Kimin yaşadığı bilinmeyen Ortadoğu ülkesi

  • GİRİŞ20.01.2011 07:48
  • GÜNCELLEME20.01.2011 07:48

Sadece Türkiye’de değil dünyada da bazı konular var ki herkes bildiğini ya da en azından ‘bilindiğini’ düşünür. Ancak kimse bilmez, bilinmediğini de bilmez. 

Bilgi felsefesinde ve ‘karar teorisi’nde gözlemcinin karar aşamasında varlığından haberi olmadığı verilere, ‘’unknown unknown (meçhul meçhuller)’’ denir. ‘’Kurban ne anlatıyorsun’’ diyeceksiniz.

Sokrates, benim şimdi düştüğüm duruma düştüğünde, ‘Abicim hen oída hoti oudén oída’’ dermiş. Yani, ‘’Abicim, ben ne bildiğimi biliyor muyum…birşey biliyorsam o da hiçbirşey bilmediğimdir’’.

Bildiğim, siyasette, özellikle de uluslararası siyasette bazı gerçekler, bilinmesi kudretlilerin işine gelmediği için kimsenin bilmediği, kimse bilmediği için de bilmediğimizi bilmediğimiz bazı şeyler var. ‘’Hah, böyle açık seçik anlat ki bilelim kardeş’’ dediğinizi duyar gibiyim. Anlayışlı dost memnuniyeti velinimetimizdir. Sağolun. 

Aslında daha anlaşılır ve hiç şüphesiz daha keyifli bir mevzu yazmaya hazırlanıyordum ancak, aciliyet kesbettiğine inandığım için, ‘muhitimin’ dışına çıkıp,  dostlarımın gündemine bilip bilmeme mevzusunu getirmekten kendimi alamadım.

Bilmem bilir misiniz ya da durup dururken bilmek ister misiniz ama Irak Savaşına giden süreçte dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in kullandığı bir cümle sonraki yıllarda bu süreçle ilgili en çok hicvedilen cümlelerden birine dönüşmüştü.

Delil dediğin nedir ki, bilsen ne bilmesen ne…

Gazetecilerin, Irak’ın kitle imha silahı ürettiğine ya da teröristleri desteklediğine dair ellerinde her hangi bir delil olup olmadığı yönündeki sorusuna Rumsfeld’ın 12 Şubat 2002 günü verdiği unutulmaz cevap şöyle:

’Hiçbir delil olmadığını söyleyen haberler raporlar bana tuhaf geliyor. Çünkü hepimizin de bildiği gibi, bildiği bilinen şeyler var; Bazı şeyler var ki bildiğimizi biliyoruz. Aynı zamanda bazı bilinmez bilinenler olduğunu biliyoruz. Bir başka deyişle, bilmediğimiz bazı şeyler olduğunu biliyoruz. Ve aynı zamanda, bilinmediği bilinmeyen şeyler de var. Bilmediğimizi bilmediğimiz şeyler bunlar… Ve ülkemizin ve diğer özgür ülkelerin tarihine bakıldığında bu en sonuncuların en zor kategori olduğu görülecektir.’’

Bir de benim yazıya girişimi karmaşık buluyorsunuz. Koskoca bakanın açıklamasına bakın hele… Rumsfeld, hepimize Baba’yı hatırlatan bu sıkıntılı cevabıyla, uluslararası ilişkilerde gerçeklerin çok da önemli olmadığını anlatmaya çalışıyordu... ‘’Gücün borusu öter arkadaşım. Ne bilinmesini istiyorsak sadece o bilinir, bu böyle biline..!’’.

Bilmek ya da bilmemek, işte bütün mesele!

 Peki Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun günlerdir neden ‘’Lübnan aşağı Lübnan yukarı’’ bir gündeme sahip olduklarını biliyor musunuz? Birkaç Batı kaynaklı magazinel habere bakacak olursak, ‘’Türkiye’nin Ortadoğu’da artan önemini göstermek için’’ bu kadar çırpınıyorlar.  Acaba bu kadar basit mi? Lübnan hakkında bilmediğimizi bilmediğimiz şeyler, bildiğimizi bildiğimiz şeylerden daha fazla olduğu için, işin magazinel boyutu çoğumuza  yetiyor olmasın.

Lübnan, Ortadoğu’nun en kilit ülkelerinden biridir ve abartma hakkımı kullanarak diyorum Ortadoğuyla beraber bütün dünyayı tutuşturabilecek bir ülkedir. Gazete haberleriyle sınırlı bilgim ve hislerim beni yanıltmıyorsa, Başbakan da, Dışişleri Bakanı da, Lübnan’da başlayacak bir içsavaşın Ortadoğu’yu yangın yerine çevirebileceğini ve Türkiye’nin son 10 yılda, ‘komşularla sıfır sorun’dan ‘medeniyetler arası ittifak’a kadar sabırla inşa ettiği bütün dış politika kazanımlarını tehdit edebileceğini görüyorlar olsa gerek.

Ortadoğu’nun en uzun ömürlü sır

Geleyim Ortadoğu’nun en görkemli sırlarından birine… Yazımın başında bahsettiğim ‘’kimin yaşadığını kimsenin bilmediği Ortadoğu ülkesi’’ Lübnan’dır efendim. Sadece bu ülkede kimlerin yaşadığı değil, kaç kişinin yaşadığını da Lübnan devleti dahil kimse bilmiyor. Arap ülkelerinin, özellikle de bölgede etkili dış güçlerle, Hıristiyan toplumunun tam olarak bilmek istememesinden kaynaklanıyor bu bilinmezlik. Böyle bir ülke mi olur demeyin. Ortadoğu’da ne olmazlar oluyor yüzyıldır.

Lübnan’da son nüfus sayımı, tam 79 yıl önce 1932 yılında yapıldı. Lübnan devleti o gün bugündür yeni bir nüfus sayımı yapmaya yanaşmıyor. Çünkü, bir dinler mozaiği olan ülkedeki politik güç dağılımı, bağımsızlığını kazandığı 1943 senesinde, 1932 sayımı sonuçları baz alınarak 6’ya 5 oranında Hıristiyanlar lehine yapıldı. Dürziler de Müslümanlara dahil sayıldı. 1975 – 1990 yılları arasında süren kanlı iç savaştan sonra ise bu oran yüzde 50 – yüzde 50 oldu. 1990’dan beri Şii nüfus adeta patlama yaşadı. Kat be kat büyüdükleri tahmin ediliyor. Müslümanlar nüfusun yüzde 70’inine yakını oluşturuyor artık muhtemelen. Ancak en iyi tahminle bugün Lübnan nüfusunun yüzde 25’ini oluşturan Hıristiyanlar, hala parlamentodaki koltukların yarısını ellerinde tutuyor.

Ülkedeki Hıristiyan nüfus, özellikle de Maruni nüfus ve onları destekleyen Batılı ülkeler, yapılacak bir nüfus sayımının, ülke demografisinin Müslümanlar lehine ve Hıristiyanlar aleyhine oldukça radikal şekilde değiştiğini ortaya çıkaracağını biliyor. Arap ülkeleri ise, Şii nüfusunun fazla çıkacağından emin olduğu için ve bunun da Hizbullah’ı dolayısıyla İran’ı daha etkili kılacağını bildikleri için nüfus sayımı istemiyor. Herkes, bilmediğimizi bilmediğimiz bazı şeyleri bilinir hale getirecek bir sayımın, herkesin huzurunu kaçıracağını düşündüğü için, bilmeme statükosunu sürdürüyor.

Fransız mandası koloni hükümetinin son nüfus sayımını yaptığı 1932 yılında ülkede 861 bin kişinin yaşadığı ortaya çıkmıştı. Bu sayımda ülke dışında yaşayan Lübnanlılar da sayılmıştı ki bunların tamamına yakınının Hıristiyan olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum. ABD Dışişleri Bakanlığı 2009 yılındaki bir raporunda ülke nüfusunun yüzde 28’ini Sünnilerin, yüzde 28’ini Şiilerin, yüzde 21.5’ini Marunilerin, yüzde 8’ini Rum Ortodoksların, yüzde 5’ini Dürzilerin, yüzde 4’ünü de Rum Katoliklerin oluşturduğu tahmininde bulunuyor ki çok sağlam bir çalışma olduğu söylenemez. Bugün nüfusunun 4 milyondan biraz fazla olduğu tahmin edilen Lübnan’da devletin resmen tanıdığı 18 dini gruptan 4’ü Müslüman, 12’si Hıristiyan, 1’i Dürzi ve 1’i de Yahudi .

Lübnan'ın diyasporası dünyadaki birçok ülkeninkinden etkili ve renkli. Çoğunluğu Hıristiyanlardan oluşan Lübnan diyasporası özellikle Güney Amerika'da oldukça etkili oldu. Birçok Güney Amerika ülkesinde elit tabakayı oluşturdular. Ve bunların çoğu, Osmanlı'dan dolayı 'El Turco' diye anılıyor. Ancak dünyanın hemen birçok ülkesinde etkili ve başarılı Lübnanlılar var. Kimler yok ki... Shakira'dan dünyanın en zengini Carlos Slim'e, efsane Beyaz Saray muhabiri Helen Thomas'tan, aktör Keanu Reeves'e (Beyrut doğumlu), Halil Cibran'dan Amin Maalouf'a, Arjantin Sağlık Bakanı Jean Luis Manzur'dan ABD başkan adayı Ralph Nader'e, Meksikalı aktrist Salma Hayek'ten ünlü aktör Vince Vaughn'a, ABD'nin Irak komutanlığını yapan emekli orgeneral John Abizaid'ten Edward Kennedy'nin dul eşi Victoria Kennedy'e, Ekvador'un eski devlet başkanlarından 3'ü Abdala Bucaram, Jamil Mahuad ve Julio Theodoro Salem'den Guetamala'nın eski devlet başkanı Jorge Elias'a, Venezuela'lı şair politikacı Tarik Saab'dan Bulgar aktör Bashar Rahal'a, Gloria Estefan'ın Kübalı kocası Emilio Estefan'dan, Hollywood yıldızı Jenna Dewan'a ve daha nicesine kadar birçok ünlü ismin ortak noktası Lübnanlı olmaları.   

Lübnan ne kadar demokratik?

Aslında bana sorsanız, ülke parlamentosunda ya da hükümette sandalyelerin dinler ya da etnik unsurlar arasında nüfus oranlarına göre paylaştırıldığı bir ülkede yaşamayı asla istemem. Ben, parlamenterin de hükümet üyelerinin de, dini aidiyet kimliği ve etnik kökeniyle değil, kişisel karakter, bilgi ve yeteneklerine göre seçildiği bir ülke hayal ederim. Dolayısıyla, madem ki Şiiler en kalabalık grup, öyleyse Hizbullah liderleri ne derse o olmalı tavrını da ne insani, ne demokratik buluyorum. Ama, hem dini grupların nüfusuna göre sandalye dağıtacaksınız hem de azlığınıza bakmadan aslan payını Hıristiyanlara vereceksiniz, bence bu  da ayıptır günahtır.

Bu noktada Türkiye’nin, ülkedeki bütün grupları kucaklaması, ülkenin iç barışını ve bütünlüğünü esas alan yapıcı girişimlerini çok ama çok önemli buluyorum. Türkiye sadece Lübnan Müslüman grupları değil, Hıristiyan gruplarıyla da yakın ilişkisini sürdürmeli ve bir iç savaşa asla izin vermemeli.

Ortadoğu’da yeni savaşın çanları mı?

Aralık ayının ortalarında, eski CIA ajanı Philip Giraldi, ‘’İsrail’in yeniden Lübnan’a girmeye hazırlandığına ve Lübnan’ın tuhaf şeyler olduğuna’’ dair iddiasını yazdığında Lübnan’da henüz Hizbullah hükümetten çekilmemişti. Giraldi, Amerikan istihbarat kaynaklarının, İsrail’in son aylarda Lübnan’a yönelik istihbarat faaliyetlerinde anormal bir artış tespit ettiği bilgisine sahip olduklarını iddia ederek, İsrail’in Kongre seçimlerinde tutucuların çoğunluğu ele geçirmesinden güç alarak Hizbullah’a savaş ilan etmeye hazırlandığını kaydediyordu. Conservative American  dergisinde yayınlanan aynı yazısında Giraldi, İsrail’in Lübnan hükümetinde kaynakları olduğunu ve ülkenin bütün iletişim ve veri sistemlerini kontrol edebildiğini de ileri sürüyor.

Derken The Economist dergisi, 2010 yılının son sayısında, ‘’Ortadoğu’da savaş havası. Lütfen yeni bir savaş olmasın’’ kapağıyla çıktı. Economist, Obama Yönetiminin üzerine çok düştüğü Ortadoğu Barış Görüşmelerinin fiyasko ile neticelenmesi sonrasında barışın artık çok kırılgan hale geldiğini yazdı ve, ‘’Eğer acil önlem alınmazsa, Ortadoğu 2011’de son yılların en yıkıcı savaşına sahne olabilir’’ uyarısında bulundu. 2006 İsrail – Hizbullah savaşının ve 2009 Gazze işgalinin sınırlı kaldığına dikkat çeken dergi, son 4 yılda Hizbullah’ın gücünde büyük artış olduğuna işaret ederek, ‘’Hizbullah bu kez İsrail’de ciddi hasar yapabilir. Bu durumda İsrail de Lübnan’a iki katı güçle girecektir. Bu ise Suriye’yi büyük ihtimalle, İran’ı da muhtemelen savaşa çekecektir.’’ diye yazdı.   

İsrail’deki iç politik dengeler de, savaşçı güçlerin elini kolaylaştırıyor. Acilen bir savaşa ihtiyaç duyan güçleri bastıracak bir politik ve toplumsal irade de şu anda gözükmüyor.

Öte yandan Lübnan’da başlayabilecek bir Hıristiyan – Müslüman savaşının da, bütün dünyada fanatizme oksijen gibi geleceğini ve bütün hükümetleri kendi fanatiklerinin ağır baskısı altına sokacağını görmek için siyaset bilimi okumak gerekmiyor. Lübnan’da patlayacak savaşın ve Türkiye’nin bunun karşısında alacağı ya da almayacağı pozisyonların 7 ay sonraki seçimlere etkisi de ayrı bir konu. Bunların hepsi şimdilik ‘’unknown unknown’’.

Osmanlı düzeninin yerine yenisi konamadı

İsrailli, Barış Bloku’nun (Guş Şalom) kurucusu eski milletvekili, sulh insanı 88 yaşındaki Uri Avneri de, geçtiğimiz günlerde yayınlanan ‘’Taç ve kömürler (The Crown and the Coals)’’ başlıklı dikkat çekici yazısında, ‘’Üçüncü Lübnan Savaşı başlarsa 2006 Savaşı bu seferki savaşın yanında piknik gibi kalır’’ uayrısında bulunuyor.  Lübnan’daki bütün sorunların Osmanlı sonrası oluşan yapının 90 yıldır getirdiği sorunların devamı olduğunu kaydeden Avneri, Fransızların bölgeyi işgal ettikleri dönemdeki tek amaçlarının, Hıristiyan nüfusa dayalı bir Fransız egemenlik bölgesi haline getirmek olduğunu yazdı. Daha sonraki zoraki yapıda olağanüstü yetkileri olan cumhurbaşkanlığı makamının sürekli olarak bir Hıristiyan’a, başbakanlığın da bir Sünniye verildiği bir sistem gelişti. İsrail’in perspektifinden Lübnan’ın sürekli olarak, ‘’Demokratik bir Hıristiyan devleti olarak tanındığını’’ aktaran Avneri, ‘’Gerçek şu ki Lübnan hiçbir zaman demokratik olmadı. Hıristiyan devletleti de çok yıllar önce sona erdi.’’ diyor. 

Lübnan’da kimin eli kimin cebinde belli değil

Lübnan’da hikaye hiçbir zaman göründüğü kadar basit değil. Kimin eli kimin cebinde anlaşılmaz bir ülke. 1975 yılında iç savaş başladığında, Suriye, Lübnanlı Hıristiyanları, Lübnan’da belli bir güce erişen Filistinli mültecilere ve FKÖ’ye karşı korumak için Lübnan’ın bir bölümünü işgal etti. Suriye, Beyrut’taki Maruni hükümetini destekledi ve Filistinlilerle çatıştı. Manzara biraz karışık değil mi? 

Suriye ve İsrail’in Lübnan’da aynı safta yer aldığı yıllardır bunlar. 1982 yılında ise Ariel Şaron Beyrut’u işgal etti. Hıristiyan milislerin 1982’de Filistin mülteci kampları Sabra ve Şatilla’daki tüyler ürperten katliamlarının koruyucusu oldu. Karmaşık manzaraya devam.

1980’lerden önce Lübnan’da çok da etkili olmayan Hizbullah, İsrail’in 18 yıllık işgalinde serpildi, büyüdü ve ülkenin bir numaralı aktörü haline geldi. Uri Avneri diyor ki, Hizbullah bugün ülkenin tüm kontrolünü ele geçirirse, bunu borçlu olduğu Ariel Şaron’un heykelini Beyrut’un en görünür yerine dikse yeridir.

Karmaşık manzaraya devam. Dürzilerin en büyük destekçisi Suudi Arabistan. Canbolat ailesinin nerdeyse bir numaralı para kaynağı. Karmaşık manzaraya devam. Alevi yönetimli Suriye, bugün artık Şii Hizbullah’ın çok da güçlenmesini istemiyor gibi. Çünkü, bu Suriye’den çok İran’ı Lübnan’ın hakimi yapıyor. 

Önceki hafta 30 üyeli Lübnan Birlik Hükümetinden istifa eden Hizbullah bakanları arasında, Hizbullah’ın müttefiki Maruni Hıristiyan bakanlar da var. Bunlardan biri de eski general Michel Aoun.  General Aoun, 128 üyeli Lübnan Parlamentosunda 27 sandalyeye sahip Hıristiyan ‘’Özgür Yurtsever Parti’’nin lideri aynı zamanda.  Aoun’un en yakınlarından biri olan, 15 yıllık Paris sürgününde yanıbaşında olan General Fayez Karam, geçtiğimiz aylarda İsrail’e casusluk yaptığı ortaya çıkığı için tutuklandı. Aoun, 2005 yılından beri iki kez General Karam’ı Lübnan İç Güvenlik Kuvvetleri Komutanı olarak atamaya çalıştığı halde ikisinde de başarılı olamamıştı. Orta yerde öldürülmüş bir sünni Başbakan ve kimin öldürdüğü tartışması var. Gel de çık bu karmaşadan.

Perdenin gerisindeki güçleri saymıyorum bile. Buralar benden sorulur havasındaki Fransa, dünyanın reisi benim, elbette buranın da diyen ABD, az buçuk bölgeyi biliriz diyen İngiltere, İsrail, İran, Suriye ve diğer Arap devletleri…

Yeniden Uri Avneri’nin yazısına döneyim. Osmanlı imparatorluğunun hüküm sürdüğü yüzyıllar boyunca bölge ülkeleri arasında bugünkü sınırların bulunmadığını anlatan Avneri, ‘’İsteyen herkes Şam’dan Hayfa’ya, Kudüs’ten Beyrut’a elini kolunu sallaya sallaya gidip gelebilirdi. Dünyanın en güzel coğrafyalarından biri olan Lübnan dağları, bölgede özgürlük ve güvenlik arayan birçok azınlığın gelip yerleşmesine neden oldu. Dağların arasında kendi dünyalarını kurdular. Oldukça hoşgörülü Osmanlı yönetimi her topluluğun kendi iç dünyasında kendisini yönetebildiği bir millet sistemine sahipti’’ diye yazıyor.

Bunları yazan İsrailli 90 yaşında bir Yahudi barış aktivisti. Osmanlı’yı yeniden ihya hevesiyle alıntılamıyorum. Biz Ortadoğulular, ‘ben, ben, sadece ben’ dedikçe bu bölgede hiçbirimize huzur yok. Biz demeyi öğrenmedikçe, komşularımızın yaşamlarına, inançlarına, kültürlerine, haklarına kendilerimizinki kadar saygı duymayı öğrenmedikçe hiçbirimize huzur yok. Lübnan’da şu anda ne oluyor bilmiyorum. Bütün bildiğim, bildiklerimiz arttıkça bilmediklerimizin çokluğu ortaya çıkıyor. Bazı şeyleri bilmemek daha mı iyi, ne..?

Başbakanın ve Dışişleri Bakanının samimi olduğundan şüphe duymadığım çabalarının başarıya ulaşmasını canı gönülden diliyorum. Ordan bize ne diyenler bence çok yanılıyor. Orda olan herşey gelip bizi bulacak. Lübnan, inşallah savaşıyla ateş topu değil barışıyla meşale olur.  

Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com

Yorumlar5

  • Haldun Demircialioğlu 14 yıl önce Şikayet Et
    Bilmiyordum. Cemal bey sayenizde yeni bir şey daha öğrendim. Şu ingilizlerin gökyüze eskiden heaven, buluta sky dediklerini de hiç unutmadım.... Teşekkürler...
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • mesut yavuz 14 yıl önce Şikayet Et
    hasan efendi. dünyaya dün gelip bugüne kadar amerikan televizyonlarından öğrendiğiyle konuşan uzaylı tarzınızı pek bir yadırgadım.
    Cevapla
  • fatih velioğlu 14 yıl önce Şikayet Et
    cemal beye. hocam ellerınıze saglık cok guzel bır calısma olmus ufkumuz acıldı bız de dıyoruz bu lubnan neden onemlı lubnan da kı olay bızı ne ılgılendırır cok guzel cokkk
    Cevapla
  • Hasan Seyre 14 yıl önce Şikayet Et
    Nefis bir analiz... Müslümanların..hiristiyanları problem kaynağı görme anlayışına sonuna kadar karşıyım..Haçlı düşmanlığı artık bitsin..Lübnanı adam edecekler hiristiyanlardır..müslümanlar ise dünyanın öğrenci olarak bir yüzyıl daha öğrenmeye devam ederek batısal mantaliye ancak varabilirler..Lübnanda iç savaş bir dursa varya..On yılda HonKong olur ve akdenizin en parlak ülkesi haline gelir..Ya biz müslümanlar bir çinliler kadardamı olamayacağız..yuh ya..10 bin yıldır Asyaya medeniyet öğreten Hanlığın çinlilerine selam olsun.
    Cevapla
  • BULENTCAN GONENC 14 yıl önce Şikayet Et
    Kimin yaşadığı bilinmeyen Ortadoğu ülkesi. Cemal Bey ile bizleri buluşturan Haber7.com ailesine çok teşekkür ediyoruz.Cemal bey in tahlillerini okuduktan sonra İstanbulda Kız Kulesine bakarak Balık yemiş gibi oluyorum.Bu lezzetli balık tan sonra ,ne yesem yavan kalıyor.Zaten canınız bir şey yemek istemiyor.Ee Kralın arkasından taş atılmazmış, değil mi? Teşekkürler Cemal Bey..Teşekkürler haber7.com
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat