Eurofighter, F-35 ve KAAN üçgeninde stratejik yönelim

  • GİRİŞ01.08.2025 09:37
  • GÜNCELLEME01.08.2025 09:52

Türkiye, son yıllarda savunma sanayii alanında kaydettiği atılımlar sayesinde, konvansiyonel güç mimarisini yeniden inşa etme sürecine girmiştir. Bu dönüşümün en somut örneği, hava gücüne ilişkin üç ayaklı yeni yaklaşımda karşımıza çıkar: Eurofighter Typhoon tedariki üzerinden kısa vadeli bir kuvvet takviyesi, F‑35 programına olası geri dönüş vasıtasıyla orta vadede uluslararası ağlara yeniden entegre olma stratejisi ve Milli Muharip Uçak (MMU) KAAN projesi üzerinden uzun vadeli yerli-milli üstünlük hedefi.

Söz konusu üç hat, ilk bakışta birbirinden farklı ve hatta zaman zaman çelişkili gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde Türkiye’nin güvenlik politikalarında klasik devlet aklının modern teknolojiyle nasıl sentezlendiğini gösteren dikkat çekici bir stratejik mimariye işaret eder. Bu yaklaşım, sadece dış politikada değil, iç güvenlik reflekslerinde, askeri planlama doktrinlerinde ve hatta toplumsal psikolojide bile etkili olan bir paradigma değişimini temsil etmektedir.

Eurofighter Typhoon

Türkiye’nin hava taarruz gücünü yeniden inşa etme sürecinde Eurofighter Typhoon, kısa vadede operasyonel kabiliyet açığını kapatacak, aynı zamanda siyasi-askeri pazarlık gücünü artıracak bir ara çözüm olarak öne çıkmaktadır. Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya'nın ortak üretimi olan Eurofighter, çok rollü bir platform olarak hem hava-hava hem de hava-yer görevlerini icra edebilecek esneklikte tasarlanmıştır. Ancak bu uçağın Türkiye açısından değeri yalnızca teknik üstünlükleriyle sınırlı değildir. Daha da önemlisi, Typhoon tedariki; Türkiye'nin Batı ittifakıyla yeniden pozisyon aldığına ve savunma politikalarında pragmatik dengeyi gözettiğine dair güçlü bir jeopolitik mesaj içermektedir.

Eurofighter Typhoon, 4.5 nesil bir uçak olarak F‑16 filosunun yaşlanmaya başladığı bir dönemde hava üstünlüğü görevleri için kuvvetli bir geçici çözüm sunmaktadır. İki motorlu yapısı, süpersonik seyir yeteneği, gelişmiş radar ve elektronik harp sistemleriyle dikkat çeken bu uçak, özellikle Doğu Akdeniz, Ege ve Suriye kuzeyi gibi sıcak cephe hatlarında caydırıcılığı artıracaktır. Ayrıca, Türk Hava Kuvvetleri’nin halihazırda sahip olduğu NATO taktik, komuta ve kontrol sistemleriyle tam uyumlu olması, Eurofighter’ı kısa sürede envantere alınabilir hale getirmektedir. Bu noktada vurgulanması gereken husus, Türkiye’nin bu tedariki yalnızca bir ihtiyaç değil, aynı zamanda bir stratejik yönelim tercihi olarak ortaya koymasıdır.

NATO'nun güneydoğu kanadında güçlü bir Eurofighter filosunun konuşlandırılması, ittifakın hava gücü dengesinde Türkiye’nin rolünü yeniden merkezî hale getirebilir. Ancak bu tedarik, aynı zamanda Türkiye’nin savunma diplomasisinde yeniden çok kutuplu ve çok kanallı bir strateji izlemeye başladığını da gösterir. Uzun yıllar ABD ekseninde yürütülen hava gücü modernizasyonu, F‑35 krizinin ardından yeni ittifak arayışlarına evrilmiş; Eurofighter ise bu bağlamda “krizi fırsata dönüştürme” refleksinin somut karşılığı haline gelmiştir. İngiltere ve İtalya gibi Avrupa’nın önemli güçleriyle savunma alanında kurulan yeni diyalog, Türkiye’nin yalnızca dış politikadaki hareket kabiliyetini değil, savunma sanayisindeki iş birliği ağlarını da çeşitlendirme hedefinin bir uzantısıdır.

F-35: Programa Yeniden Giriş?

Türkiye'nin F‑35 programına katılımı, yalnızca bir uçak tedariki projesi değil; aynı zamanda Batı ile kurduğu askeri-sanayi ortaklığın simgesi, NATO içindeki rolünün teknolojik bir yansıması ve modern savaş doktrinine entegrasyon hamlesiydi. Ne var ki, S-400 hava savunma sisteminin tedarikiyle başlayan siyasi kriz, Türkiye'nin F‑35 programından çıkarılmasıyla sonuçlandı. Bu gelişme, sadece savunma sistemleri düzeyinde değil; Türkiye'nin Batı ile olan ilişkilerinde de bir kırılma noktası olarak kayda geçti. Ancak gelinen noktada, Ankara ile Washington arasında yeniden yumuşayan diyaloglar, Türkiye'nin F‑35 programına dönüşü veya alternatif bir tedarik modeli üzerinden entegre edilmesi olasılığını yeniden gündeme taşımıştır.

F-35 Lightning II, beşinci nesil bir savaş uçağı olarak yalnızca görünmezlik kabiliyetiyle değil, aynı zamanda ağ merkezli harp yeteneği, sensör füzyonu, çoklu platformlarla veri paylaşımı ve yapay zekâ destekli görev sistemleriyle hava muharebesinin doğasını kökten değiştirmektedir. Bu uçağın en büyük stratejik avantajı, yalnızca “ne taşıdığı” değil, “ne bildiği” ile ilgili olmasıdır. F-35; bir saldırı platformu olmanın ötesinde, bir komuta-kontrol aracı ve bir tehdit algılama sensörü olarak işlev görmektedir. Türkiye'nin bu uçaklara sahip olması, sadece caydırıcılığı artırmak değil; aynı zamanda NATO’nun hava savunma mimarisine entegre bir şekilde katkı sağlamak anlamına gelir.

Türkiye, programdan çıkarılmasına rağmen bu süreçte hem teknik hem de diplomatik anlamda soğukkanlı bir tutum sergilemiştir. Üretici ortaklardan biri olarak F-35’in çeşitli parçalarını üretmeye devam etmesi, programla olan bağın tümüyle koparılmadığını gösterir. Son aylarda ABD ile yaşanan yumuşama süreci, özellikle de F-16 Viper modernizasyon paketinin onaylanması, taraflar arasında stratejik diyaloğun yeniden inşa edilmeye çalışıldığını göstermektedir.

KAAN: Milli Muharip Uçak ve Bükülmez Bilek

Türkiye’nin hava gücünü yeniden inşa sürecinde KAAN, yalnızca yeni bir savaş uçağı projesi değil; doğrudan doğruya bir stratejik paradigma değişimi, bir bağımsızlık manifestosu ve yerli-milli savunma zihniyetinin somutlaşmış halidir. Türk havacılık tarihinin en iddialı projelerinden biri olan Milli Muharip Uçak KAAN, beşinci nesil uçak kategorisinde tasarlanmış, tam bağımsızlık vizyonuyla hareket eden bir platformdur. Bu bağlamda KAAN, Türk savunma sanayisinin kırılgan tüketicilikten stratejik üreticiliğe geçişinin sembolüdür ve bu niteliğiyle "bükülmez bilek" tanımını fazlasıyla hak eder.

KAAN’ın ön tasarımından itibaren benimsediği felsefe; Batı’dan bağımsız, dışa kapalı değil ama dışa muhtaç da olmayan bir savunma sistemidir. ASELSAN, TUSAŞ, HAVELSAN, ROKETSAN ve TEI gibi Türkiye’nin yerli teknoloji üreten öncü kurumlarının aktif katılımıyla yürütülen bu proje; yalnızca bir platform değil, bir savunma ekosistemidir. Aviyonik altyapısından görev bilgisayarına, radar sistemlerinden motor geliştirme süreçlerine kadar pek çok kritik alanın millîleştirilmesi, KAAN'ı klasik bir tedarik ürünü olmaktan çıkarıp, bir “stratejik teknoloji hamlesi”ne dönüştürmektedir.

Teknik anlamda değerlendirildiğinde KAAN; düşük radar izi, süpersonik seyir yeteneği, sensör füzyonu, ağ merkezli harp kabiliyeti ve yerli silah sistemleriyle entegre çalışma kapasitesi gibi beşinci nesil uçaklarda bulunması gereken tüm özelliklere sahiptir. Ancak onu benzerlerinden ayıran en kritik unsur, bu özellikleri kendi yazılımıyla, kendi donanımıyla ve kendi mühendisliğiyle üretme iradesidir. Bu, sadece teknolojik bir kazanım değil; bir savunma kültürü devrimidir. Türkiye artık savaş uçağı satın alan bir ülke değil, savaş uçağı geliştiren, üreten ve muhtemelen ihraç eden bir güç haline gelmektedir.

KAAN’ın Türk hava gücündeki rolü, yalnızca F‑16 filosunun yerini alacak bir araç olarak görülmemelidir. Bu uçak, aynı zamanda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gelecekteki harekât doktrinini şekillendirecek, dijitalleşmiş harp sahasında yerli algoritmalarla karar verebilen, veri paylaşımı yapabilen bir “akıllı platform” olarak konumlanmaktadır. Bu anlamda KAAN, yalnızca gökyüzünde değil, elektromanyetik spektrumda, siber alanda ve karar destek süreçlerinde de etkin bir varlık olarak tasarlanmıştır. KAAN’ın sahip olacağı özgün görev sistemleri sayesinde, Türkiye artık kendi milli tehdit kütüphanesini oluşturabilecek, platformlar arası entegrasyonu yerli sistemlerle sağlayabilecektir.

Bütün bu kazanımların ötesinde, KAAN projesi Türkiye’nin stratejik zihniyetinde derin bir değişimin yansımasıdır. Yıllar boyunca dışa bağımlı kalan hava gücünün, ambargo korkularıyla şekillenen bir tedarik rejiminin yerini, artık kendi kaderini yazan ve kendi stratejisini kuran bir yapı almıştır. 1974 Kıbrıs Harekatı sonrası yaşanan savunma ambargosu travmasının ardından, Türkiye’nin KAAN gibi bir projeyi hayata geçirecek teknik kapasiteye, siyasal kararlılığa ve stratejik vizyona ulaşmış olması, bu topraklarda istiklalin ve istikbalin yeniden tarifidir.

Hibrit Filo Modeli

Türkiye’nin hava taarruz gücünde uygulamaya koyduğu Eurofighter–F‑35–KAAN üçgeni, yüzeyde bir geçiş süreci gibi görünse de, aslında derinlerde stratejik bir uyum arayışının izlerini taşır. Bu yapı, tek tipleşmiş bir hava gücünden ziyade, farklı kaynaklardan beslenen ve esnek görev profillerine sahip platformların ortak bir harekât doktrini içinde senkronize edilmesini amaçlayan hibrit filo modeline işaret eder. Bu model, hem mevcut ihtiyaçlara kısa vadede cevap vermeyi hem de uzun vadede milli ve özgün bir hava gücü inşasını mümkün kılacak şekilde tasarlanmıştır.

Geçmişte Türkiye’nin hava filosu neredeyse tamamen ABD menşeli sistemlerden oluşuyordu. F-104, F-4E Phantom II ve uzun yıllar bel kemiğini oluşturan F-16 Fighting Falcon uçakları, Türk Hava Kuvvetleri’nin NATO içindeki görev kabiliyetinin temelini oluşturdu. Bu durum, belli açılardan güçlü bir entegrasyonu beraberinde getirse de; özellikle ambargo riskleri, yazılım erişim sınırlamaları ve tek kaynağa bağımlılık gibi kırılganlıkları da beraberinde getirdi. Bugün gelinen noktada, bu tek kaynaktan uzaklaşma eğilimi; hibrit bir yapının neden artık sadece tercih değil, aynı zamanda stratejik bir zorunluluk olduğunu açıkça göstermektedir.

Bu hibrit yapının başarılı işlemesi, yalnızca platformların kendisinden değil; bu sistemleri birbirine entegre edecek yazılım mimarisi, ortak harekât prosedürleri, eğitim doktrinleri ve bakım–idame altyapısından da geçmektedir. Özellikle farklı menşeli sistemlerin aynı harekât ortamında kesintisiz çalışabilmesi, çok katmanlı bir “savaş bulutu” altyapısını ve veri merkezli komuta-kontrol sistemlerini zorunlu kılar.

Jeopolitik konumun getirdiği çok cepheli güvenlik tehditleri ve değişken ittifak ilişkileri dikkate alındığında, farklı kaynaklardan edinilen platformlar, dış politikada da dengeleyici bir rol üstlenir. Bir yandan Batılı müttefiklerle ilişkiler devam ederken, diğer yandan milli üretim altyapısının güçlendirilmesi sayesinde bağımsız hareket alanı genişletilir. Bu yönüyle hibrit filo modeli, sadece teknik değil; aynı zamanda diplomatik bir strateji olarak da okunmalıdır.

Yorumlar13

  • Murat 6 gün önce Şikayet Et
    Kaan Türkiyenin havacılıkta kurtuluş savaşıdır
    Cevapla
  • silahlar 1 hafta önce Şikayet Et
    Eurofighter lar karadenize ruslara karşı konuşlandırılmalı. Kaan lar ise ege akdeniz tarafına batı ülkelerine karşı.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Gültepeli Bjk 1 hafta önce Şikayet Et
    Kızılelma ve Kaan Türkiye'yi birr üstt lige çıkardı rakipsizizz angarlardan altıncı nesillerde çıkacaktır innşalllahh
    Cevapla Toplam 5 beğeni
  • Hkhkhk 1 hafta önce Şikayet Et
    İsrail onay vermedigi surece kimse biz F35 vermez amerikada karar verici İsraildir
    Cevapla Toplam 4 beğeni
  • Galip 1 hafta önce Şikayet Et
    Az aklın var kendine sakla derim uçak siyaset neyine adzz az
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat