İstihbarat Diplomasisi: Kalın-Hafter Görüşmesi
- GİRİŞ05.09.2025 09:05
- GÜNCELLEME06.09.2025 10:06
Türkiye’nin Libya’daki etkinliğinin en dikkat çekici boyutlarından biri, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın klasik güvenlik kurumunun ötesinde, bir “diplomasi aparatı” olarak işlev görmesidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uzun yıllardır benimsediği “istihbarat merkezli diplomasi” anlayışı, İbrahim Kalın’ın MİT Başkanlığına gelmesiyle birlikte daha görünür ve sofistike bir hâl almıştır. Kalın’ın hem akademik-diplomatik geçmişi hem de Cumhurbaşkanı’nın en yakın kurmaylarından biri olarak sahip olduğu siyasi ağırlık, MİT’in yalnızca kapalı devre istihbarat faaliyetleriyle sınırlı kalmamasını, doğrudan dış politika inşasında sahne almasını mümkün kılmaktadır.
Modern uluslararası ilişkilerde istihbarat örgütlerinin diplomaside rol oynaması olağan bir durum olsa da, Türkiye’nin Libya örneği benzersizdir. Zira MİT, yalnızca bilgi toplayan değil, aynı zamanda taraflar arasında güven tesis eden ve diplomatik köprüler kuran bir aktör haline gelmiştir. Bu durum, Libya gibi çok kutuplu, parçalı ve hassas dengeler üzerine kurulu bir ülkede Türkiye’nin manevra alanını genişletmektedir.
Geçtiğimiz günlerde İbrahim Kalın’ın Bingazi’de Halife Hafter ile gerçekleştirdiği görüşme, Türkiye’nin Libya politikası açısından yeni bir dönüm noktasıdır. Bu buluşma, Türkiye’nin yalnızca Trablus merkezli hükümetle değil, doğudaki güç merkeziyle de doğrudan temas kurmaya başladığını göstermektedir. Stratejik açıdan bu, Libya’nın iç dengelerine tek taraflı değil bütüncül yaklaşımın ifadesidir. Sembolik açıdan ise, Türkiye’nin sahada kazandığı askeri başarıları diplomatik kazanımlara dönüştürme iradesinin güçlü bir mesajıdır.
Kalın’ın ziyaretine eşlik eden askerî heyet ve TCG Kınalıada korvetinin Bingazi’ye yanaşması, yalnızca askeri bir jest değil, aynı zamanda “Tek Libya, Tek Ordu” vizyonunun sembolü olarak okunabilir. Türkiye, Libya’daki farklı silahlı grupları tek bir ulusal orduda birleştirme fikrine destek vererek, ülkenin parçalanmış yapısına kalıcı bir çözüm arayışına katkı sunmaktadır. Bu vizyon, Türkiye’nin çıkarlarını korumanın ötesinde, Libya’nın geleceğine yönelik yapıcı bir perspektif geliştirdiğini göstermektedir.
MİT diplomasisinin en önemli avantajı, geleneksel devlet diplomasisinin erişemeyeceği kanalları açabilmesidir. Hafter ile kurulan doğrudan temas, yalnızca bir “barış jesti” değil, aynı zamanda Türkiye’nin “herkesle konuşabilen aktör” kimliğinin teyididir. Bu kapasite, Türkiye’nin Libya’da arabulucu, dengeleyici ve oyun kurucu rolünü daha da pekiştirmektedir.
Jeopolitik Yansımalar
Türkiye’nin Libya’daki rolü yalnızca ikili ilişkiler düzleminde okunamaz. Libya, Akdeniz’in enerji jeopolitiği, Afrika’ya açılan kapı olması ve Avrupa’ya göç akışının kritik güzergâhı olması nedeniyle, bölgesel ve küresel aktörlerin çıkarlarının kesiştiği bir alandır. Türkiye’nin son yıllarda geliştirdiği çok katmanlı yaklaşım, bu aktörlerin sahadaki pozisyonlarını da doğrudan etkilemektedir.
2019 Deniz Yetki Anlaşması, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki en kritik jeopolitik kazanımıdır. Bu mutabakat, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz’deki enerji alanlarını “tek taraflı” parselleme girişimlerini boşa çıkarmıştır. Yunanistan, Türkiye’nin Libya ile geliştirdiği temasların özellikle Hafter kanadına uzanmasından rahatsızlık duymakta; bu girişimi kendi Doğu Akdeniz politikası için stratejik bir tehdit olarak görmektedir. Dolayısıyla Kalın–Hafter görüşmesi, Atina’nın uzun vadeli hesaplarını zorlaştıran ve bölgedeki deniz yetki denklemini Türkiye lehine tahkim eden bir gelişmedir.
Mısır, Libya’nın doğusundaki gelişmeleri kendi ulusal güvenliği açısından hayati görmekte ve Hafter’e uzun süredir destek vermektedir. Türkiye’nin doğrudan Hafter ile ilişki kurması, Kahire açısından hem risk hem fırsat barındırmaktadır: bir yandan Mısır’ın nüfuz alanına Ankara’nın girmesi çekince uyandırmakta, diğer yandan iki ülke arasındaki normalleşme sürecine katkı sağlayabilecek yeni diyalog kanalları açmaktadır.
Benzer şekilde Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa, Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığını kendi çıkarlarıyla çelişen bir unsur olarak değerlendirmektedir. Ancak Türkiye’nin “dengeleyici” kimliği, bu ülkelerin Libya’daki sert nüfuz mücadelesini sınırlamakta ve onları diplomatik zemine çekmektedir.
ABD, Libya’da doğrudan askeri varlık göstermese de, enerji güvenliği ve göç yönetimi bağlamında gelişmeleri yakından izlemektedir. Washington için Türkiye’nin Libya’daki etkinliği, bir NATO müttefiki olarak bölgede istikrarın sağlanmasına katkı sunma potansiyeli taşımaktadır. Ancak aynı zamanda ABD, Türkiye’nin Rusya ile olası iş birliklerini dengelemek için Libya dosyasını bir kontrol alanı olarak değerlendirmektedir.
Avrupa Birliği açısından ise Libya, göç akınlarının yönetimi ve enerji kaynaklarının güvenliği bakımından kritik bir sınavdır. Türkiye’nin Libya’daki artan etkisi, AB ülkelerinin bu süreçte Ankara’yı görmezden gelmesini imkânsız kılmaktadır. Özellikle İtalya ve Almanya gibi aktörler, Türkiye’yi bir rakipten ziyade zorunlu bir ortak olarak değerlendirme eğilimindedir.
Türkiye’nin hem Trablus hem Bingazi ile doğrudan temas kurabilmesi, onu diğer dış aktörlerden ayrıştıran en önemli özelliktir. Bu çok taraflı diplomasi, Libya’daki aktörler arasında güven üretmekte ve Türkiye’yi bir “hakem” pozisyonuna yaklaştırmaktadır. Dolayısıyla Türkiye, yalnızca kendi çıkarlarını değil, Libya’nın ulusal birliğini de destekleyen bir vizyon ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, sahada kalıcılığın ve meşruiyetin en güçlü dayanağıdır.
Yorumlar1