Sihirbazların en büyük sırrı: OKU - İZLE
- GİRİŞ24.01.2011 07:30
- GÜNCELLEME24.01.2011 07:30
Amerika’dan bir gelişme, kişi ya da olayın haberi söz konusu olduğunda Türk medyasının bir haber başlığı klişesi vardır. En çok da haberin objesi bir Türkse kullanılır bu klişe: ‘’Amerika’nın konuştuğu Türk’’, ‘’Amerika’yı kendine hayran bırakan Türk’’, ‘’Amerika onu konuşuyor’’ vb... Gerçekte eğer bahsedilen Mehmet Öz değilse haberdeki Türk’ten, bırakın Amerika’yı, yaşadığı şehirde, başarılı olduğu üniversitede bile haberdar olanların çok az olduğunu biliriz.
Yine, ABD’de olan her olay, verilen her beyanat, cereyan eden her tartışma Türk medyasına göre ülke çapında yankılanır. ‘’Amerika’yı şok eden olay’’, ‘’Amerika’yı karıştırdı’’, ‘’Amerika bunu tartışıyor’’... Türk medyasında bazen denk geldiğim ‘’Amerika’yı şok eden’’, ‘’Amerika’yı karıştıran’’ gelişmelerin bazısını, Amerikan medyasında sıradan bir haber olarak bile bulamam da, ‘ben hangi ülkede yaşıyorum’’ diye kuşkulanırım. Nedenleri tartışılabilir ama benim bu pazartesi sabahı şapkadan çıkardığım mevzuya uygunluk açısından yaklaşırsam bu bir haber illüzyonudur. Biraz dikkat etsek gerçek olmadığı belli bu tür abartma başlıklara dikkatsizce kanarız. Mesleğime takılmayı bırakıp bugünkü yazıma kaynaklık eden bilimsel konferansın haberini vereyim!
Amerika bu konferansı konuşuyor
İki orijinal meslek grubunun yaklaşık 3 yıl önce Las Vegas’taki sıradışı buluşmasını, New York Times’ın usta bilim yazarı George Johnson’ın kaleminden okumamın üzerinden 3 yıl geçti. Bugüne kadar hakkında bu konferansa atıf yapan birçok makale okudum, buluşmanın videolarını defalarca seyrettim. En son, psikloglar Stephen Macknik ve Susana Martinez Conde’nin yakın zamanda yayınladığı ve bu konferanstan hareketle illüzyonizme nörolojik perdeden baktıkları ‘’Sleights of Mind (Zihnin Hokkabazlığı)’’ adlı eğlenceli kitaplarını da Cuma günü itibarı ile bitirince, konu benim için ‘’Amerika bunu konuşuyor’’ eşiğini aşıp, ‘’Amerika’yı karıştıran konferans’’ kıvamına gelmiş oldu.
Benim gibi sihirbaz gösterilerden üst düzey bir keyif alanlardan mısınız? Veyahut çocukluğu Sermet Ekin seyredip, Mandrake okuyarak geçmiş kuşaktan mısınız? Eğer öyleyseniz yazının bundan sonrası sizi yaralayabilir, keyfinizi kaçırabilir. Tavşan şapkadan çıkmadan, başka bir gündem konusuna gitmek için hala vaktiniz var.
Gitmediniz. Keyfiniz bilir. Eskiden Batılılar ‘’magician’’ biz ise ‘’sihirbaz’’ derdik. Ancak artık hepimiz ilk ikisinden de daha doğru tanımıyla ‘’illüzyonist’’ diyoruz.
Amerikalı beyin uzmanlarını şok eden gösteri!
Çoğunluğunu asabiye uzmanlarının (nörolog diyorlar gayrı) oluşturduğu ‘zihin hakkında bilimsel çalışmalar derneği’nin Las Vegas’ta bir otelde Ağustos 2007 senesinde düzenlediği ‘’Bilincin Büyüsü Sempozyumu’’, birkaç ünlü illüzyonist ile zihin uzmanı yüzlerce nörolog ve psikologu bir araya getirdi.
Zihin uzmanı bilim insanları o gece illüzyonistlerden, özellike ‘beynimizin dikkat, odaklanma mekanizmasının kolayca kontrol edilebilirliği’’ ve ‘’beynimizin hacklenebilme özelliği’’ hakkında öğrendikleriyle ‘’şok’’ oldular. Beyin uzmanları şok olunca biz de olduk. Las Vegas’taki konferansı düzenleyen derneğin başkanı Dr. Michael Gazzaniga, konferansın açılışında, adeta beynimizin ürettiği bir ‘görsel’ gerçeklik içinde yaşıyoruz gibi diyor: ‘’Uçakta yolculuğu düşünün. Yerden 10 bin metre yüksekte alüminyum bir tüpün içinde saatte 1000 kilometre hızla gidiyorsunuz ve herşey size ‘normal’ gözüküyor..!’’
İşte o sır!
Sahneye çıkan bir illüzyonistin en büyük sırrı, ‘’bir numaralı yardımcısı’’dır. O yardımcıyı ve bize yaptığının farkında olmadığımız için illüzyonistin yaptıklarıyla şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyoruz. Peki kim bu yardımcı? Hayır abi, dikkatimizi dağıtan hostes kız değil. İllüzyonistin en büyük yardımcısı içimizden bir işbirlikçi. Her zaman başımızda taşıdığımız işbirlikçiyi ‘’ilk defa burada açıklıyorum’’: Beynimiz.
Birkaç ay önceki ‘’Demokrasiye en büyük tehdit, beynimiz’’ başlıklı mektubumla incittiğim ettiğim beyinseverlerin artık sabrını iyice zorlayacam, belki de ‘’gençsin, aklını başına al’’ tehditleriyle yüzleşecem ancak en büyük ayrıcalıklarımızdan biri olan beyne yüzde yüz de güvenmeyin derim. Adı çıkmış azalarımızdan bile daha kolayca ‘hacklenebilir’ bir organ beyin ve bunu bütün illüzyonistler biliyor. Daha kötüsü, reklamcılar, istihbaratçılar, sosyal mühendisler ve politik stratejistler de…
İnsanoğlu aldanmayı sever, insanoğlu aldanmaya aşık…
İllüzyonizm, sadece bir el çabukluğu yeteneği değil, daha çok insanın dikkatini ve algısını yönetme sanatıdır. Tamamen gözle ilgili sanırız ama aslında 5 duyu organımıza da illüzyon yaşatmak mümkün. Mesela duyma illüzyonu yaşıyoruz. Yani, kuklacıyı gördüğümüz halde sesini değiştirip kuklanın ağzını oynatmasına aldırmayıp, kuklayı farklı bir varlıkmış gibi seyredebiliyoruz. Ben daha, kukla gösterisinde ‘’olur mu kardeşim tahta konuşur mu? Bu ne kepazelik!!’’ deyip sandalyeyi masayı devirip gideni görmedim.
Tat illüzyonu yaşıyoruz örneğin. Sırf ambalajından dolayı ya da markasından dolayı kendisiyle tastamam aynı gıdadan daha lezzetli sandığımız gıdalar var. İnanır mısınız, Lipton’u Rize çayından daha lezzetli sananlarla bile tanıştım şu kısa ömrümde. Hey gidi…
Karakter ya da tarihsel adıyla ‘kürk’ illüzyonu yaşıyoruz hakeza… Sırf giydiği marka elbiselerden veya kentli kaportasından dolayı adam sandıklarımız, saygı gösterdiklerimiz de var… Mütevazı giyiminden, taşralı ifadesinden dolayı kaale almadığımız, küçümsediğimiz pırlanta insanlar da var... İnsanoğlu aldanmayı sever, insankızı aldanmaya aşık…
Şu hayatta hiçbir şey bizi gözlerimizin aldattığı kadar aldatamaz. ‘’Sen bunu da önceden paylaşmışsındır’’ diye bıyıkaltından gülenleriniz olabilir. Evet, ‘’Atın Gözü, Yarin Gözü, Paul Cezanne’ın Gözü’’ başlıklı mektubumda daha detaylı paylaşmıştım. Göz algımızın, dolayısıyla hükümlerimizin üzerinde büyük bir otoriteye sahiptir. Algımızın, hükmümüzün yüzde 90’ı ‘’gördüklerimize’’ dayanır. Biyoloji derslerinde öğrenip yazılıdan hemen sonra unuttuğumuz bir gerçek var; ‘’Göz görmez, beyin görür’’ diye. Retina tabakası, baktığımız objelerden yansıyan ışığı elektrik sinyallerine çevirir ve beynimize gönderir. Baktığımız şeye anlam veren, dolayısıyla ‘gören’ beyindir. Ben az önce beyninize bu konuda yüzde yüz güvenmeyin, demiştim. Aranızdaki Aristocular bu iki önermeyi birleştirdiğinde, gözlerimizle bile görsek, gerçeğin gördüğümüzden farklı olabileceği sonucuna kolayca ulaşır.
Yani, ‘’gözlerime inanamıyorum’’ cümlesini, sadece, doğum günü hediyeleri, sevinçlerimiz karşısında sıradan bir ünlem olarak görmeyin derim. Sıkı defans anlayışıyla inanmamakta ısrar edenler için mevzuyu bir örnekle barajın üstünden aşırmak istiyorum. Sayın yayın yönetmenimden ekrana bir fotoğraf getirmesini rica edeceğim. MIT’ten görme uzmanı Edward Adelson’un 1995 yılında yayınladığı görsel illüzyon makalesinde kullanması sebebiyle ‘’Adelson’un kare gölgesi’’ ismiyle anılan illüzyonun fotoğrafı. Aşağıdaki bu fotoğrafta ‘A’ harfi yazan kare ile ‘B’ harfi yazan karenin sizce farkı nedir?

Elbette ki, ‘A’ karesi siyah ve ‘B’ karesi beyaz diyeceksiniz. Bu gördüğümüz, dolayısıyla inandığımız şey. Ancak gerçek, bundan, yani ‘gördüğümüzden’ biraz farklı. ‘A’ ve ‘B’ kareleri aslında aynı renk. Hadi canım ben de..!
Tamamen beynimizin dış dünyayı ve ışığı algılama otomatiğinden kaynaklanan bir yanılgı bu. Bu satranç zemininin siyah beyaz kareler şeklinde dizilmesi, A’nın etrafının beyaz karelerle ve B’nin etrafının siyah karelerle çevrili olması nedeniyle beynimiz otomatik olarak boşluğu dolduruyor ve bize göz göre göre bu yanlışı yaşatıyor. Beşiktaşlı olanlarınız mazur ama onlardan gayrı hala tereddüt edenleriniz varsa, bu fotoğrafı yazıcıdan çıkarıp, A ve B karelerini makasla kesip çıkarıp yan yana koyabilirsiniz. Ya da, etraflarını kağıtlarla kaplayıp sadece bu iki kareyi açıkta bırakabilirsiniz. ‘Çevrelerinden’, bağlamlarından izole edip tek tek baktığınızda aynı renkler olduğunu görecek, titreyecek ve kendinize geleceksiniz.
Hemen bir fotoğraf daha göstermek istiyorum. Aşağıda, iki adet eğik kule fotoğrafı var. Fotoğrafa bakıp cevaplamanızı istediğim soru şu: Hangi fotoğraftaki kule daha fazla sağa eğik?

‘’Sorulur mu bu?’’ diyeceksiniz, elbette ki sağdaki kule daha eğik… Ancak ‘gerçek’ bu gördüğümüzden de farklı. Hayır doğru cevap ‘sol kule’ de değil. İki fotoğraf yok burda, tek fotoğraf var. Sağdaki ve soldaki Pizza kulesinin aynı fotoğrafı. Kopyala yapıştır usulü yanyana konmuş tek bir kare. Peki nasıl oluyor da sağdakini daha eğik görüyoruz? Beynimizin retinadan gelen elektriği 3 boyutlu hale çevirip gördüklerimizi anlamlandırma yeteneğinden dolayı. Eğik birşeyi beynimiz çok kısa süre içinde yeniden gördüğünde ‘hareket’ olarak algılıyor. Eğer beynimizin bu yeteneği olmasaydı, insan olarak bu dünyada bu medeniyeti inşa edemezdik.
Ama işte beynimizin de bir otomatiği var ve bazen bizi fena halde yanıltabiliyor.
İşte iyi bir illüzyonist beynin bu özelliklerini ve dikkat mekanizmamızın nasıl çalıştığını bilen adamdır. Anadolu Türkçesinin ‘illüzyonist’e karşı hala yaygın şekilde kullanılmamasına şaştığım muhteşem ötesi bir karşılığı var: ‘’gözbağcı’’. Tek kelimede olayı bitirmiş masum köylü…
İllüzyonistin tastamam yaptığı budur; gözlerimizi bağlamak. Gözünüzü belli bir çerçevenin içine bağlıyor ve çerçeve dışındakileri gözümüzün önüne cereyan etmesine rağmen görmemeye başlıyoruz. Mevzu sizi sardı büyük ihtimalle bu kez gönüllü olarak ‘misal?’ diye soracaksınız.
Bu noktada, yönetmenimizden bir VTR oynatmasını rica ediyorum. Daha önce izleyenler, tekrar için kusura bakmasın ama bu ‘çerçeve’ mevzuunun, beynimizin hack’lenebilme potansiyelinin en parlak örneklerinden biri bu video.
İzlemeden önce burayı mutlaka okuyun:
Daniel Simons ve Christopher Chabris adlı iki psikoloğun meşhur ettiği aşağıdaki test videosunun başında beyaz formalı ve siyah formalı iki grubun birbirleriyle basket topu ile paslaştığını göreceksiniz. Sizden istenen tek şey şu: Beyaz formalı grubun basket topuyla kaç pas yaptığını sayacaksınız. İlk 40 saniyede beyaz formalıların toplam kaç pas yaptığını sayın ve videonun 40’ncı saniyesinde açıklanacak doğru rakamla karşılaştırın. Kaç pas yapıldığını doğru bilenler için videonun geri kalanında çok özel bir sürprizimiz var. Buyrun:
Dikkat! Yukarıdaki videoyu henüz izlemediyseniz bu paragrafı okumayın:
Bencileyin beyaz takımın attığı pas sayısını doğru bilenlerdenseniz, videonun ortasından sonra gösterilen gerçekle şok olmuşunuzdur. Evet onbeş pas yapılıyor. Ancak biz pasları sayarken, oyuncuların arasına kocaman bir gorillanın girip bize maymunluklar yapıp öbür tarafa doğru çıkıp gittiğini görebildiniz mi? Simons ve Chabris buna ‘seçici dikkat testi’ diyor. İkilinin, bu teste dayanarak yazdıkları ‘İnvisible Gorilla’ kitabı bu ‘körlüğümüzün’ sebep ve sonuçlarını uzun uzun anlatıyor.
Bizim Las Vegas’taki artık meşhur sempozyumun yıldızı, ‘Hırsız-ı kibar’ lakaplı Apollo Robbins, sahneye davet ettiği New York Times bilim yazarı George Johson’u, 200 bilim insanının şaşkın bakışları arasında soğup soyana çevirirken, işte bu dikkatimizi istediği şekilde yönlendirebilme yeteneğinden ve istemdışı körlük potansiyelimizden yararlanıyordu. Düşünün, adamın kolundaki saati bile çıkarıp kendi koluna takıyor ancak kimse farkedemiyor. Şimdi bu yazıyı yazmadan önce Haber7’de Cumhurbaşkanlığı koruma görevlilerinin nasıl titizlikle eğitildiği ile ile ilgili bir haber okudum. Belki birçoğunuz görmüştür haberi. Apollo Robins, ABD eski Başkanı Jimmy Carter’ın bütün korumalarını birkaç dakika içinde soyup, Jimmy Carter’ın makam arabasının anahtarı dahil birçok hayati derecede önemli eşyayı kendi cebine aktarabilmiş bir hokkabazlık dehası. Bahsettiğim ‘’Sleights of Mind’’ adlı kitaplarında Macknik ve Conde, CIA başta olmak üzere istihbarat servislerinin de elemanlarına, illüzyonistlerce, beyni ve dikkati hackleyebilme eğitimi verdiklerini öğreniyoruz. Bizimkiler korumalara bu illüzyon, el çabukluğu, algı hack’leme olaylarını da öğretiyor mu merak ettim şimdi…
Sadece eli değil dili de uzun olmalı
Konferansta konuşmasını ve gösterisini dinlerken, Apollo Robins’in sadece basit el çabukluğu yeteneğine değil, beynin dikkat mekanizmasını yönetme konusunda çok ince ve hassas bilgilere dayanan bir entelektüel olduğunu da hayranlıkla farkediyorsunuz. Örneğin illüzyonistlerin sahnede gösteri yaparken, ya da birini ‘çarparken’ nasıl bir sanal ‘çerçeve’ yarattığını anlatıyor. En önemli şey seyircinin ya da muhatabın dikkatini bu sanal çerçevenin içine bağlamaktır diyor.
İllüzyonist olarak bir kere bunu başardınız mı, artık sizin bakmanızı sağladığınız alana yoğunlaştıkları için, gözlerinin önündeki diğer bütün olan biteni kaçırabiliyorlar. İllüzyonistlerin bunu sağlamak için bazı ekstra çabalar sergiliyor.
Mesela insan teni dokunmayı ve baskıyı bir veri olarak, dokunmadan sonra da bir süre daha algılamaya devam ediyor. Robbins, saatinizi çalacaksa, bileğinizi kavrıyor ve saatinizi kolunuza doğru bastırıyor. Bu arada da saati çözüyor. Sizi lafa tutarken ve diğer eliyle dikkatinizi öbür tarafa yönlendirirken saati çıkarıyor. Az önce saati kolunuza bastırdığı için saat gitmesine rağmen beyniniz daha birkaç dakika basınçtan dolayı saatinizi kolunuzda sanıyor. Bu işlemi yaparken bir illüzyonistin sahip olması gereken en önemli özelliklerden biri devreye giriyor: Çene. Hoşsohbet olmayan bir sihirbazın sahneden başarılı olma şansı sıfır. Sihirbazların sürekli konuşması bundandır. Söyledikleri ilgili ya da ilgisiz herşeyle dikkatimizi istedikleri şekilde yönlendirirler.
Bir diğer önemli nokta da, illüzyonistin doğal olmayan hiçbir şey yapmamasıdır. İnsan soyuna empati, taklit, öğrenme yeteneğini kazandıran beynimizdeki ‘ayna nöronlar’dır. Elini su bardağına uzatan birinin su içeceğini ‘görürüz’. Artık o bardağa elini götürmese de beynimizde biz onu istemdışı şekilde su içmiş gibi görürüz. İşte illüzyonist mesela kulağını kaşımak için bir ara elini kaldırır gibi yapar. Biz beynimizde bu işlemi kulak kaşıma olarak devam ettiririz. Ancak o bu arada yapacağı hileyi yapar aynı elle. Ayna nöronlarımızın bizi yanlış yönlendirmesini sağlar. Dikkatimizi yanlış yöne, elini başka yöne götürür.
Kedidir kedi..!
Kant’a göre, içinde bir kedi ve bir insan olan odaya bir top atarsan kedi otomatik olarak topun peşinde koşar. İnsan ise kapıya dönüp kim attı diye bakar. Şu hayatta insanlar ikiye ayrılır. Bir kendi gündemi olanlar, bir de kedi gündemi olanlar, yani sürekli olarak başkalarının ortaya attığı gündemlerin peşinde koşturanlar. Artık biliyorum ki şapkadan tavşanı çıkaran benim beynim, illüzyonist değil.
Yukarıda bir mesaj neyin mi var? derseniz ‘’Kedidir kedi!’’ derim. Psikolog Daniel Simons, ‘’Bütün bu bilgilerden öğreneceğimiz en önemli şey, sınırlara sahip olduğumuzdur’’ diyor ve ekliyor: ‘’Birçok insan, direksiyon başında cep telefonuyla konuşmanın sebep olduğu bakarkörlüğün muazzam boyutunun farkında bile değil.’’
Ben olay yerinden uzaklaşırken, psikolog Daniel Simons, çetesiyle beraber sokaklara yeni bir ‘bakarkörlük’ deneyi için çıkıyordu. Bu deneyde sokakta rastgele seçtikleri deneklere adres soruyorlardı. Herşeyden habersiz denek, adres sorana yolu tarif etmeye başladığında, bir tahta kapıyı yanlamasına taşıyan iki kişi adres soran ekip üyesi ile adresi tarif eden deneğin arasından geçiyor. Ancak tam kapı ikisinin arasından geçerken, kapıyı taşıyanlardan biri ile az önce adres soran kişi hızlıca yer değiştiriyor. Kapı geçtikten sonra yeniden adres soranla yüz yüze gelen denek, karşısında artık bambaşka biri olduğunu farketmeksizin adresi tarif etmeye devam ediyor. Çünkü beyin çoktan adrese yoğunlaşmış, farklı bir insanla konuştuğunu bile göremiyor…
Ey insan hakkıyla göremiyorsun, eğer bilsen…
Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com
Yorumlar42
-
Dedemo
8 yıl önce
Şikayet Et
Öyle uzunki okuyamadan geçtim
Beğen
Cevapla
-
enes zeren
14 yıl önce
Şikayet Et
teşekkürler... fevkalade yazı olmuş. yorum yazan bazı arkadaşlarımızında algıda seçici olduklarını yani yazıyı okurken sadece goril ve karecikleri algıladıklarını gördüm. burada büyük bir mesaj var. diyorki sen ne kadar akıllı olursan ol.öyle oyunlar dönüyorki dünyada farketmeden bazı şeyleri göremeyebilirsiniz. diyorki beynin kandırılabildiğini reklamcılar, istihbaratçılar vb. birileri biliyor. Ve bunu ustalıkla kullanıyorlar.
Beğen
Cevapla
-
bir bilen
14 yıl önce
Şikayet Et
Derinlikli bir yazı olmuş. Birçok mesaj çıkartılabilir bu yaıdan. Mesela "güzel ve alımlı bir genç kız görünümüne bürünmüş bu yalancı dünyanın aslında çirkin bir kocakarı olduğu gerçeği".
Beğen
Cevapla
-
ulusoyab
14 yıl önce
Şikayet Et
Çok güzel. Paint ile a ve b nin aynı olduğu açık gözüküyor. kulede ise kopyalama sayısını artırdrıkça eğiklik artıyor. ama 15 pas saydım gorili de gördüm. sadece yaptığı hareketleri farketmedim.
Gerçekten dikkatini neye verdiğin önemli. aslında matrix i düşünürsen bu dünya kainat da yok. ama dikkatimizi o kadar çok bu tarafa veriyoruz ki var gibi geliyor.
Çoğu tasavvuf alimi bu dünyanın gölgeler veya aynadaki akis olduğunu aslının ölümden sonra görüneceğini bildirmişler zaten.
Beğen
Cevapla
-
Kamil
14 yıl önce
Şikayet Et
bazıları anlamadım demiş. iyide cemal demir bey anlamışmıki de biz anlayacağız,bana ne arkadaşım karelerin aslında öyle olup olmadığı,ben baktığımda ikiside zaten siyah ve beyaz görünmüyorki,ben gri görüyorum,biri biraz daha açık görünüyor o kadar,gerçi bende astigmat var ya neyse ))) zaten bir insan dama yada satranç oynayacaksa bunu görmesi iyi değilmi?ya ikisinide aynı görseydi nasıl oynayacaklardı )))
Beğen
Cevapla
Daha fazla yorum görüntüle