Soğuk Savaşı eriten sıcak konuşma

  • GİRİŞ17.01.2011 07:56
  • GÜNCELLEME17.01.2011 07:56

Woodrow Wilson’a bir konuşmasını yazmasının ne kadar sürdüğünü sormuşlar. ‘’Valla, garagözlüm konuşmasına bağlı. 10 dakika konuşacaksam, yazmak için en az 1 haftaya ihtiyacım var. 15 dakikalık konuşma için 3 güne, yarım saatlik konuşmayı yazmak için 2 gün hazırlığa ihtiyacım var. Eğer 1 saatten fazla sürecek bir konuşma yapmamı istiyorsanız hazırım, şimdi yapabilirim.’’ demiş. Yayın Yönetmenimiz Yaşar Bey tebessüm eder bunu okursa. Çünkü, yazılarımın uzunluğu sebebiyle aramızda, ‘kısa yazı yazmak için yeterli vaktim yok’ şakası gider gelir.
 
Minbere çıkmış bir devlet görevlisi edasıyla diyeyim, bugünkü yazımızın konusu, ‘’20’nci yüzyılın en önemli politik konuşmalarından biri’’… Ancak, çok konuştuğumu konuşmayacaksanız, o konuşmayı konuşmadan önce başka bir konuşmacının konuşması vesilesiyle konuşacaklarım var..!
 
Bir an için boş bulunup da bana yaşayan politikacılar içinde en iyi hatip kim diye sorma hatası yaparsanız, 1 saniye düşünmeden Barack Obama derim ve orda durmam. Hayatım boyunca, hiçbir politikacıyı böyle ağzı açık dinlediğimi hatırlamıyorum. Kelimelerine kadar özenle seçilmiş cümleler, berrak bir düşünce örgüsü, entelektüel altyapı, akıcılık, yerli yerinde bir mantık, dozunda mizah, dozunda hiddet, dozunda mülayemet, dozunda devlet, dozunda millet, dozunda Mississippi…  Gerçi NPR’ın sevdiğim isimlerinden Garrison Keillor, ‘’İngilizce hatipler için en mükemmel dil. Cümleye başladığınızda, devamında ne demenizi düşünmeniz için yeterince zaman veren bir cümle yapısı var’’ diyerek,  tümleci en arkaya atan dille alakalı meseleye esprili bir yaklaşım getiriyor ya neyse...
 
Obama’nın bu konuşmalarının ne kadar icraata yansıdığı da ayrı bir tartışma ve şu anda mevzum bu değil. Birçoğunuz, ABD’de ‘beyaz ırkçısı bir fanatik olduğu düşünülen’ bir manyağın, bir Kongre üyesine suikast düzenleyip ağır yaraladığından, biri 9 yaşında bir kız çocuğu, biri Federal hakim olmak üzere 6 kişiyi öldürdüğünden haberdarsınızdır. Ancak, pek muhtemelen, ABD devlet yönetiminin ve devlet başkanının, bu ‘politik motifli’ vahşi saldırıya nasıl bir tepki verdiğinden etraflıca haberdar değilsiniz.
 
ABD’yi sarsan bu cinayetten sonra Obama’nın ve ABD devlet yetkililerinin tavrı bana, nedense 17 Mayıs 2006 tarihinde Danıştay 2’nci Dairesine yapılan kanlı baskın sonrası yaşadıklarımızı hatırlattı. Nerdeyse vuku buldukları sabah saat 10 civarına kadar birçok benzerliği de içinde taşıması sebebiyle, bence üzerinde çok durulması gereken iki olay. Olayın sebeplerini tartışmıyorum, cinayetten sonra devletin ve Amerikan toplumunun verdiği ‘çağdaş’ tepkiden sözediyorum. En önemlisi de devletin başı olarak Obama’nın Çarşamba günü yaptığı muhteşem ‘’birleştirici’’ konuşmadan.
 
Geçtiğimiz Çarşamba günü, olayın meydana geldiği Tucson’da yapılan bu konuşma Türk medyasında çok ilgi çekmedi ama Amerika 5 gündür bu konuşmayı konuşuyor.
Düşünün, tutucu kesimlerin hala hazmedemediği sağlık sigortası reformunu yapan Kongre’nin bir üyesi, Demokrat Kongre üyeleri aleyhinde Cumhuriyetçilerin ve özellikle de tutucu Çay Partisinin oldukça yükselttiği bir tepki dalgasının tam ortasında, ABD tarihinde nadir görülen bir şekilde suikaste uğruyor. Bir de buna, Cumhuriyetçi bazı sivri kalemlerin Obama’yı, ABD tarihinin en marjinal en, en radikal başkanı ilan ettiğini ve ‘’komünist’’, ‘’gizli Müslüman’’, ‘’babasız’’, ‘’ecnebi’’, ‘’anti-Amerikan’’ gibi yaftalarla yaftaladıklarını ekleyin. Ne beklersiniz? Bu cinayetten sonra artık şöyle okkalı bir cevap beklersiniz değil mi?
 
Ancak Obama, Çarşamba günü, ABD’de bugüne kadar kendisine en sert tepkiler gösteren insanların bile kalbine dokunan, onları da sahiplenen bir konuşma yaptı. Bazı destekçilerinin tutuculara yüklenmesini beklediği konuşmasında, İncil’den de alıntılar yaparak, bütün ülkeyi ortak bir duyguda birleştirmeyi başardı. Bana en muhteşem gelen tepkisi ise, ‘devletin başı’ olarak, bu anlamsız ve saçma cinayetin, ülkede yükselen politik tansiyonun sonucu olarak gösterilemeyeceğini vurgulamasıydı. Bunun, hasssaten cinayet işlemeye meyilli yeni manyaklara politik meşruiyet kazandırmak olacağını bilecek kadar sosyal psikolojiye vakıf bir ‘devlet aklının’ göstergesi bu yaklaşım… Obama’nın kendisi de bir yönüyle saldırıya uğrayan tarafta olmasına rağmen, bu cinayetin toplum kesimleri arasında birbirlerini suçlayıcı yeni bir vesile olarak kullanılamayacağı yönündeki uyarısı ise konuşmasını taçlandırdı.
 
Obama ve Sezer’in farklı tavırları
 
Bu cinayeti tepe tepe kullanma fırsatı ayağına kadar geldiği halde, ‘ucuz fırsatçı’ bir politikacı olmak yerine, uygar bir devlet başkanı olmayı tercih ederek, ancak manyakların işleyebileceği bir cinayet ile ne kadar aleyhine olursa olsun politik söylevleri birbirinden ayırmasına şapka çıkardım. Obama bu konuşma için tam 4 gün bekledi. Ondan önce sadece üzüntüsünü bildiren ve olay hakkında bilgi veren kısa bir açıklama yapmıştı. 4 gün sonra ise, ‘cinayetin’ bir politik dizayn için fırsat olarak kullanılmasını eleştiren, kendisini en çok eleştiren kesimlerin de ‘başkanı’ olduğunu gösteren, birleştirici bu konuşmayla ortaya çıktı.
 
Tabii ki ister istemez aklıma, Danıştay Saldırısının daha birinci dakikasında, ülkede tek bir kimsenin bile sempati duymadığı o vahşi suikasti ülkenin en az yüzde 50’sinin sırtına yıkarak, kamplaşma ateşine benzin döken cumhurbaşkanımız geldi, üzüldüm.  Oysa kendisinin 25 Mayıs 2000 tarihinde Yüksek Mahkememizin başı olarak yaptığı hukuk devleti konuşması başucu metinlerimden biridir.
 
Bir elalemin ‘solcu’ başkanının tavrına bakıyorum, bir de sayın cumhurbaşkanımızın tavrına…
Bir, solcu federal hakim John Roll’un, tepki ve üzüntülerine hiçbir politik istismar ve hüküm cümlesi katmamaya özenle dikkat eden hukukçu arkadaşlarına bakıyorum. Bir de, Danıştay saldırısının daha ertesi günü, ‘suçluyu tespit edip milyonlarca insan hakkında hükmünü vermiş’ halde öfkeyle, önce Anıtkabir’e ordan da öfkeyle meydanlara yürüyen Danıştay, Yargıtay, Baro üyelerini düşünüyorum. Bir, cenaze törenlerine katılan Cumhuriyetçilerin ellerini tutarak cinayeti işlevsiz hale getiren Demokratlara bakıyorum, bir de Danıştay üyelerinin cenazesine katılan rakip partilileri cenazede tekme tokat kovalayan azgın güruha… Elbette ki ne CHP’yi Demokrat Partiye ne de AKP’yi Cumhuriyetçi Partiye benzetmiyorum. Ya da, cinayetlere tepkisiz kalınmasını da savunmuyorum. Dikkat çekmeye çalıştığım uygar ve bilinçli tavır ile kullanılmaya çok müsait sürü psikolojisinin sonuçları arasındaki fark…
 
Yanlış tepki katillere ödüldür
 
Buna bakınca kanlı cinayetlerin neden bazı toplumlarda münferit çılgınlıklar olarak kalırken neden bazı toplumlarda siyaset mühendisliğinin vazgeçilmez enstrümanı olarak devam ettiğini daha iyi anlıyorum.  Ve bu hastalıklı yapımız bir kesime özgü değil.
 
Bir coğrafyada ‘şehit cenazeleri’nden siyasi hesap devşirmeye kalkan, kanla beslenen fırsatçılar olduğu sürece, ‘şehit cenazeleri’yle siyasete yön vermek isteyen odaklar da olacak. Bir ülkede, aydınların kanı üzerinden siyasal ve kamplaştırıcı fırtınalar koparacak bir kamuoyu, medya yapısı olduğu sürece, fırtınaya ihtiyacı olduğunda aydınların kanını ‘’akıttırmaktan’’ çekinmeyecek vampirler de yaşamaya devam edecek.
 
Obama, zor zamanda yaptığı tarihi bir konuşmasıyla gerçekten bir lidere dönüştü. 2 yıldır kendisine ‘başkan’ demeyen tutucu hırbo Glenn Beck bile, ‘’Sayın Başkanım, dün ülkemizin başkanı oldun. Teşekkür ederim’’ demek zorunda kaldı.
 
20’nci yüzyılın en önemli konuşmalarından biri
 
‘’Peki, 20’nci yüzyılın en önemli konuşmalarından biri hangisiydi’’ deyip, beni sadede çekmenizin vaktidir. Konuşmayı yapan kişi ABD’nin 34’ncü başkanı Dwight Eisenhower. Namı diğer ile ‘Ike (ayk)’’… 1953 başında Harry Truman’dan devraldığı başkanlığı 8 sene sonra 1961 başında John F. Kennedy’e teslim eden Ayzınhavır, İkinci  Dünya Savaşının kilit askerlerinden biridir ve Amerikan tarihinde ‘’5 yıldızlı orgeneral’’ olan 5 orgeneralden biridir. 11 Eylül 1941 tarihinde temeli atılan meşhur ‘Pentagon (beşgen)’ un, 5 köşeli, 5 katlı ve 5 bağlantı koridorlu olmasında, İkinci Dünya Savaşında 5 yıldız verilen bu 5 ağır orgeneralle ilgisi var mı bilmiyorum. Bu orgenerallerin, George Marshall, Douglas MacArthur, Dwight Eisenhower, Henry Arnold ve Omar Bredley olduğunu biliyorum. Bizim ‘beşibiryerde’ bunlardan mı esinlendi onu hiç bilmiyorum. Beş beş konuşmayı bırakıp mevzuma geliyorum.
 
İkinci Dünya Savaşında Avrupa’yı ‘kurtaran’ Ayzınhavır, 1951 senesinde NATO’nun ilk başkomutanı oldu.  1952 senesinde ise, Cumhuriyeti Partinin adayı olarak ‘komünizme, Kore’ye ve yolsuzluğa karşı kutsal savaş’ motifli kampanyasıyla Demokrat rakibi adamım Adlai Stevenson’a (daha önce söz vermiştim ama hala anlatma fırsatı bulamadım bu renkli adamı)  karşı ezici bir zafer kazanıp, Demokratların 1932’den beri süren Beyaz Saray hakimiyetine son verdi.  
 
Ayzınhavır, Türkiye’yi ziyaret eden ilk ABD başkanıdır aynı zamanda. 27 Mayıs darbesinden 6-7 ay kadar önce 6-7 Eylül 1959 tarihinde çıktığı 18 günde 11 ülkelik Avrupa-Asya turu çerçevesinde Ankara’ya da uğramıştır.
 
Bundan yaklaşık 1 yıl sonra da, kendisinin Başkan yardımcısı Richard Nixon’u yenen John F. Kennedy ABD başkanı seçilmiştir. İşte benim 20’nci yüzyılın en önemli konuşmalarından biri dediğim bu çok çok önemli konuşma da bu seçimden takriben iki ay sonra yapıldı. Bugün yani 17 Ocak, bu konuşmanın tam 50’nci yıldönümü. Bütün ülke ABD başkanlığına ilk defa bir Katoliğin seçilmesininin heyecanı ve hayhuyu içinde olduğu için aslında bu konuşma o günlerde pek dikkat çekmedi. Konuşmanın ne kadar önemli olduğu yıllar sonra anlaşıldı ve sayısız akademik ve politik metine referans haline geldi.
 
Dikkat, ‘endüstriyel askeri kompleks’ çıkabilir!
 
Ayzinhavır, veda konuşmasında Amerikalıları, ülkelerini, özgürlüklerini ve demokrasilerini tehdit edebilecek bir düşmana karşı uyarıyordu. Bu ‘potansiyel’ düşman ne Sovyetler ne Çin ne de başka biriydi. ‘’Endüstriyel askeri kompleks’’ dediği, silahlı kuvvetler, Pentagon ve onları donatan silah sanayi üçgenindeki ilişki ağıydı. Bu uyarıyı bir komplo teorisi yazarının değil, bu ilişki ağını ve görünmeyen yüzünü çok iyi bilebilecek konumda parlak bir asker ve şahin bir Başkan’ın yapması, konuşmayı sıradışı yapan en önemli yapan özellik. 
 
Ülkenin askeri harcamalarının ve askeri savaş endüstrisinin devasa boyuta gelmesinin ABD için bile yeni bir tecrübe olduğuna dikkat çeken Ayzınhavır’ın kullandığı ‘military-industrial complex’ ifadesi, sonraki yıllarda silah sanayi – ekonomi – politika ilişkisinin en çok kullanılan kavramlarından biri oldu.
Ayzınhavır’ın bu konuşmasıyla meşhur ettiği önemli kavramlardan biri ise, ‘unwarranted influence (gayrimeşru tesir)’ ifadesidir.
 
Savaş partisinin gayrimeşru tesiri
 
İkinci Dünya Savaşının da etkisiyle ordunun, Amerikan politik, ekonomik ve hatta manevi hayatının merkezine yerleştiğine dikkat çeken Ayzınhavır, ‘’Böyle bir amaçları olsa da olmasa da, askeri sınai kompleksinin devlette gayrimeşru tesir kazanmasına karşı tetikte olmalıyız. Böylesi yersiz bir gücün büyüme potansiyeli var ve bunda ısrar edecek. Bu ittifakın demokratik gelişimimizi ve özgürlüklerimizi tehdit edecek boyuta gelmesine izin vermemeliyiz’’ diyordu.
 
Ancak, ekonomide ‘askeri Keynesyan’ bakış altın çağını yaşıyordu. Bu anlayışa göre devletin askeri harcamaları ekonomiyi büyütürdü. Kennedy bile 3 yıllık döneminde bu politikaları sahiplendi. Ta ki Jimmy Carter’a kadar. Carter, tarihçi Michael Sherry’nin ‘’1930’lardan beri savaşın gölgesindeki ABD’’ adlı kitabında anlattığına göre başkanlığına, ‘’Amerika’nın askerileştirilmiş geçmişiyle bağını koparma gayesiyle’’ başladı. Ancak, başkanlığı, etkili ve geniş bir koalisyon karşısında dördüncü yılda suya düştü. Savaş partisinin bugün bile Carter’a hıncı dinmiş değil. Reagan’ın başkanlığı ise askeri sanayi kompleksin altın yılları oldu. Clinton döneminde sönmeye başlayan ikbal, 11 Eylül’ün ateşinde yeniden parladı. Arjantin’in geçtiğimiz günlerde ölen devlet başkanı Nestor Kirchner, geçen yıl film yönetmeni Oliver Stone ile yaptığı sohbette,  George W. Bush’un Meksika’daki Amerikalar Zirvesi sırasında kendisine, ‘’Ekonomiyi düzeltmenin en iyi yolu savaştır’’ dediğini söylemişti.
 
Entelektüel merakın yerini güvenlik alırsa
 
Ayzınhavır’ın bu konuşamasında beni şaşırtan bir başka uyarısı da, insanlığın gelişiminden çok, devletin etkinliğini artırmaya matuf bilimsel çabaların demokrasiye ve özgür topluma oluşturacağı tehdide dikkat çekmesi. ‘’Özgür üniversite’’nin tarihsel olarak özgür düşüncenin ve bilimsel keşiflerin kaynağı olduğuna dikkat çeken Ayzınhavır, devletin kendi etkinliğini pekiştirmek için aktardığı devasa kaynakların desteklediği ‘özel amaçlı’ araştırmaların, üniversitelerde ‘’entelektüel merakın’’  yerini almasının, kamu politikasının ‘bilimsel-teknolojik bir elit heyetin kontrolüne geçmesi sonucu doğuracağı uyarısında bulunuyor.
 
Şimdi diyeceksiniz ki 8 sene başkanlıkta tam tersini yaptıktan sonra bu konuşmayı yapsan ne yapmasan ne… Valla, sinirlenmeye gerek yok derim. Burda, kendi aramızda adamın tespitlerini konuşuyoruz. Ama haklısın da derim.
 
Soğuk Savaş ne kadar soğuktu?
 
Şimdi tüm yaşananlardan sonra, ‘’bütün Soğuk Savaş, askeri sınai kompleks’in bütçelerin kendisine akmasını temin için bilinçli ürettiği bir hayalet savaştı’’ diyerek İke’a fena bindirenler de var. Misal libertaryan politik analist Lew Rockwell, ‘’İke’ın askeri sınai kompleksten endişe ettiğini düşünmek saçma. O bu yapıya gönülden bağlıydı’’ diyor. Bütün soğuk savaş ideolojisinin Harry Truman ve danışmanlarınca 1948 yılında hazırlandığını iddia eden Rockwell’e göre Soğuk Savaş fikrinin amacı da, ‘’İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan silahsızlanma ve savunma bütçesini azaltma baskısından kurtulma ve kamusal harcamalara bağımlı Amerikan sanayi şirketlerini korumak’’…
Amerikalılar, 1948’e gelindiğinde bir sabah daha 2-3 yıl önce Japonya ve Almanya’ya karşı müttefikleri olan Sovyetlerin en azılı düşmanları olduğunu öğrendiler. Oysa Avrupa’nın bütün doğusu bu ittifakın ödülü olarak Sovyetlere bırakılmıştı.
 
Korku imparatorluğu kimi büyütür?
 
Rockwell, Sovyetlerin İkinci Dünya Savaşı sebebiyle maliyesi iflas ettiği için Nikita Kruşçev’in birinci büyük açılma dalgasını başlattığına vurgu yaparak, ABD’nin o dönemde bu açılımı bilinçli olarak hem desteklemediğini hem de bunu kendi kamuoyunda ve Batılı toplumlardan saklayarak kendi ülkesinde bir tür devlet rejimi inşa edebildiğini iddia ediyor. Ayzınhavır, 8 yıllık başkanlığı süresince Truman’dan devraldığı bu kompleksi büyüttü. Ve askeri anlayış sadece kışlalarda kalmadı bütün Amerika’ya yayıldı bu dönemde. Ülkedeki bütün okullar, çocuklara gün aşırı, Sovyetler başlarına bomba atarsa ne yapacakları tatbikatlarıyla birer korku yuvasına çevrildi. Bugün ‘baby boomers’ olarak adlandırılan bütün bir kuşak irrasyonel korkular ve hayali düşmanlarla büyüdü. Bugün Amerika’nın, mimarı Ayzınhavır’ın adıyla anılan muhteşem otoyol sistemi bile, insanlar ve malların emniyetli hızlı dolaşımı için değil, askeri birliklerin hızlı sevkiyatı için inşa edilmeye başlanmıştı. İke’ın ilham kaynağı ise yine aynı amaçlarla Hitler’in Almanya çapında büyük otoyollar inşa etmesiydi.
 
Ancak ben ‘insan’a inanırım. Fikirlere, düşüncelere ise bunları dile getiren ‘insan’dan bağımsız bakmaya çabalarım. İke, ta 20 ay önceden Malcolm Moos’a ‘manşetlere girecek bir konuşma’ peşinde olmadığını söylemişti. Tarihe bir mesaj bırakmak istiyordu. Nitekim, 17 Ocak 1961 günü akşam 20:30’da televizyondan yapılan konuşma ertesi günü gazetelerde çok sıradan bir haber muamelesi gördü. Bütün ülke 3 gün sonra Beyaz Saray’ı devralacak genç başkana odaklanmıştı.
 
İke, küçülen dünyada nefret ve silahın, entelekt ve diyaloğun yerini almasından yakındığı konuşmasının sonunda, ‘’Cuma günü, öğle saatinde yeniden normal bir vatandaş olacağım. Bunu yapacağım için gururlu ve hevesliyim. İyi akşamlar’’ dedi. Konuşma bitti. 3 gün sonra İke’ın başkanlığı bitti. Ancak ‘’Soğuk Savaş’’ 30 yıl daha sürdü. Soğuk Savaş biterken Sovyet Komünist Parti yöneticilerinden biri, bu meşhur ‘askeri endüstriyel müesses nizam’ın temsilcilerine, ‘’Size en büyük kötülüğü yapacağız. Sizi düşmansız bırakacağız’’ diye sesleniyordu. Mezkur ‘establishment’ın bunu duyduğundan emin değilim. Zaten kendisi, Soğuk Savaş’ın hemen ardından ortaya çıkıveren ‘yeşil tehlike’ye ABD’yi ve dünya devletlerini ikna etmekle meşgul.
 
İke zamanında konuşmadığı için Soğuk Savaşı bitiremedi. Obama, zamanında konuşmasıyla, kendi ülkesinde kutuplaşacak bir Soğuk Savaşı erimez dereceye gelmeden eritti. Darısı, bizim kutup gibi Soğuk Savaşımızın başına… 
 
Cemal Demir'in haberi - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com

Yorumlar8

  • Hasan Seyre 14 yıl önce Şikayet Et
    Sevgili Abdullah kardeşim inan doğru söylüyorsun... kabul ederse Esra Elönünün müridi olmaktan gurur duyarım..ancak o yarı İslamcı olduğu için sizden sayılıyor..ben ise..tam tabiatçıyım, tesadüfçüyüm, kendi kendine oluşlara takılıyorum..Yani bir şeye bakarken sanatkarı hesabına değil eşyanın kendi manasını esas alırım..Eneyi vahidi kıyasi yaparak binlerce fununu anlamaya çalışırım..aklım maddede boğulduğu için maneviyat dünyası benden cennette serinleyeceğiniz arşın gölgesi kadar uzaktadır.yani müslümanların dilinden söylersek..materyalist sayılıyorum..
    Cevapla
  • Kamil 14 yıl önce Şikayet Et
    çok uzun yazıyorsunuz ))). hitabet sanatında çok söz hiçbir zaman iyi görülmez,ilgiyi azaltır,gereken etkiyi tersine çevirir,sıkar,uyku getirir,hele bizim gibi ufacık yerlere yorum yazacak kişileri daha zor duruma düşürüyor,şimdi ben hangisine yorum yazayım? hadi obama sezer kıyaslamasına yazayım,sezer politikacı değildi ve gökten indirildi,obama ise seçildi,şimdi kılıçtaroğlu aynı durumda memurluğuyla öğünen kemalin aklına politika ile memurluğun ayrı bir iş olduğu gelmiyor ve sürekli saçmalıyor,bu iş o kadar kolay bir iş değil
    Cevapla
  • Sabit Kal 14 yıl önce Şikayet Et
    Amerika, istediği kadar iç barışı korumaya korusun, Ebu Garibler,. Felluceler, Bagramlar, Guantanamolar ve yeri yurdu bilinmeyen nice işkencehaneler, katliamhaneler, ırza tecavüzhaneler, Drone hedefi masum insanların ahı, Amerikanın yakasını asla bırakmayacak. Eski Mısırı, Romayı, Bizansı, Farsı, Moğolu yıkan zulüm onlarından yakasını bırakmayacak, kurbanlarının ahı beyinlerinde zonglayacak ve kendi içinde sapık, katil, zalim insanlara oluşturup kendini onlar eliyle yıkacaktır. Anlattıkları 11 Eylül masalı başlarına gerçek 11 Eylülleri geçirecek ve tarümar olacaklar
    Cevapla
  • güven kurtul 14 yıl önce Şikayet Et
    Tavsiyeye ben de uydum. Yorumcu Bülentcan Gönençin tansiyesi ile winampı açtım. Loreena Mckennitt ablamızdan naif tıngırtılar dinlerken birden parça değişti ve tatlı bir sesten ^domdom kurşunu^ türküsü çalmaya başladı. tüm konsantrasyonum altüst olmuştu ki ^tesadüf yoktur tevafuk vardır oğlum^ diye düşünerekten çıkan türkünün sözleri üzerinde kafa patlatmaya başlamıştım ki Cemal Demirin fazla bilgi yüklemelerinden ötürü kayışı koparmak üzere olduğumu farkedince şimdilik yırttık bakalım.Darısı sonraki yazının okunmasına...
    Cevapla
  • Hasan Seyre 14 yıl önce Şikayet Et
    Ben Mc Arthurcuyum abi... Arkadaşın önerisi üzerine Slow müziği koydum cd ye ve bachtan uzun Singet dem Herrni dinlemeye başlarken.makaleye bir göz attım.Sonunda bende taraf olamaya karar verdim. Pasifik orduları komutanı Arthurda karar kıldım. Belki bunda altı ay önce cnbc prime time de izlediğim the pasifik inde etkisi var sanırım. İlionesli, oklohamalı ve carolonyalı gençlerin Guadal Canaldaki çarpışmaları gözlerimin önünden gitmezken cigara içişleri tam acılık.Her milletin genci değerlidir. Meçhul kahramanlara fatiha okuyacağım.
    Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat