Rusya-Ukrayna krizinde farklı hesaplar

  • GİRİŞ04.12.2022 09:10
  • GÜNCELLEME04.12.2022 09:10


Rusya’nın Herson’dan kontrollü çekilmesinden sonra Ukrayna’nın yeni kazanımlar elde edebilmesinin iki yolu bulunuyordu: Çatışmayı sürdürerek, ilerlemek ya da ateşkes masasına oturmak. Ukrayna ilkini tercih etti.
 
Bu seçimde, Herson’un tahliyesinin Kiev’de Rusya’nın genel ricatının bir öncü işareti olarak yorumlanmasının payı büyük. Şüphesiz bu yorum yüksek bir hata payı içeriyor. Rusya’nın işgal ettiği topraklardan topluca çekilmesi söz konusu değil.
 
Üstelik ilhak kararıyla Rusya’nın parçası hâline getirilen bu geniş alanı tamamen boşaltmaya Moskova’da kimsenin niyeti yok.
Peki Kiev bu manzarayı görmüyor mu?
 
Moskova’nın kendilerini barış masasına “zafer havası içinde” oturtabilmek için Herson’dan çekilmiş olabileceklerini, böylece kendileri için geçici ama “şerefli bir ateşkes” şansı doğduğunu anlamıyorlar mı? Bu tür görüşleri dile getirenlerin hemen “vatan haini” ve “Rusya yanlısı” yaftası yediğini tahmin etmek güç değil. Kiev’in geleceği hakkında karar verenlerin, sadece Kiev’de oturmadıklarını, hatta bu karar vericilerin çoğunluğunun ABD, İngiltere ve AB ülkelerinde bulunduklarını dikkate alırsak, Ukrayna tarafının ateşkes masasına neden mesafeli olduğunu daha isabetli yorumlayabiliriz.
 
Önce iki genel soru soralım: “Savaş ne zamana kadar sürecek?” ve “savaşın uzaması kimin işine yarar?”.
 
Moskova’ya göre, Ukrayna ilhak edilen toprakların Rusya’ya ait olduğunu kabul edene kadar, Kiev’e göre ise Rusya işgal ettiği toprakları tamamen boşaltana kadar çatışmalar devam edecek.
 
İki amacın da tam olarak gerçekleşebilmesi mümkün değil. Karşılıklı olarak verilecek tavizlerle, bir orta yol bulunması gerekir. Herson’dan çekilme hamlesini o yüzden önemsemeliyiz. Ama görülüyor ki, Kiev henüz o noktadan çok uzak. Hâl böyle olduğu için de savaşın ne kadar süreceğini tahmin etmek mümkün değil.
 
Taraflar mevcut siyasi pozisyonlarını sürdürdüğü müddetçe barış masasına mesafeli olacaklar.İkinci soruya gelince, şüphesiz tüm savaşlardan olduğu gibi 10. ayına girdiğimiz Rusya-Ukrayna çatışmasından da büyük çıkar sağlayanlar var. Daha önce “Diplomatik Muhakemede” yazmıştım.
 
Ukrayna, sattığı tahıldan elde ettiği paralarla Batılı tedarikçilerden yüksek miktarda silah satın aldı. ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya kendi stoklarındaki silah ve mühimmatı Ukrayna’ya aktarırken, onların yerine yenilerini almaya koyuldu.
 
Silah firmaları sadece çatışan taraflara değil, bu çatışmanın meydana getirdiği tehdit algısını iliklerine kadar hisseden ülkelere de satış yapıyorlar. Almanya gibi, sanayileşme ve gelişmişlik seviyesini on yıllardır sürdürdüğü, silahlanmaya sınırlı kaynak ayırma siyaseti sayesinde tutturmuş olan bir devlet bile büyük bir silahlanma hamlesi yapacağını ilan etti.
 
100 milyar avroyu silah alımına harcayacağını ilan eden üçlü koalisyon hükûmeti, ABD’den F-35 uçakları ve ağır nakliye helikopterleri satın alacak.
 
Fransa-Almanya ortak yapımı olan hava savunma sistemleri ve ağır muharebe tankları da listede yer alıyor. Herhâlde Almanya’ya silah satacak firmalar bu karardan büyük memnuniyet duymuşlardır. Ama 100 milyar avronun Almanya’ya yetmeyeceğini, Alman Genelkurmayının talep ettiği insansız hava araçlarını, denizaltıları ve 20.000 ek askeri finanse etmek için daha çok bütçe ayrılması gerektiğini düşünenler var.
 
Diğer taraftan Fransa’dan Polonya’ya, Avrupa’nın tamamında savunma bütçelerinde görülen artışlar silah üreticilerinin yüzlerini güldürdü! Muhtemelen önümüzdeki yıl yapılacak NATO Zirvesinde Genel Sekreter, “üye ülkelerin Gayrisafi Hasılalarının en az %2’sini silahlanmaya ayırmaları” kuralını hatırlatma ihtiyacını duymayacak.
 
Diğer yandan, Rusya’ya uygulanan yaptırımların bumerang etkisi oluşturduğu da ortada. Her yerde ama bilhassa sanayileşmiş ülkelerde artan enerji fiyatlarındaki artışlar üretim maliyetlerini olağanüstü şekilde artırırken, Rus doğalgazına alternatif enerji kaynakları arasında nükleer enerjinin yeniden popülerlik kazanmaya başladığı görülüyor.
 
Çevrecilerin son 40 yıl boyunca verdikleri mücadele sonunda sayıları azaltılan ve tamamen kapatılma noktasına gelen nükleer santraller bazı ülkelerde “kurtarıcı” olarak görülmeye başladı.  ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşındaki temel çıkarının, Rusya’nın iyice yıpranmasının ve Avrupa ülkelerinin savunma açısından ABD’ye bağımlılığının vazgeçilemez hâle gelmesinin temin edilmesi olduğu anlaşılıyor. Bununla birlikte, Çin ve Hindistan’ın yaptırımlara katılamayarak, Rusya ile ilişkilerini ısıtmaları Washington’u tutumunu gözden geçirmeye itebilir.
 
Zira uzun vadede asıl tehdit olarak Çin’i gören ve bu ülkeyle küresel bir mücadeleye hazırlanan ABD’nin, Rusya’yı bu kadar çok Çin’e “iteklemesi” kendi hayrına değil. Biden’ın, son dönemde, Putin ile barış için görüşmekten bahsetmesinin arkasında bu endişe olabilir. Ama savaşın bitmesini istemeyen çıkar odakları, ateşkesin sağlanmaması için ellerinden geleni yapmaya devam edeceklerdir.
 

Türkiye

Yorumlar1

  • İbrahim Alkılıç 1 yıl önce Şikayet Et
    Yazar; "Kiev’in geleceği hakkında karar verenlerin, sadece Kiev’de oturmadıklarını, hatta bu karar vericilerin çoğunluğunun ABD, İngiltere ve AB ülkelerinde bulunduklarını" ifade etmiş. Kafkasya'daki kapanması gereken yarayı (Ermenistan) açık tutmak için uğraşan Avrupa ve Amerika'daki çıkar grupları değil midir? Yani her yerde aynı manzara, aynı devletler.
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat