Kubbeler Altında Yükselen Maneviyat

  • GİRİŞ25.12.2025 09:07
  • GÜNCELLEME25.12.2025 09:07

(Üç Aylar ve Camilerde Hassasiyet)

“Bir mabede girerken insan, asırlarca süren bir duanın içine girer.”
Yahya Kemal Beyatlı

Üç aylar; bu topraklarda yalnızca ibadetin değil, saygının, temizliğin ve medeniyet ahlakının yeniden hatırlandığı müstesna zamanlardır. Kardeşliğin, sıla-i rahimin ve iç muhasebenin öne çıktığı bu dönemlerde camiler dolarken, hassasiyetimizin de aynı oranda artması gerekir.

Recep, Şaban ve Ramazan…
Üç aylar; İslam dünyasında olduğu kadar Anadolu irfanında da derin bir karşılığa sahiptir. Bu aylar, bir milletin iç dünyasında başlayan, maneviyatla yoğrulmuş sessiz bir yürüyüştür. Bu yürüyüşün durakları ise asırlardır aynıdır:

Camilerimiz…

Bu mübarek zaman dilimi geldiğinde şehirlerin ritmi değişir, sokaklar yavaşlar, insanlar daha çok camilere yönelir. Çünkü bu topraklarda maneviyatın merkezi asırlardır kubbelerin altındadır.

Ben, kubbelerin üzerinde yıllarını geçirmiş; camileri yalnızca yerden değil, zirveden de gözlemleyen bir fotoğrafçı olarak şunu net bir şekilde ifade ediyorum:
Üç aylar geldiğinde şehirlerin eşsiz ruhu camilerde toplanır.

Kubbeler daha fazla dua işitir.
Avlular daha fazla ayak sesi taşır.
Mihraplar daha fazla niyet görür.

Camiler yalnızca ibadet edilen yapılar değildir. Onlar; bu medeniyetin ahlakını, ölçüsünü, edebini ve estetik anlayışını yansıtan canlı mekânlardır. Bir caminin kapısından içeri girerken sergilenen tavır, aslında insanın hayata karşı duruşunun da kısa bir özetidir.

Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın şu sözü bu hakikati ne güzel anlatır:
Süleymaniye’de Bayram Sabahı, bir milletin ruhunun mimarisidir.”

Bu söz bize şunu öğretir:
Kubbeler yalnızca taşla değil, ruhla ayakta durur.

Üç aylar vesilesiyle camilere yöneliş artarken, ne yazık ki bazı hassasiyetlerin aynı ölçüde artmadığına da şahit oluyoruz. Oysa camiler; yüksek seslerin değil, yüksek bir farkındalığın mekânıdır.

Temizlik meselesi çoğu zaman yalnızca görünenle sınırlandırılır. Hâlbuki cami temizliği; halının üzerindeki iz kadar, kalpteki izleri de önemser. Ayakkabının temizliği kadar, niyetin temizliği de bu bütünün ayrılmaz bir parçasıdır.

Bu noktada Sezai Karakoç’un uyarısı son derece kıymetlidir:
İnsan mabede girince zaman susar.

Bugün camilerdeki hassasiyet, yalnızca görevlilerin değil; her bireyin vicdan sorumluluğudur.
Ecdadımız cami inşa ederken sadece taş üstüne taş koymadı.
Oraya edep koydu, hürmet koydu, ölçü koydu.

Bu yüzden camilerdeki temizlik ve düzen yalnızca görevlilerin ya da kurumların sorumluluğu değildir. Bu, doğrudan doğruya toplumsal bir bilinç meselesidir.

Bir caminin kapısından içeri girerken kendimize şu soruları sormalıyız:

  • Sesimizi alçaltırken nefsimizi de alçaltabiliyor muyuz?
  • Telefonumuzu sessize alırken zihnimizi de susturabiliyor muyuz?
  • Çocuklarımıza camide “yapma” demeden önce, caminin ne olduğunu anlatabiliyor muyuz?

Üç aylar, yalnızca daha fazla ibadet etme zamanı değil; daha doğru davranma zamanıdır.
Camiler kalabalıkla değil, edep ile güzelleşir.
Sessizlikle değil, saygıyla anlam kazanır.

Ben, kubbelerin üzerinde yıllarını geçirmiş; camileri yalnızca yerden değil, kubbelerin zirvesinden izleyen bir fotoğrafçı olarak şunu net bir şekilde ifade ediyorum:

Yıllardır kubbelerin üzerinde çalışırken hissettiğim ortak bir duygu var.
Bu duygu ne yalnızca yükseklik ne de tehlike hissidir…
Bu, emanet duygusudur.

Bir kubbenin üzerine çıktığınızda sadece taşa basmazsınız;
asırların duasına, mimarın niyetine, ustanın alın terine basarsınız.
Her adım, sizden önce orada ter dökmüş ustaların sessiz hatırasını taşır.

O yüzden bu iş, yalnızca bir fotoğraf çalışması değildir;
bu, bir emanete hürmettir.

Bazen saatlerce beklediğiniz bir ışık size şunu fısıldar:
“Bu yapı senin değil; sen bu yapının misafirisin.”

Bu yapılar bizden ihtişam değil, hürmet bekliyor.

Üç aylar; yerlerin süpürüldüğü kadar kalplerin de temizlenmesi gereken bir zamandır. Camiler bu aylarda daha çok dolarken, bizim de sorumluluğumuz artar. Çünkü camiye gösterilen özen, bu medeniyete duyulan saygının en açık yansımasıdır.

Bu noktada Necip Fazıl Kısakürek’in uyarısını da hatırlamak gerekir:
Mabede giren insan, önce kendi iç gürültüsünü susturmalıdır.

Bugün camilerdeki hassasiyet yalnızca görevlilerin değil, her bireyin vicdan sorumluluğudur.
Çünkü camiler Allah’ın evidir; ama aynı zamanda bu milletin aynasıdır.
O aynaya nasıl baktığımız, kim olduğumuzu ve kimliğimizi gösterir.

Kubbelerin altına girerken biraz daha yavaşlayalım.
Biraz daha sessiz olalım.
Biraz daha temiz, biraz daha saygılı olalım.

Çünkü kubbeler bizden ihtişam değil, hürmet bekliyor.

 

Kubbelerin Üstadı Yazar

 

Yorumlar2

  • H.Hulusi GÜLSEREN 5 saat önce Şikayet Et
    Maşallah. Emeğinize sağlık üstad. Ülkemizde ne kabiliyetli insanlar var malesef hayatta iken kıymetleri bilinmiyor. Rabbim sayılarını arttırsın faydalı eserler bırakmayı nasip etsin.
    Cevapla
  • Misafir 6 saat önce Şikayet Et
    Öğle Namazına 1.30 Saat var.Namazları Kılalım İnşallah
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat