İlker Başbuğ ne yapmaya çalışıyor?
- GİRİŞ14.02.2010 07:41
- GÜNCELLEME14.02.2010 07:41
Genelkurmay başkanlarının isminin çoğunlukla hatırlanmadığı ya da bilinmediği Batılı demokratik ülkeler açısından anormal bir durum bu. “Batı demokrasileri ailesi” içinde yer alma hedefi güden Türkiye açısından da öyle olmalı.Öyle de.
Öte yandan bu, sancılı da olsa, Türkiye’nin “normalleşme istikametinde yol almaya çabalaması”nın bir yansıması. Böyle de görmek gerek.
Bu çabada “paradoksal” bir biçimde, İlker Başbuğ’un da katkısı var. Bu hafta sonu yayımlanan The Economist dergisinde, Başbuğ’un Habertürk’e açıklamalarından önce kaleme alınan “Türkiye’de darbeler bitiyor” başlıklı bir yazıya yer verildi. Yazının Radikal’de dün yayımlanan Türkçe çevirisinde İlker Başbuğ şöyle tanımlanıyor:
“Türk ordusu siyasete karışma bağımlılığından kurtulmaya başlıyorsa eğer, bu kısmen en tepedeki ismin çabaları sayesinde oluyor... Başbuğ ordunun rolüne dair bazı seleflerinden daha engin bir kavrayışa sahip... Adı darbe iddialarının hiçbirine karışmadı. Bu tür teşebbüslerde bulunanları ayıklamakta kararlı olduğunu söylüyor. Şimdi emrindeki bazı askerler mesajı almış gibi görünüyor, sızdırılan darbe planı iddialarının birçoğunun arkasında onların olduğu söyleniyor...”
Yukarıdaki satırlar son haftalarda kafamızı karıştıran birçok şeyi anlamayı sağlayabilir...
*** *** ***
Peki, Orgeneral Başbuğ’un son aylarda her vesileyle ekranlara yansıyan çatık kaşlı, işaret parmağını tehditkar biçimde sallayan ifadesine ne demeli? Hiçbir demokratik yapıda, bir hukuk devletinde kabul edilemeyecek açıklamalarına ne demeli?
Bunun cevabını son yıllarını asker-sivil ilişkilerini çalışmaya vermiş olan Ali Bayramoğlu’nun dünkü “Özkök, Büyükanıt, Başbuğ” başlıklı yazısında bulabiliriz:
“Askeri vesayet rejimlerinden çıkış askerler için zordur. Bu tür değişim süreçlerinin hem nesnesi hem öznesi olurlar; hem değişim tarafından etkilenirler hem kurumsal nitelikleri itibarıyla bu değişimi gerçekleştiren el olmak durumunda kalırlar.
Ancak geri dönüş yoktur ve asker açısından yapılacak iş artık direnmek, tepki vermek değildir. Tersine ‘demilitarizasyon süreci’nin doğru yönetilmesidir.
Türkiye’de ya da başka yerde asker bu süreçlerde, değişmek istediği için değil, değişmek zorunda kaldığı için rol alır. Başka bir ifadeyle demilitarizasyon süreci asker tarafından bu sınırlarda yönetilir. Değişime direnç ile değişmek zorunluluğu iç içe girer. Eski usuller ile yeni arayışlar yan yana yaşar.”
İlker Başbuğ, bu çelişkilerin ve paradoksun yansıması; bunların kesişmesini yansıtıyor.
Ali Bayramoğlu’nun kendi cümleleriyle, Başbuğ’un “Demilitarizasyon sürecini ‘yönetmekte’ başarısız olduğu söylenemez... Bu yönetime günlük gelişmeler, çelişkiler, el kol yordamı ve zorunluluklar hakim olsa da... Sert ve kabul edilemez çıkışları oluyor. Ancak madalyonun diğer yüzü de önemlidir...”
*** *** ***
Türkiye’de sürdürülemez ve sürdürülmemesi gereken statükonun, gerçek anlamdaki “irtica”nın yani “gericilik”in temsilcileri, en hafif deyimiyle “statüko muhafızları” –şu dönem siyaset sahnesinde bunların bir numarası Deniz Baykal olarak temayüz ediyor- TSK’ya karşı “sistemli kampanya” olduğu iddiasındalar.
Örneğin Baykal, İlker Başbuğ’un son açıklamasını “TSK’nın feryadı” olarak niteliyor; buna kulak verilmesini istiyor ve “Türkiye’de yaşanan olaylar doğal bir sürecin parçası olarak anlaşılamaz. Arkasında çok özel bir planlamaların olduğu özel hazırlıklarla kampanyaların yürütülmekte olduğu açıkça gözüküyor” diyor.
Laf salatası.
Şunun şurasında daha iki hafta önce, İlker Başbuğ’un görevden alınmasını haykıran Deniz Baykal değil miydi?
Ortada TSK’ya yönelik kampanya filan yok. Türkiye’nin yıllardır zorlanarak da olsa içinden geçtiği bir “değişim süreci” var ve bu “değişim süreci” önce AB’nin Kopenhag Kriterleri’ne uyum için çıkarılan yasal değişikliklerle etkilendi, daha sonra da tam üyelik müzakere süreciyle iç içe geçti.
Bu süreç, ister istemez, bir “demokratikleşme” ve dolayısıyla bir “sivilleşme” sürecidir ve ister istemez TSK’nın rolünde büyük değişikliği zorunlu kılıyor.
*** *** ***
İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı’nı Yaşar Büyükanıt’tan devraldı. Büyükanıt’ın “günahları” çok. 2007’de TSK’nın Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahalesinin, bizzat kendi eliyle yazdığı 27 Nisan muhtırasının, asker-hükümet geriliminin, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Çankaya’ya saygısızlığın baş sorumlusu o.
Sonuç?
Yazının devamına bu linkten ulaşabilirsiniz
Cengiz ÇANDAR / Referans
Yorumlar1