Türkiye'nin Barış Mimarisi ve Arabuluculuk Vizyonu

  • GİRİŞ29.07.2025 09:47
  • GÜNCELLEME29.07.2025 09:47

Türkiye'nin barış diplomasisindeki artan rolü, yalnızca tarihî tecrübe veya diplomatik irade ile açıklanamaz. Bu rol aynı zamanda, jeopolitik bir zaruret ve coğrafî bir lütuftur. Üzerinde bulunduğu topraklar, yalnızca haritada bir kesişim noktası değil; yüzyıllar boyunca farklı uygarlıkların, ticaret yollarının, kültürlerin ve çıkar alanlarının bir araya geldiği eşsiz bir zemindir. Türkiye'nin jeopolitik kodları, onu doğal bir arabulucuya dönüştürmüştür.

Üç kıtanın kesişiminde yer alan Türkiye, Karadeniz'den Akdeniz'e, Kafkasya'dan Orta Doğu'ya, Balkanlar'dan Basra Körfezi’ne kadar birçok kriz bölgesine eşit mesafede durabilmektedir. Bu fiziki yakınlık, yalnızca mekânsal değil, aynı zamanda psikolojik bir yakınlık da yaratmaktadır. Zira Türkiye, bu coğrafyaların tarihine, dinamiklerine ve travmalarına aşinadır; bölgesel kimliklerin dilini bilen, kodlarını çözebilen nadir aktörlerden biridir. Bu da, taraflar için “anlayan ama yargılamayan” bir kolaylaştırıcı anlamına gelir.

NATO’nun en doğudaki üyesi olan Türkiye, Batı savunma sisteminin kritik bir parçasıyken; aynı zamanda İslam İşbirliği Teşkilatı’nın da etkin üyelerinden biri olarak İslam dünyasında özel bir meşruiyete sahiptir. Bu çift taraflı kimlik, Türkiye’ye hem Batı ile Doğu, hem Kuzey ile Güney arasında güvenilir bir geçiş aktörü olma vasfı kazandırmaktadır. Ne tamamen bir kampın temsilcisi ne de tarafsız bir gözlemci; Türkiye, “etkili tarafsızlık” diyebileceğimiz bir konumda yer alarak benzersiz bir diplomatik platform sunar.

İstanbul’un kendisi bu eşsizliğin somut bir tezahürüdür. Asırlarca dünya siyasetinin merkezlerinden biri olmuş bu şehir, bugün de sadece Türkiye’nin değil, küresel diplomasi tarihinin sembolik mekânlarından biridir. Boğazlar, sadece deniz trafiğinin değil, siyasi diyaloğun da geçiş hattıdır. İstanbul’da yürütülen görüşmelerin sembolik değeri, taraflara geçmişin hatıralarını ve geleceğin ihtimallerini bir arada sunar. Bu şehir, taraflara hem tarihsel ciddiyet hem de mekânsal tarafsızlık sunar; saray diplomasisinin vakarını, modern diplomasi araçlarıyla bütünleştiren bir atmosfer üretir.

Rusya ile Ukrayna arasında İstanbul’da kurulan müzakere masası, bu çerçevenin en güncel ve somut örneğidir. Taraflar arasındaki yüksek gerilim, çoğu zaman doğrudan teması imkânsız hâle getirirken; İstanbul, yalnızca mekânsal olarak değil, simgesel olarak da “orta yol” olma özelliğiyle devreye girmiştir. Benzer şekilde, İran ile Batılı devletler arasında yine İstanbul’da yürütülen nükleer müzakereler, Türkiye’nin yalnızca bölgesel meselelerde değil, küresel güvenlik gündeminde de arabulucu rolünü oynayabileceğini göstermektedir.

Türkiye’nin bu pozisyonu, yalnızca coğrafyanın dayattığı bir imkân değil; aynı zamanda, bu imkânı stratejiye dönüştürmeyi bilen bir devlet aklının eseridir. Çünkü coğrafya kader olabilir; ama o kaderi diplomatik vizyona çevirebilmek, derin bir birikim ve kararlılık gerektirir. Türkiye’nin bugün ortaya koyduğu arabuluculuk çabaları, bu kararlılığın jeopolitik bir yansımasıdır.

İstanbul’da Barış Masası: Ukrayna–Rusya ve İran–Batı Görüşmeleri

Son yıllarda uluslararası diplomaside yaşanan tıkanmalar, tarafların yüz yüze gelmekten bile çekindiği çatışma ortamları oluşturmuştur. İşte böyle bir dönemde İstanbul, yalnızca tarafsız bir mekân değil; güven veren, itibar telkin eden ve sonuç alıcı diyaloğun mümkün olduğu bir barış zeminine dönüşmüştür. Ukrayna–Rusya ve İran–Batı hattında gerçekleşen müzakereler, Türkiye'nin barış yapıcı aktör kimliğini kurumsallaştırdığı iki önemli örnek olarak öne çıkmaktadır.

Ukrayna–Rusya Savaşı bağlamında İstanbul’un rolü, 2022 yılında başlayan çatışmanın ardından tarafların ilk kez doğrudan müzakere masasına oturdukları yer olması bakımından tarihîdir. İstanbul'da gerçekleştirilen toplantılar, savaşın en gergin dönemlerinde dahi diplomasi kanallarının tamamen kapanmadığını göstermiştir. Bu görüşmelerin ardından gerçekleşen esir takasları, Türkiye'nin yalnızca ev sahibi değil, aynı zamanda etkin bir kolaylaştırıcı rol üstlendiğini ortaya koymuştur. Her iki taraf da Türkiye'nin “adil, güvenilir ve yapıcı” tutumunu açıkça takdir etmiş; özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın doğrudan lider diplomasisi yürütmesi dikkat çekmiştir.

Bu süreçte Türkiye, yalnızca mekân sağlamamış; aynı zamanda Birleşmiş Milletler ile koordineli bir şekilde Karadeniz Tahıl Koridoru gibi stratejik insani çözümleri de hayata geçirmiştir. Bu çabalar, barışın yalnızca silahların susmasıyla değil, aynı zamanda halkların temel ihtiyaçlarının karşılanmasıyla da mümkün olduğunu vurgulayan bir diplomasi anlayışının ürünüdür. İstanbul’daki görüşmeler, barış müzakerelerinin “uzak başkentlerde değil, savaşın gölgesindeki gerçek coğrafyalarda” yapılması gerektiğini kanıtlamıştır.

İran–Batı ilişkilerinde ise İstanbul, yeniden nükleer müzakerelere ev sahipliği yaparak, uluslararası güvenliğin en kırılgan meselelerinden biri olan nükleer dosyada diplomatik kanalların açılmasına öncülük etmiştir. İran ile İngiltere, Fransa ve Almanya arasında yapılan son görüşmeler, uzun bir aradan sonra tarafların yeniden diyalog kurma iradesi gösterdiği ilk temastır. Türkiye, ne Batı bloğunun doğrudan temsilcisi ne de İran'ın stratejik müttefiki olarak taraflardan birinin lehine pozisyon almamış; bu sayede her iki tarafa da mesafeli ama erişilebilir bir ortak olarak hareket etmiştir.

Bu müzakerelerde İstanbul’un seçilmesi, sadece teknik gerekçelerle değil, aynı zamanda simgesel anlamlar taşıyan bir tercih olmuştur. Çünkü bu şehir, Batı’nın diplomasisine de, Doğu’nun tarihsel hafızasına da hitap edebilecek nadir merkezlerden biridir. İran gibi medeniyetçi referanslara önem veren bir devlet için İstanbul’da müzakere etmek, kendisini eşit ve saygı gören bir aktör olarak hissetmesine imkân tanımıştır. Aynı şekilde Batılı taraflar da Türkiye’nin NATO müttefikliği üzerinden sağladığı güvenceleri dikkate almışlardır.

Bu iki örnek, Türkiye'nin sadece kriz zamanlarında değil, krizlerin çözümüne dair kalıcı mimariler inşa etme kapasitesine de sahip olduğunu göstermektedir. İstanbul’un diplomasi merkezi hâline gelmesi bir tercihin değil, birikimin ve güvenin sonucudur. Ve bu buluşma, dünyanın ihtiyaç duyduğu yeni barış dilinin nereden yükseleceğine dair güçlü bir işarettir.

Yorumlar2

  • Recep 1 gün önce Şikayet Et
    Semih Bey, Ayasofya açilsın zincirler kırılsın demekle ne Ayasofya açıldı nede zincirler kırıldı.Fitne sokmadan bı sabret hele.
    Cevapla
  • Semih Acar 1 gün önce Şikayet Et
    Iste tam bu yüzden gazze ölüyor. Mazlumun hamisi devlet nerede gidiyor zalimlere dostum diyor.bu gercekten zelil ve haysiyetsiz bir durum. He diywceksin ki araplar nerede onlar bizden de zelil be haysiyetsiz durumda. Ama yazıklar olsun islam alemi denen şeye islam bu degil ummeti Muhammed bu değil
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat