“İki Çağın Kahraman Yiğidi”: Çerkes Hasan’dan Ömer Halisdemir’e…

  • GİRİŞ14.07.2025 16:32
  • GÜNCELLEME14.07.2025 17:01

“Vatan söz konusuysa, gerisi teferruattır.”

Tarih, cesaretin zaman tanımadığını hepimize gösterir.

Biri Osmanlı’nın çöküşe yüz tuttuğu günlerde saraya sızmış ihanetin karşısında tek başına dikilen bir yiğit asker: Çerkes Hasan

Diğeri modern Türkiye’nin bekasına yönelmiş en büyük tehditlerden birini göğsünü siper ederek durduran bir yiğit asker: Ömer Halisdemir

“Vatan için bir ömür, bir anlık karar ve sonsuz bir destan”

İkisi de hafızalardan silinmeyen o destanı bizlere öğretti ve yaşattılar.

İki farklı çağ, iki farklı tarih ve iki farklı kıyafet. Lakin tek bir ortak ruh var: Vatan uğruna şahadet.

İkisi de yalnızdı. Ama arkalarında koca bir milletin onuru vardı. Tüm Türkiye vardı.

Tarihler, mekânlar, nesneler değişir. Kostümler farklıdır. Ama özünde değişmeyen en önemli şey:

“Velinimeti uğruna fedây-ı can eyleyen’’

Koca bir milletin ve vatanın istikbali için göze alınan şehadettir.

İki Çağın Kahramanı

Sadece birer asker değil… Milletin kalbine kazınan adanmışlığın, direnişin ve onurun simgesi olan bu iki büyük yiğidin hayatı ve eylemleri, bıraktıkları mirasa ışık tutuyor. Çerkes Hasan ve Ömer Halisdemir bize sadece geçmişi anlatmaz. Bugüne ve yarına bir seslenişi iletir. Vatanı savunmamızı öğretir. Yaşadığımız bu kutsal topraklara al bayrağımız altında ihanetin asla olamayacağını öğretir. İkisi de unutulmaz birer kahraman abideleridir.

Askeri darbe karşısında geçit vermeyen iki yiğit, aynı ruh, aynı kurşun:

“Biri Osmanlı tokadı, diğeri Cumhuriyet tokadı”

15 Temmuz…

Çerkes Hasan ile Ömer Halisdemir… Tam bu zamandaki hikâyede bir Osmanlı subayı olan Çerkes Hasan ile 21. yüzyıl Türkiye’sinde özel kuvvet mensubu olan şehidimiz Ömer Halisdemir aynı kader çizgisinde buluşur. Biri Abdülaziz sonrası Osmanlı’nın karanlık döneminde, diğeri 21.yüzyılın demokrasi mücadelesinde… Ama ikisi de millet adına, namus adına, vatanın bekası için tek başlarına vücutlarını siper etmiş; iki ayrı zamanda, lakin tek gayede şehadete ermiş; aynı ruh, lakin farklı çağlarda bizlerin her birisine borçlu olduğumuz aziz kardeşlerimiz.

Çerkes Hasan kimdir?

Kısaca göz atalım… Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderi olan Hasan. Lakabı “Çerkes Hasan”. Kafkasya kökenlidir. Osmanlı’ya göç eden Çerkes (Adige) kökenli bir ailenin ferdidir. Osmanlı’da Harp Okulu mezunudur ve Zaptiye Nezareti’nde görev yapmıştır.

Peki neydi Çerkes Hasan’ı önemli yapan? Bir göz atalım… Sultan Abdülaziz, tahttan indirildikten kısa süre sonra ölü bulunur (intihar mı, cinayet mi hâlâ tartışılır). Sultan Abdülaziz’in yakın çevresi, ölümünden dönemin Sadrazamı Mithat Paşa’yı sorumlu tutar.        Çerkes Hasan, 15 Haziran 1876’da Mithat Paşa’nın destekçilerine ve dönemin siyasi aktörlerine karşı harekete geçer. Osmanlı’daki siyasi suikastlerin ilk örneklerinden biri olarak görülür.

Osmanlı Devleti bu dönemde iç ve dış sorunlarla uğraşmaktaydı. Sultan Abdülaziz’in hal’i ve yeni padişah V.Murat’ın tahta geçme meselesi söz konusu olduğundan bakanlar her gece bir konakta toplanıp durumları tartışıyorlardı. Olay gecesi yani 24 Cemaziye'l-evvel akşamı Vükela Heyeti, Beyazıt’taki Mithat Paşa konağının üst katında toplanmışlardır. Toplantıda Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Hariciye Nazırı Raşit Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmet Paşa, Maarif Nazırı Cevdet Paşa, Defter-i Hakani Nazırı Yusuf Paşa, Mecalis-i Aliye’ye memur Halet Paşa ile Şerif Hüseyin Paşa, yine Mecalis-i Aliye’de memur Hasan Rıza Paşa, Sadaret Müsteşarı Kabzımalzade Said Efendi, Amedci Mahmut ve Sadaret mektupçusu Memduh Beylerle ev sahibi Şuray-ı Devlet Reisi Mithat Paşa bulunuyordu. Davetliler kafalarını biraz tütsüledikten sonra yemek yemişlerdi. Bu toplantıda genel olarak Girit ve Karadağ meseleleri görüşülüyordu.

İşte asıl can alıcı olay bu esnada vuku bulacaktır. Çerkes Hasan, Serasker Hüseyin Avni Paşa’nın yalısına geldiğinde yalıdaki ağalardan Paşa’nın Beyazıt’ta Mithat Paşa’nın konağında toplantıda olduğunu öğrenir ve Sirkeci’ye geçer. Hasan Bey’in kendi ifadelerine göre, yolda ilerlerken yapacağı işi planlamış ve konağa öyle gelmiştir. Oradaki ağalar Hasan Bey’e geliş sebebini sorarlar. Kendisi de yarın Bağdat’a gideceğini, Tayyar Paşa’nın gönderdiğini ve Serasker Hüseyin Avni Paşa Paşa’yı görmek istediğini söylemiştir. Hasan Bey, üst kata çıktığında kapıda iki nöbetçiyi görür. İkisi de görev başında değildir. Meclis kapısına yaklaşarak kapıdaki aralıktan içeriye bakar. Paşaların oturma düzenine göz attıktan sonra kapıdaki hademeyi oyalayarak bir elinde rovelver silah, diğer elinde kama odaya girer. İlk olarak Hüseyin Avni Paşa vurulur. Zaten Abdülaziz’in hal’i fikrini de ilk defa Vükela Heyeti’nden Serasker Hüseyin Avni Paşa düşünmüştü. Çerkes Hasan’ın baskını meclisi şaşkına çevirir. Hüseyin Avni Paşa’nın yaralanması herkesin kaçmasına sebep olur. Bu sırada Kayserili Ahmet Paşa ona engel olmaya çalışır. Hasan Bey elindeki kamasıyla Kayserilinin parmaklarını ve kulaklarını doğramaya başlayınca yorulan Kayserili Ahmet Paşa, son bir hamle ile Hasan'ı sofaya çekip arkasından bir tekme atarak diğer vekillerin saklandığı odaya kaçar. Bu sırada yaralı olan Hüseyin Avni Paşa can havliyle bulunduğu yerden kalkarak sofaya kadar gelir. Onun yere düştüğünü gören Çerkes Hasan, üzerine atlar ve delik deşik ederek kama ile ağzını kulaklarına kadar açar. Kendi ifadesinde “vurduğunu zannettiği” ve odada sandalye üzerinde baygın halde bulunan Raşid Paşa'yı da göğsünden vurarak, kama ile gırtlağını kesmiştir. İkisinin de öldüğünü anladıktan sonra o sırada Mithat Paşa, Sadrazam Rüştü Paşa ve Kayserili Ahmet Paşa’nın bulundukları odanın kapısını açarak oraya hücum etmiştir. İçerdekiler oda kapısının kilitleri olmadığı için arkasına bir kanepe koyup, üstüne şişman olan Halet Paşa'yı oturtmuşlar, kendileri de kapıya bütün kuvvetleriyle dayanmışlardı.

Çerkes Hasan kapıyı zorlarken Sadrazam’a “Sen millet babasısın, ayağını öpeceğim. Rıza Paşa da velinimetimdir. Size bir şey yapmam. Kayserili’yi bana verin” dedikçe Rüştü Paşa: “Oğlum Hasan Bey! Hiddetin üstündedir. Kapıyı açmam. Yarın görüşürüz. Bana bir şey yapmayacağını bilsem de hiddet arasında belki bir fenalık olur” gibi sözlerle yatıştırmaya çalışır. O sırada Mithat Paşa’nın adamlarından Ahmet Ağa gelerek elindeki bıçakla Hasan’ın başına darbe vurur. Hasan da can havliyle elindeki silahla ağayı gözünden vurup düşürmüş ve sandalye ile avizeyi kırıp yanmakta olan mumların perdeyi tutuşturmasına sebep olmuştur. Üçüncü katta bunlar olurken aşağıda paşaların yaverleri, çavuşları ve ağları 30-40 kişiyi bulduğu halde üçüncü katın merdiveni başında toplanıp, Çerkes Hasan’ın kurşununa hedef olmaktan korktukları için ileri gidememişlerdir. Nihayet yakındaki Hasanpaşa Karakolu’ndan askerler ve zaptiyeler gelerek konağa ateş açmışlar ve yirmi kadarı süngü ile yukarı çıkmışlardır. Burada da süren kısa bir çatışmadan sonra Çerkes Hasan “Ben askere silah çekmem” demiş ve silahlarını vererek teslim olmuştur. Öldürülmemesi emredilen Hasan Bey, aşağı indirilirken Sadaret yaverlerinden Şükrü Bey’i kendisini hor gördüğü için çizmesinden çıkardığı revolverle öldürmüştür.

Yakalandıktan sonra başından ve arkasından yaralı olan Çerkes Hasan, Serasker kapısına (İstanbul Üniversitesi girişi) getirilmiş ve Süleymaniye'de ifadesi alınmıştır. Çerkes Hasan, yarası ağırlaşınca bırakılmış, ertesi gün ikinci kez ifadesi alınmıştır.

İfadesini soğukkanlı şekilde veren Çerkes Hasan, “Bu işi nefsim için yapmadım. Gayem, bundan sonra hiç kimse padişah hal etmek gibi bir girişime cesaret edemesin." demiştir.

İşte ta o zamanlar aslında bizlere mesaj vermiş oluyordu Hasan.

Çerkez Hasan’ın son olarak, Divan-ı harpte yargılanarak idamına karar verilmiştir. 26 Cemaziye'l-evvel 1293 (Haziran 1876) Cumartesi sabaha karşı Beyazıt Meydanı'nda bir dut ağacına asılarak idam edilmiştir. Cesedi iki gün orada kaldıktan sonra Edirnekapı mezarlığına defnedilmiştir.

Edirnekapı’daki kabrinde mezar taşında şu ifadeler yazmaktadır:

 “Velinimeti uğruna fedây-ı can eyleyen Çerkes Hasan Ruhu için El-Fatiha”

Çerkes Hasan, Osmanlı’da adalet ve sadakat kavramlarının bir bireyin elinde nasıl bir intikam aracına dönüştüğünü gösteren simgesel bir figürdür.

Ömer Halisdemir…

15 Temmuz’un kalbine atılan kurşun.

Yüzyıllar sonra, bir başka gece, bir başka darbe girişimi…

15 Temmuz 2016 gecesi, Türkiye’nin en kritik askeri üslerinden birinde, emir aldığında tek bir saniye bile düşünmeden harekete geçen bir başka kahraman vardı: Ömer Halisdemir. Gözünü kırpmadan, devletin namusunu hedef alan General Semih Terzi’yi alnından vurarak büyük bir planı bozdu. Biliyordu ki bu kurşun dönüşsüzdü. Attığı her mermi, bir milletin bağımsızlığına sahip çıkmak için atılmış istiklal kurşunuydu.

O da şehit oldu. Ama o an, Türk milletinin ayağa kalktığı ve istiklaline yeniden sahip çıktığı andı. Bizler hep beraber meydanlarda vatanı sahipsiz bırakmadık. Her birimiz Çerkes Hasan’dır, her birimiz Ömer Halisdemir’dir. 

“Şehitler, vatanın susmayan ezanıdır.”

Şehitler, yalnızca can veren değil; bir milletin bağımsızlık duasını semaya yükselten sessiz ezanlardır. Onlar sustukça toprağın sesi açılır, bayrağın rengi parlar, ezanlar dinmez olur. Her şehit, bu topraklara kazınmış birer iman nişanesidir. Minarelerden yankılanan ezanlar, onların fedakârlıklarıyla hür kalmıştır.

“Bayrak inmeyecek, ezan dinmeyecek, vatan bölünmeyecek.”       

“Şehitler oldukça, bu toprak düşmana yar olmaz.”

“Bir millet ezanla dirilir, bayrakla yürür.”

“Ezan susarsa yürek durur, bayrak inerse baş eğilir.”

 “Şehitlerin kanı bayrağı yükseltir, dualarımız ezanı yaşatır.”

Bugün her sabah huzurla uyanabiliyorsak, geceleri korkusuzca uyuyabiliyorsak, bu onların sessiz haykırışlarının, toprağa düşen kanlarının eseridir.

‘’Çünkü şehitler, vatanın susmayan ezanıdır.’’

Çerkes Hasan’ın sarayda gösterdiği cesaret, Ömer Halisdemir’in darbe gecesi sergilediği kararlılıkla yeniden vücut buldu. Biri padişahına, diğeri milletine sadakatle canını verdi. Bu topraklarda vatan uğruna gövdesini siper edenlerin adı değişse de ruhu hiç değişmedi, değişmeyecek.

İkisinin hikâyesi de birer çağın aynasıdır. Çerkes Hasan ve Ömer Halisdemir, tarihe “gerektiğinde bir can, bir milleti kurtarır” gerçeğini yazdılar. Vatan, böyle adamların omzunda yükselir.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bu kahramanlık zinciri, bize gösteriyor ki hangi çağda olursa olsun, milletin kaderini değiştirenler, gözünü kırpmadan görevini yapan adsız yiğitlerdir. Çerkes Hasan ve Ömer Halisdemir, bu zincirin halkaları olarak tarihe mühürlerini vurmuştur. Tarih değişse de yürek aynıdır.

Sonuçta biri Osmanlı, diğer Cumhuriyet kahramanı; aynı vatan aşkıyla, aynı ruhla asırlık nöbete adlarını altın harflerle yazdıran tarihin iki yiğidi.

“Bazı ölümler öyle diridir ki, milletin ruhunda birer abide gibi yükselir.”

Vatan toprakları; sadece dağları, ovalarıyla değil, uğruna can verilen her karışıyla anlam kazanır. Ve bu toprağın ruhunu, tarih boyunca göğsünü siper eden yiğitler yoğurur;

Tıpkı 1876’da zalimin karşısına tek başına dikilen Çerkes Hasan gibi…

 Ve tıpkı 2016’da ülkesine yönelen ihaneti bir kurşunla durduran Ömer Halisdemir gibi…

Bu iki kahraman, yaşadıkları çağları aşarak tek bir çizgide buluşurlar: Vatanı yaşatmak için ölümü seçmek.

Bir milletin kalbinde yaşamak için, adını bir sokakta, bir okulda taşımak yetmez. Onlar için yapılacak en büyük görev, kalıcı birer abide ile sadakatimizi ve vefamızı göstermektir. Bu abideler sadece taş ve mermerden ibaret değil; bilinçten, minnettarlıktan, unutulmaz hatıralardan inşa edilmelidir. Her bir abide, genç kuşaklara şu gerçeği haykırmalıdır:

“Vatanı sevmek, gerektiğinde gözünü bile kırpmadan ölmeyi bilmektir.”

Çerkes Hasan için bir anıt dikmekle, onun adalet ve haysiyet uğruna gösterdiği direnişi ebedîleştirmekle yıllardır yapılan vefasızlığı telafi etmiş ve vefamızı en derin şekilde göstermiş olacağız.

Ama ne yazık ki mezarı öylece unutulup bir kenara atılmış gibi Edirnekapı’da hiç kimsenin bilmediği yerde durmakta. Ona vefa borcumuzu bu şekilde mi ödeyeceğiz?

Burada Çerkes Hasan için mezarına bir anıt (türbe, şehitlik veya abide) yapılması için devlet büyüklerine çağrıda bulunuyoruz.

Cumhurbaşkanımız’a, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne “Çerkes Hasan’a vefa borcumuzu en iyi şekilde yapabilmek ve ayrıca tarihî duyarlılığı ifade eden tanıtım yazısı ile adına yakışır  bir abide yapı inşaa etmek için büyük görev düşmektedir.

“Şehit, bedeni toprağa düşse de, adı göğe yazılandır.”

İnşallah bu söze duyarlı olacağız. 

“Vatan sevgisi, şehadetin en yüce sebebidir.”

İşte bu söze en layık, Çerkes Hasan,Ömer Halis Demir,Fethi Sekin gibi nice aziz şehitlermizdir.

Osmanlı tarihinin zor zamanlarında, 15/16 Cemaziye'l-evvel 1876 gecesi vatan, millet ve haysiyet uğruna canını feda eden Çerkes Hasan, yalnızca bir asker değil; milletimizin direniş ruhunu temsil eden bir şahsiyettir. Serasker Hüseyin Avni Paşa’yı ve o dönemin karanlık odaklarını durdurarak tarihe geçen bu kahraman, bir asrı aşkın süredir halkın vicdanında yaşamaya devam etmektedir.

Bugün, Çerkes Hasan’ın kabrinin Edirnekapı Şehitliği’nde olduğu bilinmekteyse de, kendisine ait müstakil bir anıt mezar, türbe veya şehitlik abidesi bulunmamaktadır. Oysa bu millet, şehitlerine vefa göstererek yükselmiştir. Aziz şehidimizin hatırasının gelecek kuşaklara aktarılması ve onun mücadelesinin unutturulmaması için, mezarının bulunduğu yere bir anıt mezar veya temsili bir abide yapılması tarihî bir sorumluluk olacaktır.

Abideler yalnızca taş değildir; abideler, bir halkın hafızasıdır.

Ve bu hafızayı diri tutmak, ancak vefayla mümkündür.

Çünkü şehit unutulursa, millet un ufak olur.

Ama şehidine sahip çıkan millet, daima ayaktadır.

“Bir milletin hür yaşamasının bedelini şehitler öder.”

“Bayrak, şehidin alnından damlayan kanla dalgalanır.”

Ve vatan uğruna;

“Biri Osmanlı’nın çöküşe sürüklendiği bir çağda, diğeri modern Türkiye’nin karanlığa sürüklendiği bir gecede…

İkisi de bir an bile tereddüt etmeden, milletin kaderini kendi canlarıyla yazdı.

Çerkes Hasan ve Ömer Halisdemir…

Farklı zamanların aynı yürekle atan iki kahramanı…

Onlar gitti ama bıraktıkları iz, bu milletin ruhunda hep yaşayacak.

Çünkü vatan, onların suskun fedakârlığında yeniden doğdu.”

“Darbe girişimleri, bu milletin çelikten iradesine çarparak dağılır. Çanakkale’de geçilmez yazan ruh, 15 Temmuz’da da sokaklardaydı. Bizler de tüm Türkiye olarak haftalarca sokaklarda sesimizi yükselttik. Koca millet olarak ihanet çetelerine asla geçit vermedik, vermeyeceğiz.

Türkiye, sadece toprakla değil; inançla, canla, şehitlerle korunur. Darbelere karşı Türkiye asla geçilmez!”

Selimiye Camii mahyasında bu söze değer verilmiştir.

İhanet pusuda beklese de, bu topraklarda diz çöken değil, direnen evlatlar var.

Tanklara, kurşunlara, ihanete karşı göğsünü siper eden bir milletin adı Türkiye’dir.

Bu millet; yıkılmaz, satılmaz, teslim olmaz.

 

Bayrak yere düşmez, ezan susmaz, vatan geçilmez.

 

Vatan toprağına düşen her can, bu milletin kalbine yazılmış bir destandır.

Çanakkale’de siperlerde, 15 Temmuz’da meydanlarda, Çerkez Hasan’ın yüreğinde, Ömer Halisdemir’in kurşununda aynı iman, aynı direniş vardı.

Onlar, “Vatan geçilmez” dediler; canlarıyla, kanlarıyla bunu mühürlediler.

 

Ruhları şad, mekânları cennet olsun.

Minnetle, rahmetle, dualarla…

 

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat