazla hissetmeye başlayan ülkelerden biri olarak Türkiye sadece Paris Anlaşmasını onaylamakla kalmamalı aynı zamanda dünya çapında yürütülmekte olan ekolojik mücadelenin de lider ülkeleri arasında yer almalıdır. Siyasilerin bugünlerde dillerinden düşürmediği “Z kuşağının” da en önemli gündem maddesi çevrenin korunmasıdır.
Gelecek kuşaklara yaşanabilir bir ülke bırakacaksak, “güvenlik tehdidi” algımızı güncellemeli ve ekolojik güvenlik konseptini de Millî Güvenlik Siyaset Belgemiz içine almalıyız.
 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat