AK Parti’nin Türk dünyası vizyonu ve kurumsal açılımları

  • GİRİŞ01.07.2025 10:09
  • GÜNCELLEME01.07.2025 10:09

Türk Dünyası kavramı, yalnızca coğrafi bir birlikteliği değil, aynı zamanda dil, tarih, kültür ve ortak kader anlayışına dayanan çok katmanlı bir medeniyet tasavvurunu ifade eder. Bu tasavvur, 20. yüzyıl boyunca büyük kırılmalar yaşamış, ancak Türk milletinin hafızasında daima diri kalmıştır. Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan yeni uluslararası konjonktür, Türk devletlerinin bağımsızlıklarını kazanmasıyla birlikte bu ortaklığın siyasi ve kültürel düzlemde yeniden inşasını mümkün kılmıştır. Ne var ki, bu potansiyel, uzun süre bölgesel istikrarsızlıklar, iç siyasi sorunlar ve kurumsal yetersizlikler nedeniyle sınırlı düzeyde değerlendirilebilmiştir.

2002 yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), dış politikada geleneksel kodlara yaslanan ama geleceğe dönük vizyoner bir anlayış geliştirerek Türk Dünyası ile ilişkileri devlet politikasının öncelikli alanlarından biri hâline getirmiştir. Bu yönelimin ardında yalnızca stratejik gerekçeler değil, aynı zamanda tarihsel sorumluluk ve medeniyet perspektifi de yer almaktadır. AK Parti’nin Türk Dünyası politikası, modern uluslararası ilişkilerin araçlarını kullanmakla birlikte, kökü derinlerde olan bir tarihî şuurun güncel bir yansımasıdır.

Bugün Türk Devletleri Teşkilatı çatısı altında kurulan iş birlikleri, ortak kültürel projeler, eğitim girişimleri ve ekonomik koordinasyon alanlarında atılan adımlar, bu vizyonun sahaya yansımalarını temsil etmektedir. Ancak bu çabaların daha derinlikli, sistematik ve sürdürülebilir hale gelmesi, iç politikada da kurumsal adımlar atılmasını zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda, AK Parti bünyesinde kurulan Türk Dünyası ile İlişkiler Başkanlığı, yalnızca bir iç teşkilat yapılanması olmanın ötesinde, Türkiye’nin Türk Dünyası ile ilişkilerinde yeni bir dönemin habercisi olarak değerlendirilebilir.

AK Parti’nin Türk Dünyası Politikalarının Evrimi (2002–Günümüz)

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelişiyle birlikte Türkiye’nin dış politikasında hissedilir bir yön değişimi yaşanmıştır. Türk Dünyası, bu yeni dış politika vizyonunun merkezî halkalarından biri olarak belirginleşmiş; Türkiye, bu coğrafyada "ağabeylik" değil, ortaklık temelinde yürüyen, eşitlikçi ama liderliğe açık bir pozisyon inşa etmeye başlamıştır.

AK Parti’nin ilk yılları, daha çok kurumsal kapasiteyi geliştirme, bürokratik aygıtı dönüştürme ve dış politikada yeni açılımlara zemin hazırlama süreci olarak değerlendirilebilir. Bu dönemde Türk Dünyası’yla ilişkiler, daha çok kültürel etkileşim, eğitim iş birlikleri ve ikili diplomatik temaslar üzerinden sürdürülmüştür. TİKA'nın (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) Orta Asya’da yürüttüğü kalkınma projeleri, Yunus Emre Enstitüsü’nün kültürel diplomasi hamleleri ve YTB üzerinden geliştirilen burs programları, sessiz ama derinlikli bir etki alanı oluşturmuştur. Bu dönemin temel karakteri, yüksek sesli söylemlerden ziyade, sahada organik bağlar kurmaya odaklanan bir “derin diplomasi” pratiğidir.

2010’lu yıllarla birlikte Türkiye'nin dış politikada daha iddialı bir çizgiye kaydığı gözlemlenmiştir. Bu dönem, aynı zamanda Türk Konseyi’nin (bugünkü Türk Devletleri Teşkilatı’nın) kurumsallaşma sürecine de denk düşmektedir. AK Parti, bu çok taraflı yapıya tam destek vererek, Türk Dünyası'nın kurumsal çerçevesini inşa etme çabalarına öncülük etmiştir. 2011’de İstanbul’da kurulan Türk Konseyi Sekretaryası, Türkiye’nin bu alandaki liderlik vizyonunun somut bir yansımasıdır.

Bu dönemde, devlet başkanları zirvelerine ağırlık verilmiş; ortak tarih kitapları, eğitim müfredatları, ekonomik işbirliği projeleri ve ulaşım koridorları gibi alanlarda kapsamlı görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda, enerji diplomasisi ve askeri eğitim iş birlikleri gibi daha stratejik boyutlar da devreye sokulmuştur. Bu gelişmeler, Türkiye’nin Türk Dünyası’nda sadece kültürel değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik bir merkez olma arzusunun göstergesidir.

Son yıllarda ise AK Parti’nin Türk Dünyası politikaları, daha belirgin bir ideolojik çerçeveye oturmuş, kurumsal reflekslerle pekişmiştir. Türk Devletleri Teşkilatı’nın yeniden yapılandırılması, gözlemci üyeliklerin artırılması, ortak medya ve yayın projeleriyle halklar arası bağların güçlendirilmesi bu döneme damga vuran gelişmelerdendir. Özellikle Karabağ Zaferi sonrasında Azerbaycan ile geliştirilen stratejik ittifak, Türkiye’nin Türk Dünyası içindeki askeri ve diplomatik rolünü pekiştirmiştir.

Türk Devletleri ile İlişkiler Başkanlığı: Kurumsal Yenilik ve Stratejik Derinlik

2025 yılının Şubat ayında AK Parti Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) yapısında gerçekleştirilen bir düzenleme ile “Türk Devletleri ile İlişkiler Başkanlığı” adı altında yeni bir birim kurulmuş; bu adım hem sembolik hem de işlevsel boyutlarıyla dikkat çekici bir nitelik kazanmıştır. Bu kurumsal girişim, yalnızca parti teşkilatı içinde bir pozisyon ihdası olarak değil, Türkiye’nin Türk Dünyası ile ilişkilerinde daha koordineli, çok katmanlı ve ideolojik derinliği olan bir yönetime geçme arzusunun göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

Bu başkanlığın oluşturulması, aslında uzun süredir inşa edilmekte olan bir vizyonun yapısal temelini oluşturur. 2000’li yıllardan itibaren kültürel diplomasi, kamu diplomasisi ve kalkınma yardımları üzerinden yürütülen Türk Dünyası açılımı, artık doğrudan siyasal karar alma mekanizmalarının içine yerleştirilmiş; böylece bu coğrafyaya yönelik politikalarda süreklilik, eşgüdüm ve entelektüel derinlik sağlama hedefi öne çıkarılmıştır.
Türk Devletleri ile İlişkiler Başkanlığı, AK Parti içinde oluşturulan diğer tematik başkanlıklarla benzer düzeyde yapılandırılmış olmakla birlikte, işlevsel açıdan farklı bir yerde durmaktadır. Zira bu yapı, yalnızca seçimlere yönelik strateji geliştiren birimlerin ötesinde, Türkiye'nin yumuşak güç kapasitesini kullanarak bölgesel liderlik rolünü kurumsallaştırmayı hedeflemektedir. Diplomatik temasların izlenmesi, ortak kültürel projelerin takibi, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ile organik ilişkilerin kurulması ve kamuoyuna yönelik iletişim stratejilerinin yönetilmesi, başkanlığın temel sorumluluk alanlarını oluşturmaktadır.

Bu başkanlık, aynı zamanda AK Parti'nin millî kimlik, kültürel aidiyet ve medeniyet tasavvuru bağlamında geliştirdiği dış politika söyleminin iç siyasetle uyumlu şekilde inşa edilmesinin de kurumsal aracı hâline gelmiştir. Bu yönüyle, yalnızca dış temasları koordine eden bir birim değil, aynı zamanda Türkiye’nin Türk Dünyası’na yönelik ideolojik yöneliminin taşıyıcısı olan stratejik bir merkez işlevi görmektedir.

Türk Dünyası ile İlişkiler Başkanlığı'nın başına, akademik geçmişi güçlü, milliyetçi çizgisiyle tanınan ve Türk Dünyası üzerine uzun yıllardır çalışan bir isim olan Kürşad Zorlu’nun getirilmiş olması, bu yapıya yüklenen anlamı derinleştirmektedir. Zorlu’nun hem akademik dünyadaki birikimi hem de siyaset arenasındaki tecrübesi, bu başkanlığın içi doldurulmuş bir yapı olacağına dair güçlü sinyaller vermektedir.

Zorlu’nun geçmişteki akademik çalışmaları, Türk Dünyası'nda ortak alfabe, kültürel entegrasyon ve siyasi birlik konularında yoğunlaşmış; bu fikirleri uzun süredir kamuoyunda savunmuş bir entelektüel olarak tanınmıştır. 

Belki de bu başkanlığın en çarpıcı yönlerinden biri, Türk Dünyası ile ilişkilerin artık bir dış politika tercihi olmaktan çıkıp, bir devlet refleksi hâline gelmeye başladığının işaretlerini taşımasıdır. Türk Devletleri ile İlişkiler Başkanlığı, bu sürecin siyasi alandaki ilk kurumsal ifadesidir. Uzun vadede bu yapının, yalnızca partisel sınırlar içinde kalmayıp, devlet kurumlarıyla (TİKA, YTB, Dışişleri Bakanlığı, TRT, TDT vb.) entegre çalışan bir platforma dönüşmesi muhtemeldir.

Somut Politikalar ve Yansımalar: Ortak Alfabeden Kültürel Diplomasiye

AK Parti’nin Türk Dünyası politikasını sadece söylem düzeyinde değil, uygulama sahasında da görünür kılan en önemli unsur, bu vizyonun somut projelerle desteklenmesidir. Özellikle son on yıl içinde kültürel, eğitimsel ve iletişimsel alanda atılan adımlar; Türkiye'nin bu coğrafyada kalıcı bir etki yaratmak istediğinin ve bir “medeniyet aktörü” olarak konumlandığının en açık göstergeleridir. Bu çabalar, yalnızca devletler düzeyinde değil, halklar arasında da ortak bir bilinç ve duygudaşlık oluşturmayı hedeflemektedir.

Türk Dünyası’nın uzun vadeli entegrasyon hedeflerinden biri, hiç kuşkusuz ortak alfabe kullanımıdır. Bu mesele, sadece teknik bir yazım meselesi değil; aynı zamanda zihinsel bir uyumun ve kültürel yakınlaşmanın aracıdır. Türkiye, bu konuda Azerbaycan, Kazakistan ve Özbekistan gibi devletlerle yakın temas hâlindedir. Türk Konseyi çatısı altında yürütülen ortak alfabe çalışmaları, bir süreklilik göstermese de AK Parti döneminde bu meseleye verilen destek artmıştır.

Kamuoylarının küresel medya tekelleriyle şekillendiği çağımızda, Türk Dünyası'nın kendi sesini oluşturması bir zorunluluk hâlini almıştır. TRT Avaz, TRT Türk ve Anadolu Ajansı gibi kurumlar, bu misyonu üstlenmekte önemli roller oynamış; aynı zamanda Türk Devletleri Teşkilatı bünyesinde “ortak yayıncılık” fikri de tartışılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda, Türk Dünyası Başkanlığı’nın medya koordinasyonu, stratejik iletişim ve dezenformasyonla mücadele gibi alanlarda daha aktif rol üstlenmesi beklenmektedir.
Zira medya yalnızca bir enformasyon aracı değil, aynı zamanda kimlik inşa eden bir alandır. Türk kimliğinin çok merkezli ama ortak bir söylemle inşa edilmesi, medya alanında verilecek mücadeleyle doğrudan bağlantılıdır. Ortak belgeseller, tarihi diziler, dijital platformlar ve kültürel içerikler üzerinden yürütülecek koordineli yayıncılık politikaları, bu sürecin omurgasını oluşturacaktır.

Genç nesillerin ortak tarih, edebiyat, değerler ve dil üzerinden yetiştirilmesi; uzun vadeli entegrasyonun anahtarıdır. Bu alanda Türkiye, YTB bursları, Maarif Vakfı okulları, üniversite iş birlikleri ve öğrenci değişim programları ile ciddi bir kapasite inşa etmiştir. Aynı zamanda “Ortak Türk Tarihi” ve “Ortak Türk Edebiyatı” gibi müfredat projeleri, gelecekte oluşacak ortak hafızanın temellerini atmaktadır.

Türk Devletleri ile İlişkiler Başkanlığı'nın, bu alanlarda sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve devlet kurumları arasında eşgüdüm sağlayarak daha verimli ve bütüncül politikalar geliştirmesi beklenmektedir. Ayrıca ortak gençlik kampları, öğrenci festivalleri, dil eğitimi programları gibi mekanizmalar, halklar arası bağları güçlendiren etkili araçlar olarak değerlendirilmektedir.

Cihad İslam YILMAZ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat