Hayatı çalınan insanlar!

.

  • GİRİŞ14.06.2018 09:53
  • GÜNCELLEME16.06.2018 11:09

            İnternet ortamında, sosyal medyada bazı “sokak röportaj”ları izliyorum ve memleketimde insan manzaraları gözümün önünde canlanıyor.

            Mesela, “dört halife”yi soruyor röportajı yapan, koca koca insanlar sanki hiç duymamışlar gibi suskun geçiyorlar. Yine “Kelime-i Tevhid”in (Lailahe illallah- Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.) anlamını soruyor, altmışlık, yetmişlik bay ve bayanlar abuk sabuk cevaplarla geçiştiriyorlar.

 

 

 

 

            Dini konularda ne sorulmuşsa, tatmin edici cevap alabilmek adeta imkânsız.

            Bir de siyasi sorular geliyor ardından; sen cümbüşü o zaman gör! Herkes adeta siyaset bilimini bitirmiş, hatta uluslar arası ilişkilerde doktora seviyesinde cevaplar yapıştırıyor!

            Bunlara benzer röportajları eminim sizler de izlemişsiniz.

            Neden böyle?

            İnsanlar ebedi hayatlarını ciddiye almıyorlar da, geçici hayatları için mi bu denli dikkat kesilebiliyorlar?

            Her iş bilmekle başlar. İnsan bildiği kadar hayattadır, hayattandır. Herkes bildiğinin adeta esiridir. Bir aşçı bildiği yemeği yapar; bir terzi bildiği tarzda elbise diker; bir öğretmen kendi branşında ders verir; bir öğrenci bildiği kadar not alır. Bir insan da dinini bilirse yaşar.

            Hiç kimseye bilmediği bir dünya açılmaz. İnsan bilmediği şeyin düşmanıdır. Hiç görmediğiniz, tanımadığınız birini sevebilir misiniz? Onunla ilgili cümleler kurabilir misiniz?

            Kişiliğin oluşmasında aile, yakın çevre ve okulun birebir ilişkisi ve etkisi vardır. Hatta insan, bu üç unsurun kopyası gibidir.

            Çocuk, ailede “ebedi dünya”nın hiç bir iziyle karşılaşmamış, yakın çevresinde bu dünyayla ilgili hiçbir söz ve davranışla temas etmemiş, okulda da bu tarz bir eğitimden bir asırdır uzak tutulmuşsa, ne yapsın? Beş duyusu doldurulmuş, ama onun duygu dünyası bomboş kalmış! Ebedi hayat adeta ondan çalınmış!

            O zaman din, hayatta aciz kalındığında, bir türbeye gidip çaput bağlayıp duygularını tatmin etme işi ve inancı olur. Kalantor babalar öldüğünde, evlatların katılmadığı “şahane” bir cenaze töreni düzenlenir ve adeta bir reklam aracı olup çıkar!

            Yahu insan ve her canlı ölümlüdür. Asıl vatan, önümüzde gelecek olandır. Dünyada yaklaşık yedi milyar insan yaşıyor; yüz sene sonra bunlardan kimse yaşamayacak, hepsi ölecektir. Dünya büyük bir mezarlık olarak karşımızda durmaktadır. Bütün yatırımımız mezarlık adına ise, yazık oluyor asıl hayata!

            Siz bir de gidin, ölüm döşeğinde yatan insana dünyayı sorun. Verecek olduğu cevapta öyle bir “ah” vardır ki, adeta dünyayı yakıp kül eder. Hepimiz aynı yatakta yatmayacak mıyız? Öyleyse bu kaçış niçin? Suçlular kaçar! Nereye kadar?

            Kelime-i Tevhid’i niçin bilsin? Onun hâkim olduğu hayatta nefes almamış ki! Peygamber’i nereden bilsin? O, bunun karnını doyuracak bir ekmek vermemiş ki! Bu nedenle anlamını bilmeden “deist” bile olmuş!

            Allah mı? Hâşâ-“ Eli sopalı, başı sarıklı, gökyüzünde oturan ve hiçbir işe karışmayan, sadece sıkıntılı zamanlarda insanı ziyaret eden hayali bir varlık!” olarak ortaya çıkar.

            Ey Müslüman! Hayır, bu yaşadıklarımız, ebedi hayatımıza köprü olmuyor. Ya çocuğuna adam gibi DİN’i, yani hayatı öğretecek ve yaşamasını sağlayacaksın, ya da iki de bir yakınıp durmayacaksın! Bunu yapmazsan, yok “anası da başörtülüymüş, evinde doksan dokuzluk tesbih varmış” yemiyle daha çok oltaya tutulursun!

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat