Soykırımın meşruiyet aracı olarak Eurovision
- GİRİŞ05.12.2025 09:10
- GÜNCELLEME05.12.2025 09:10
Kültür ve sanat, insanlığın ortak vicdanı olarak sunulur; sesin, rengin, duygunun barışa dönüştüğü alanlar olarak tanıtılır. Oysa bugün dünya, sanatsal bir etkinliğin tarihsel bir insanlık trajedisi karşısında nasıl konumlandığını tartışmak zorunda kalıyor. Çünkü Gazze’de yaşanan ağır insan hakları ihlalleri, uluslararası hukukun “soykırım” tanımına uygun fiiller, binlerce sivilin ölümü ve milyonlarca insanın yerinden edilmesi karşısında, Eurovision’un aldığı tavır yalnızca bir “kültürel karar” değil; ahlaki, siyasal ve tarihsel bir pozisyon alış anlamına geliyor. İsrail’in yarattığı yıkımı görmezden gelmek, onu kültürel bir platform üzerinden normalleştirmek, bu platformu etkin bir meşruiyet üretim aracına dönüştürmek, bugün Eurovision’un adının yan yana yazıldığı en büyük çelişkidir.
Eurovision’un tarihsel iddiası “Avrupa’yı bir araya getiren müzik şöleni” olabilir; fakat bu iddia, Gazze’de olup bitenler karşısında artık büyük bir boşlukta sallanan, inandırıcılığını kaybetmiş bir slogandan ibarettir. Çünkü bir kültürel etkinlik, böylesine ağır bir insanlık dramı sürerken hâlâ “tarafsızlık” maskesine sığınamaz. Tarafsızlık, bazı zamanlarda bir konfor alanı, ama çoğu zaman büyük bir suça ortak olma biçimidir. Sessizlik, mazlumun değil; zalimin çıkarınadır. Eurovision bugün bu sessizliği tercih etmiş, ahlaki bir sınavda sınıfta kalmış, tarihin karanlık tarafında konumlanmıştır.
Gazze’deki soykırım yalnızca politik bir tartışma değil; uluslararası hukukun ve insanlığın temel değerlerinin test edildiği bir eşiği temsil etmektedir. Dolayısıyla bugün herhangi bir uluslararası kurumun bu trajedi karşısında aldığı tutum, etik bir değerlendirme ölçütü haline gelmektedir.
Eurovision ise bu testte başarısız olmuştur. Avrupa Yayın Birliği (EBU), yarışmanın “siyasetten uzak” tutulması gerektiğini savunarak İsrail’i yarışmada tutmuş, sanatın siyasi etkiden bağımsız olabileceği argümanına sığınmıştır. Oysa tarih, bu argümanı çoktan çürütmüştür. Eurovision hiçbir zaman apolitik bir etkinlik olmadı; Soğuk Savaş döneminden Rusya-Ukrayna krizine kadar pek çok örnek, yarışmanın politik dengelerden bağımsız değerlendirilemeyeceğini göstermiştir. Belarus’un yarışmadan çıkarıldığı, Rusya’nın Ukrayna saldırısı sonrası yasaklandığı, Ermenistan-Azerbaycan krizlerinde sahneye yansıyan politik imalar nedeniyle tartışmaların yaşandığı bir organizasyonun, Gazze’de yaşananlar karşısında aniden “tarafsız” olduğunu iddia etmesi en hafif tabirle tutarsızlıktır. Eğer Eurovision, “siyasi eylemleri” gerekçe göstererek daha önce ülkeleri yarışmadan men ettiyse, bugün çok daha ağır insan hakları ihlallerinin söz konusu olduğu bir durumda sessiz kalması yalnızca çifte standart değil; bir tür kültürel meşruiyet üretimidir.
Bu meşruiyet, sanıldığından çok daha tehlikelidir. Çünkü savaş suçları ya da soykırım iddialarıyla gündeme gelen bir devletin uluslararası kültürel platformlarda görünür olması, izleyici tarafından farkında olmadan normalleşme etkisi yaratır. Bir devlet şarkısıyla, sahnesiyle, estetiğiyle görünür olduğunda; onun politik eylemlerinin yarattığı yıkım gölgede kalır. Milyonlarca kişinin izlediği bir sahne, yıllardır bir halkın yok oluşunu yaşayan insanların sesini bastırır. Sessiz kalınan her kültürel alanda, İsrail için bir imaj tazeleme fırsatı doğar. Eurovision bu yıl bu imkânı açıkça sunmuştur.
Ne var ki her ülke bu kirli normalleşmeye ortak olmayı kabul etmedi. İspanya, İrlanda, İzlanda, Hollanda ve Slovenya boykot kararları alarak, kültür alanında etik bir duruşun mümkün olduğunu gösterdi. Bu duruş, tarihin doğru tarafında yer almayı seçenlerin sesidir. Kültür, ancak böylesi ilkeli duruşlarla insanlık için anlam kazanır. Sessizliğin değil; adaletin aracı olduğunda kıymetlidir.
Buna karşılık Eurovision’u organize eden EBU’nun tavrı, Batı değerlerinin bir kez daha sınandığını ve bu sınavda başarısız olduğunu ortaya koymuştur. Batı’nın demokrasi, insan hakları, özgürlük ve eşitlik gibi kavramlarla inşa ettiği değer evreni, Gazze söz konusu olduğunda tamamen çökmüştür. Batı, Ukrayna-Rusya savaşında gösterdiği hassasiyetin aynısını Gazze’de göstermedi; hatta izlediği politika tam anlamıyla bir çifte standardın resmi oldu. İlkeleri yalnızca belirli coğrafyalara uygulamak; bazı halkların acısını görmezden gelmek; bazı ölümlerin sayısal bir detay, bazı ölümlerin ise politik bir kırmızı çizgi olarak değerlendirilmesi, insan hakları yaklaşımının evrensellik iddiasını ortadan kaldırır.
Eurovision’un Gazze konusunda takındığı tavır da bu çifte standardın kültürel ayağıdır. Bir kez daha görüldü ki Batı değerleri, yalnızca söylemsel bir vitrindir. “İnsan hakları” sloganı yalnızca belirli durumlarda devreye alınmakta; politik çıkarlar tehlikeye girdiğinde bu sloganın hiçbir karşılığı kalmamaktadır. Eurovision, bu yıl bu ikiyüzlü yaklaşımın en görünür sahnesi olmuştur. Bir yanda katledilen çocuklar, bombalanan hastaneler, kuşatılmış bir halk; diğer yanda ışıklar altında alkış toplayan bir ülke. Bu tablo, insanlık adına bir utançtır.
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol