Kendine Fransız bize Çinli bir çeşitleme
- GİRİŞ14.04.2011 07:40
- GÜNCELLEME14.04.2011 07:40
HAFTANIN DEYİMİ: Fransız kalmak
Dün haberlerden okuduğumuz kadarıyla Başbakan Erdoğan, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu'na hitap ederken, Türkiye'deki dini özgürlükler konusunda soru yönelten Fransız bir vekil için, "Zannederim arkadaş Fransız. Ama Türkiye’ye de Fransız" demiş. Her ne kadar uluslararası meclislerde kendi ülkemizle ilgili her konuda soru sorular sorulmasına açık olmamız gerektiğine inansam da bence Başbakan’ın cevabı çok yerinde olmuş. Çünkü sırf kendi kafalarına uymuyor diye sokaklarında Burkalı kadın avına çıkan, çok kültürlülük olmaz diyen Fransızların kendi ülkelerine bakmaksızın, başka ülkelerdeki dini özgürlükleri sorgulayabilmesi ‘’bu ne chou (şu) bu ne etik’’ dedirtiyor. Usta yazar Mark Twain boşuna, ‘’Fransa’nın ne yazı ne kışı ne de ahlakı var. Bunun dışında güzel bir ülke’’ dememiş.
Yine haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla tercümanlar, Başbakan Erdoğan’ın kullandığı deyimi çevirmekte zorlanmış. Aslında, nerdeyse bütün dillerde, bir şeyden anlaşılmadığını ifade için bir başka ülke ve dil kastedilerek bu deyim kullanılır. En meşhuru, Anglo Sakson dilindeki, ‘’İt’s Greek to me (bu bana Yunan)’’ ifadesidir. Evet Anglo Saksonlar Fransız kalmıyor, Yunan kalıyor. Bu deyimi her ne kadar Şekspir meşhur etmişse de kökeni Latince, anlaşılmayan konular söz konusu olduğunda kullanılan, ‘’Graecum est; non potest legi (Bu Yunanca, okumak imkansız)’’ deyimidir.
Peki biz Fransız kalıyoruz da, Fransızlar ne kalıyor? Onlar birşeyi anlamadıklarında ‘Çinli’ kalıyor, ‘’C'est du chinois pour moi (Se du Şinua pur mua)’’ diyorlar. Tercümanlar, Fransız vekilin anlaması için ‘’Türkiye’ye Çinli kalıyorsunuz’’ demeliydi.
Benim bildiğim gördüğüm kadarıyla dünya üzerinde ‘Fransız’ kalan bir tek biziz. İşin eğlenceli kısmı ‘Türk’ kalanlar da var. Birisi Kıbrıs Rumları. Onlar bizi hiç anlamadı zaten, normal. Bir de Romanya ahalisi. Romenler de, anlamadıkları, anlaşılmadıkları mevzularda ‘’Eşti Turk?’’ ya da ‘’Vorbesc Turceste? (Türkçe mi konuşuyorum)’’ derler.
Madem küresel bir dünyada yaşıyoruz ve bu deyim sık sık lazım olacak, bir kamu hizmeti olması için deyimin diğer önemli dillerdeki karşılığını da sevabına zabıtlara geçireyim:
Dünya milletlerinin kahir ekseriyeti ya Çinli ya da Yunan (Greek) kalıyor. Dünyanın, görünüşte alfabelerini anlamadığı için ama özünde Olimpos Dağı kadar şişkin, Artemis kadar antik egolarına atfen ‘grik’ kaldığı Yunan ise, topu Çin’e atıyor ‘’afˈta mu fenonde çinezika’’ diyerek Çinli kalıyor.
Dünya dillerinin birçoğunda ilgili deyimin hedefi olan Çinliler ise kendilerinkinden daha zor bir alfabe, dil bulamamış ki topu semaya atıp, ‘’gēn tiyanşu yíyàngnın (bu bana vahiy gibi)’’ diyorlar.
Balkan milletlerinin çoğu ise ne Türk, ne Yunan ne de Çinli kalır… Balkanların hedef anlamazlık kültürü İspanyollardır. Hırvatlar (To su za mene španska sela), Çekler (To je pro mě španělská vesnice), Makedonlar (Za mene toa e špansko selo), Sırplar (To su za mene španska sela), Slovaklar (To je pre mňa španielska dedina), Slovenler (To mi je španska vas) birşeyi anlamıyorlarsa hep İspanyol kalmış oluyorlar.
İspanyollar ve Güney Amerika milletleri ise bazen Çinli (Esto me suena a chino) bazen de Yunan (Eso es griego para mí) kalır. Portekiz ve Brezilyalılar da anlamadıkları mevzulara (Isto é chinês/grego para mim) ya Çinli ya da Yunan kalanlardan. Almanlar da bazen İspanyol (Das kommt mir spanisch vor) bazen de Çinli (Das ist Chinesisch für mich) kalır.
Ruslar da, Çinli kalanlar (kitaiskaya gramota) arasında. Araplar da Ruslar gibi Çinli kalır anlamadıkları mevzulara ve ‘’Yataḥaddaṯ bil-luġah el-Ṣiniya’’ derler. İranlı komşularımız da bazen Yunan (Yunaani nemifehmem) kalır mevzulara bazen de Japon kalırlar. Çin’i nasıl atlamışlar merak ederim. Japonlar ise (chin pun kan pun da) diyerek biraz laf kalabalığına boğarak açıkça demeden komşuları Çinlileri kastederler.
İtalyanların derdi ise Arapçayla. Onlar bir mevzuya yabancı kaldıklarında (Questo per me è arabo) Arap kalır.
Bir de insanlık niye birbirini anlamıyor diyoruz. Allah, anlamayanlardan etmesin.
HAFTANIN İKİYÜZÜ: Fransa’nın peçesi sıyrılmış yüzü
Fransa’nın ‘burka’ olarak anılan peçeyi yasaklama ve peçe taktıkları için kadınları gözaltına alması dünyada yankı yapmaya devam ediyor. Libya’yı sözde özgürlük getirmek için bombalarken, kendi ülkesinde insanların ne kıyafet giyeceğine karar vermesi ‘iki yüzlülük’ olarak yorumlanıyor. Fransa’da toplam 2 bin civarında peçe takın Müslüman kadın yaşıyor.
The Telegraph gazetesinden Brendan O’Neill bu yasağın sadece dini özgürlüklere aykırı olmadığını aynı zamanda moda anlayışını da aşağıladığını düşünüyor. O’Neill, önceki günkü yazısında, bu kadınların dini sebeplerle başını örttüğü ve radikal oldukları ön kabulünden hareket edilmesini eleştirerek, oysa bu kadınların Avrupa’nın ‘narsistik kimlik anlayışına’ bir tepkiye de sahip olduklarının gözden kaçırıldığına işaret ediyor. O’Neill, ‘’Tıpkı, genç gotikler, punklar, ve hatta genç Batılı muhafazakarlar gibi ana akımın dışına uzağına çıkmak istiyorlar’’ diye yazdı.
Oxford Üniversitesinde Avrupa Çalışmaları bölümünün saygın profesörü Timothy Garton Ash da, 7 Nisan günü Los Angeles Times gazetesinde yayınlanan yazısında, Fransa’daki iki yüzlü laiklik anlayışını eleştirdi. ‘’İnsanlar, tıpkı (Hz)Muhammed’in karikatürlerini yapmak gibi istedikleri kıyafeti gymekte de özgür olmalı’’ diye yazan Ash, ‘’yasakların tek sebebi, başkalarına fiziki zarar vermesi olabilir. Bu kadınlardan kimseye zarar gelmemiştir. Fransa bize bu kadınlardan ne tür bir zarar geldiğini göstermek mecburiyetinde. Önce güvenliğe tehlikeli dendi. Güya intihar bombacıları ve Paris’in banliyölerinde kriminaller burka ile gizleniyormuş. Bu şekilde tek bir somut olay var mıdır? Avrupa’daki bütün terör saldırılarında burka değil sırt çantası kullanıldı. Sokak gösterilerinde göstericilerin yüzlerini kapatması ise burka ile ilgili değil, on yılların geleneği. Fransa’da sayısı 2000’i bile bulmayan Hollanda’da 500’ü bile bulmayan bu kadınların aniden güvenliğe tehdit olması gülünç’’ dedi.
Bazı liberal görüşlerin ise burkayı, kocaların ve erkeklerin zoruyla giydirilen ‘kişisel hapishane’ olarak niteleyerek karşı çıktığına dikkat çeken Ash, şöyle yazdı: ‘’Bu görüşe sempati duyarım. Ancak gerçeği bu kadınlara sormak gerekmez mi? Fransa Açık Toplum Vakfı’nın burka takan 32 kadın ile yüz yüze görüşmesinde 30’u aile içinde son sözü söyleyen olduklarını belirterek, burkayı kendi tercihleriyle taktıklarını ifade etti. Hatta bir kısmı, burka taktığı için kocasından ailesinden eleştiri alıyormuş. Bu kadınlar burkayı manevi bir yolculuk olarak görüyor. Bazısına göre, burka, Avrupa’nın seksüalize olmuş röntgenci kamusal alanına karşı bir tür kişisel savunma. Bizim için, meta olmadığımızı söylemenin bir yolu diyorlar. Bu yaklaşımdan hoşlanmayabiliriz, rencide edici de bulabiliriz ancak bu da o çok savunduğumuz (Hz) Muhammed karikatürleri kadar ifade özgürlüğünden yararlanma hakkına sahip. Burka yasağı, özgürlük karşıtı, gereksiz ve büyük ihtimalle amacının aksini üretecek bir adım. Avrupa’da kimse Fransa’nın yolundan gitmemeli’’
İngiliz The Daily Telegraph gazetesinden Alex Spillius, Çarşamba günkü yazısına boşuna ‘’Sarkozy, yeni George Bush’’ başlığı atmamış. Sarkozy’nin Libya’dan sonra Fildişi Sahili’ne saldırmasını eleştirmiş Spillius. Batı medyasında birçok komedyen Sarkozy’nin eşine kendini kabul ettirmekte zorlandıkça sağa sola saldırmaya başladığına dikkat çekiyor. O da Bush gibi, kendi ülkesinden demokrasiyi özgürlükleri rafa kaldırdıkça, saldırdığı her yere demokrasi ve özgürlük götürdüğü iddiasına sarılıyor. Bunlar psikolojik mevzular mı politik mevzular mı karar vermekte güçlük çekiyorum.
HAFTANIN ADAMI: Bu kurşun Tatlıses’i güçlü yapar
Olay meydana geldiğinde uzaktaydım kendisine geçmiş olsun diyemedim ama İbrahim Tatlıses’in uğradığı kahpe saldırıya gerçekten üzüldüm. Özel hayatı ile ilgili tartışmalar bir yana hassaten gurbette yaşayanlar onun türkülerinin kıymetini çok daha iyi bilir. Beni çok teselli etmişliği vardır. Ben de kendisine teselli olur ümidiyle geçen yıl Haziran ayında yayınlanan ve geçtiğimiz günlerde NY Times köşe yazarı David Brooks’un yeniden dikkatimize getirdiği bilimsel araştırmayı aktarmak isterim.
Trafik kazaları, kurşunlanma vb sebeplerle kafasından, beyninden hayati şekilde yaralanıp yaşama geri dönen 630 kişi üzerinde yapılan çarpıcı bir araştırma. İngiltere Exeter Üniversitesinden psikolog Janelle M. Jones’un başkanlığında yapılan ve orijinali ‘’Psychology & Health’’ dergisinin 28 Haziran 2010 tarihli sayısında yayınlanan, ‘’Beyin yaralanmalarından sonra iyileşmenin kişisel ve sosyal değişime katkısı’’ alt başlıklı araştırmada, bu şekilde hayata geri dönenlerin diğer insanlardan çok daha fazla tatmin olmuş bir hayat yaşamaya başladıkları belirtiliyor. Geri tepmiş bir topun çevikliği ve direncine kavuşan bu kişiler, özellikle ciddi yaralanmaları nedeniyle gördükleri sosyal destek ağı ve sempatinin büyüklüğüyle de büyük ve olumlu bir dönüşüm yaşıyorlar. Araştırmalarının başlığını da meşhur bir deyimden seçmiş bilimadamları: Bizi öldürmeyen şey daha güçlü kılar. Çok daha verimli ve pozitif bir şekilde sahnelere ve gündemimize döneceğinize inanıyoruz. Geçmiş olsun ağabey..!
HAFTANIN DOKUNDURMASI
"Barack Obama, şimdi diğer bütün Nobel Barış Ödülü sahiplerinin toplamından fazla kruz füzesi ateşlemiş durumda’’ (Iowa Hawk’ın geçen hafta pek meşhur olan manşeti)
Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com
Yorumlar4