Terörsüz Türkiye süreci, toplumsal hassasiyet ve stratejik uyarılar

  • GİRİŞ09.12.2025 09:06
  • GÜNCELLEME09.12.2025 09:06

Türkiye, yaklaşık yarım asırdır farklı biçimlerde yüzleştiği terör tehdidinin sona erdirilmesine yönelik tarihsel bir eşikten geçmektedir. Toplumsal, siyasal ve güvenlik boyutlarıyla çok katmanlı bir mücadeleyi içeren “Terörsüz Türkiye Süreci”, hem ülke içinde hem de bölgesel düzlemde dikkat, özen ve stratejik akıl gerektirmektedir. Bu süreç bir “normalleşme” adımı olarak değil; terörün tüm biçimleriyle tasfiye edilmesini, kamu düzeninin güçlendirilmesini ve Türkiye'nin stratejik bütünlüğünün sağlanmasını hedefleyen kapsamlı bir devlet politikası olarak ele alınmalıdır. Ancak bu hedeflere ulaşılabilmesi, kullanılan dilin, atılan adımların ve yürütülen siyasetin toplumun tüm kesimlerinin hassasiyetlerini gözeten temkinli bir çerçeveye oturtulmasına bağlıdır.

Türkiye’nin 86 milyon vatandaşı, terörle mücadelede yalnızca bir güvenlik nesnesi değil; aynı zamanda sürecin en temel meşruiyet kaynağıdır. Bu nedenle, terörsüz geleceğe dair yürütülen tartışmaların, şehit ailelerini ve gazileri asla incitmeyecek, onların fedakârlıklarını ve toplumsal vicdandaki yerlerini yok saymayacak bir söylemle şekillendirilmesi elzemdir. Bu hassasiyet yalnızca etik bir sorumluluk değil, sürecin toplumsal meşruiyetinin korunması açısından da stratejik bir gerekliliktir. Zira toplumun kalbi incindiği anda terörle mücadele siyaseti de meşruiyet zeminini kaybedebilir.

Bu noktada dikkat edilmesi gereken en kritik hususlardan biri, “Terörsüz Türkiye” söyleminin terör propagandasına dönüşmesine izin verilmemesidir. Sürecin doğası gereği kullanılan barış, güvenlik, normalleşme gibi kavramlar; örgütlerin manipülatif diline malzeme edilmeye açık hale gelebilir. Terör örgütleri, özellikle propaganda araçlarını yoğun biçimde kullanan yapılardır ve bir kavramın içini boşaltarak kendi lehlerine çevirme konusunda son derece mahirdirler. Dolayısıyla, süreç boyunca atılan her adımın, yapılan her açıklamanın ve üretilen her siyasi söylemin bu risk hesaba katılarak tasarlanması gerekir.

Bu süreç aynı zamanda uluslararası provokasyonlara son derece açık bir dönemdir. Türkiye’nin bölgesel güç dengelerini etkileyen konumunun ve terör örgütlerinin çoklu dış destek mekanizmalarının varlığı düşünüldüğünde, provokatif girişimlerin artması şaşırtıcı olmayacaktır. Sahada kazanım elde edemeyen aktörlerin, siyasi süreçleri manipüle ederek Türkiye’yi iç gerilimlere sürükleme çabaları tarih boyunca görülmüştür. Bugün de benzer girişimlerin farklı biçimlerde karşımıza çıkabileceği göz ardı edilmemelidir.

Bu çerçevede Barzani’nin Cizre ziyareti, Türkiye’nin iç dengelerini ve toplumun hassasiyetlerini zorlayabilecek, dış aktörlerin provokatif alan açma kapasitesini tetikleyebilecek bir örnek olarak dikkat çekmiştir. Böylesi temaslar, yerel toplumsal algılar, sınır ötesi güç ilişkileri ve terör örgütlerinin bölgedeki manipülasyon becerileri hesaba katılarak yönetilmelidir. Türkiye, tarihsel olarak komşu aktörlerle ilişkilerinde diplomatik olgunluğa sahip bir devlettir; ancak bu olgunluk, kontrolsüz girişimlere zemin bırakmayı asla gerektirmez. Ziyaretin kamuoyunda yarattığı tartışmalar, süreç yönetiminde “algısal istikrar” kadar “gerçek güvenlik” dengesinin de ne kadar önemli olduğunu göstermiştir.

Halka rağmen hiçbir siyaset yapılamayacağı gerçeği, bu dönemin en temel referans noktası olmalıdır. Türkiye’nin toplumsal yapısı, tüm farklılıklarına rağmen terörün tasfiyesinde yekvücut olmuş bir bilinç taşımaktadır. Dolayısıyla siyasi karar vericiler, toplumun beklentilerini, kaygılarını ve kırmızı çizgilerini dikkate almadan ilerleyemez; ilerlememelidir. Terörün bitirilmesi, ancak toplumun tamamının vicdanıyla uyumlu bir siyasetle mümkün olabilir.

Kullanılan dil, sürecin başarısı açısından kritik bir enstrümandır. Terörü meşrulaştıran, terör örgütlerini bir siyasi aktör gibi konumlandıran, devletin güvenlik güçlerini tartışmalı alanlara çeken söylemler yalnızca iç barışı değil; uluslararası alanda da Türkiye’nin konumunu zayıflatır. Oysa terörsüz bir geleceğin inşası, güçlü bir devlet aklının, kararlı bir güvenlik duruşunun ve millet iradesine saygılı bir siyasi dilin eş zamanlı kullanılmasıyla mümkün olacaktır.

Türkiye bugün, yarım asrı aşan bir tehdidin tasfiyesi için belki de en kritik eşiğe ulaşmıştır. Bu eşik doğru yönetildiğinde ülkenin iç barışı derinleşecek, ekonomik istikrar güçlenecek, dış politika manevra alanı genişleyecek ve Türkiye “güçlü devlet–güvenli toplum” dengesinde yeni bir seviyeye taşınacaktır. Ancak sürecin selameti, dikkatli, özenli, stratejik ve toplumun bütününü kuşatan bir yaklaşım gerektirir. Devletin kararlılığı, milletin hassasiyeti ve siyaset dilinin sorumluluğu bir araya geldiğinde “Terörsüz Türkiye” yalnızca bir umut değil; somut bir gerçeklik hâline gelecektir.

Yorumlar2

  • Sami 12 saat önce Şikayet Et
    Teröristlerin ve destekcilerinin yola geleceğine hiç inancımız yok.hadi hayırlısı.
    Cevapla
  • ahmet 20 saat önce Şikayet Et
    varolun
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat