İtibar açlığı ve bilinçsiz de olsa sınıfsal bir ayrışma
- GİRİŞ25.03.2009 07:11
- GÜNCELLEME25.03.2009 07:11
Pazar günü öğleden sonra, Eminönü meydanına tepeden bakan bir terasta oturuyorduk. Hava yağmurluydu ve meydanın üstüne gerilmiş iplerde çeşit çeşit partilerin flamalarıyla; hem bazı liderlerin, hem de bazı adayların resimleri sallanıyordu.
* * *
Meydandan tek bir şemsiyenin altına sığınmış aileler de geçiyordu.
Genellikle hanımların başları eşarplı, yahut başörtülüydü; şemsiyeyi ya kendileri, ya eşleri tutuyordu; ufacık çocukları ise, şemsiyenin altına sığınmaya pek aldırmıyor gibiydiler.
* * *
İstanbul’da parti mitingleri rekoru kırılıyordu. Sadece liderler, yani 4-5 kişi konuşuyor; rakiplerini ağır suçlamalarla çürütmeye çalışıyor ve kendilerini övüyorlardı.
* * *
Mitingler de, mitingciler de, nutukçular da; “belediye” olgusuyla kavramının o kadar dışındaydılar ki...
* * *
Gitgide hızı artan iç göçlerle, sürekli yer değiştiren aileler ve sürekli adı değişen sokak ve caddelerle Türkiye; henüz yerleşik ve her açıdan eşit kalitede “belediyeler” örgütlenmesinin çok uzağındaydı; sadece “lafı” ile
yetiniliyordu.
* * *
Oysa küreselleşme sürecinde “ulus-devlet” modelinin aşınmış iskeleti, eski ağırlığını “belediyeler örgütlenmesi”ne bırakıyordu.
* * *
Türkiye ise, gerek “sosyo-ekonomi”nin, gerek “psiko-sosyoloji”nin rüzgârlarıyla; -durmuş oturmuş yerleşik bir belediyecilik ile ilgisi bulunmayan- değişik bir dönemin çalkantılarını yaşıyordu.
* * *
Yağmurun altında Eminönü meydanından şemsiyeli şemsiyesiz gelip geçenler; ne Nişantaşı’nın vitrinleri önünden gelip geçenlere benziyorlardı; ne de Bağdat Caddesi’nin vitrinleri önünden gelip geçenlere...
* * *
1944 yılında ortaokullarda Türkçe öğretmenliği yapan Rıfat Ilgaz’ın, tutuklanarak cezaevini boylamasına neden olan “Sınıf” adlı şiir kitabından işte bir örnek.
* * *
Çocuklarım
Yoklama defterinden öğrendim sizi,
benim haylaz çocuklarım.
Sınıfın en devamsızını
bir sinema dönüşü tanıdım,
koltuğunda satılmamış gazeteler...
Dumanlı bir salonda
kendime göre karşılarken akşamı,
nane şekeri uzattı en tembeliniz...
Götürmek istedi küfesinde
elimdeki ıspanak demetini
en dalgını sınıfın.
İsterken adam olmanızı
çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
palto, ayakkabı yüzünden.
kiminiz limon satar Balıkpazarı’nda
kiminiz Tahtakale’de çaycılık eder;
biz inceleye duralım aç tavuk hesabı,
tereyağındaki vitamini
ve kalorisini taze yumurtanın.
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta,
çevresini ölçtük dünyanın,
hesapladık yıldızların uzaklığını,
Orta Asya’dan konuştuk
laf kıtlığında.
Neler düşünmedik beraberce
burnumuzun dibini görmeden
bulutlara mı karışmadık;
“Hazan rüzgârı”nda dökülmüş
“hasta yaprak”lara mı üzülmedik.
Serçelere mi acımadık kış günlerinde
kendimizi unutarak.
* * *
Rıfat Ilgaz, şiir ve yazılarından ötürü 5,5 yıl hapis yattı.
Üstelik tüberkülozdu da...
* * *
Bizim kuşağın militerleri, karınların karavanalardan doyurulduğu “kışla” yönetimiyle; “Kamu hukuku doktrinleri”nin çağdaş kriterlerinden ve her türlü şeffaflıktan yoksun, sadece “çağdaş makyajlı” oligarşik bir “devlet” yönetimini; birbiriyle eşdeğerde görüp, ikisini de birbirine karıştırmışlardı.
* * *
“Türk’e Türk’ten başka dost yok” deyip, bütün dünyayı Türk düşmanıymış gibi gösterdikten sonra; “çağdaş uygarlık düzeyi” diye, “öfkeyle bakılan bazı ülkelerin düzenine imrenme”, bir çelişki içermiyor muydu?
* * *
Ve böyle bir özen, nasıl bir ekonomiyle; örneğin kışla harcamalarıyla mı gerçekleşecekti?
* * *
“Sınıf” adlı şiir kitabındaki, bir örneğini sunduğum şiirlerinden ötürü, Rıfat Ilgaz’ı zindanlara tıkmakla, kim korunuyordu; “toplum” mu, “oligarşik yapı” mı?
* * *
Eminönü...
2700 yıl önce ilk çekirdeğinin biçimlenmesiyle “Byzantion”un, “Neoria” bölgesi.
* * *
2 bin yıl kadar önce Roma İmparatorluğunun sınırları içine giren İstanbul ve “Neoria”, yani Eminönü...
* * *
1.700 yıl önce Roma İmparatoru (büyük anlamında) I. Constantinus, İstanbul’u Roma İmparatorluğu’nun başkenti ilan edecek ve kente de kendi adını verecekti, Constantinopl...
* * *
Pazar günkü mitinglerde 4-5 siyasal lider, birbirleriyle çekişerek, kendilerini öven nutuklar söylüyorlardı.
* * *
Rıfat Ilgaz’ın suçlanan şiirlerindeki gazete satıcısı, çaycı, küfeci öğrencilerin torunları, acaba hangi lideri daha çok tutuyor, onu kendilerine daha yakın buluyorlardı?
* * *
“Statükocu”lar kimlerdi? “Adam yerine konmak isteyenler” kimlerdi?
* * *
Mesleksel bir kimlikten yoksun, mesleksiz yığınlar; kendi kimliklerini, ırk ve inançlarına mı raptiyelemek zorunda kalmışlardı?
* * *
Ve politikacılar, mesleksel bir başarıyla yaratılmamış, sadece içine doğulmuş bir “kimliği”, nasıl pohpohlayıp kullanıyorlardı?
* * *
Pazar günü öğleden sonra Eminönü meydanına yağmur yağıyordu.
Yüksek bir terastan bakıyordum Haliç’e...
* * *
Halay çeken çağrışımlarla 2 bin yıl öncesine kadar gitmiştik...
Haliç’e giren teknelerin yanaştığı iskeleler de orada olduğu için; “Gümrük Emini”nin de orada bulunan makamından ötürü, “Eminönü” adını alan eski “Neoria”ya bakarken...
* * *
Vazgeçtik 2 bin yıl sonrasını, 10 yıl sonrasını bile öngörme olanağımız yoktu; bendenizin ise hiç yoktu.
Çetin Altan - Milliyet
c.altan@bnet.net.tr
Yorumlar3