Yarın endişesi

  • GİRİŞ16.09.2021 08:49
  • GÜNCELLEME17.09.2021 10:14

                Şöyle bir soruyla konuya giriş yapalım:

            Müslüman halkın bir “yarın arayışı” var mıdır? İslami kimliklerini yeniden keşfetmeye ve İslam’a özgü değer ve ideallerin kendine dayandırılabileceği bir toplumsal düzen aramaya yönelik bir çabaları var mıdır?

            Müslüman kimdir, kime denir? Bugün yaşanan hayatın İslam ile ilintisi var mıdır veya ne kadardır? Müslümanlar –tabiri caizse- dünyadan çekilirlerken, bıraktıkları boşluğu kimler doldurmuştur? Dolan bu boşlukta Müslümanlar nefes almakta zorlanmakta mıdır?

            Yarın endişesi, sadece bir dünya endişesi değil, aynı zamanda bir sonsuzluk endişesidir; çünkü Müslüman, ahireti olmayan bir anlayışın zebunu değildir.

            Müslüman, hayatının tümünü Kur’an’a göre düzenleyen insan demektir; çünkü Kur’an Allah kelamıdır ve Allah da hiç yanılmayan Kadir-i Mutlak’tır (Mutlak Güç). Bu konuda Bilge Lider Aliya İzzet Begoviç’in çok güzel bir tesbiti vardır. Şöyle diyor Aliya:

            “ Bu Kitap’a (Kur’an’a) olan sadakat kaybolmamış, ancak aktif mistik karakter, yerini akıl dışı (irrasyonel) bir karaktere bırakmıştır. Kur’an, kanun otoritesini kaybetmiş, bir nesne olarak kutsal sayılmaya başlanmıştır. Başka bir ifadeyle, Kur’an az okunmaya, daha çok ezberlenmeye başlanmıştır. Tembelliğimizle uyuşmayan mücadele, dürüstlük, şahsi ve maddi fedakârlık, Kur’an’ın rahatlatıcı sesinde kaybolup gitmiştir. Bu sıra dışı durum, adım adım sıradan bir şey olarak kabul edilmiştir. Zira bu durum, sayıları gün geçtikçe çoğalan, Kur’an’sız yaşayamayan, fakat emirlerine uymaya da takati olmayan Müslümanlara daha makul görünmüştür.”

            “Yarın endişesi”nden söz etmiştik. Yarın endişesi çok önemli, hayati bir amaçtır. Bu endişeyi taşımayan insan veya toplumlar, kendilerine göre bu endişeyi taşıyanlara mağlup olmuşlardır; tarih bunun örnekleriyle doludur. Bugün Müslümanlar dünyada “çer-çöp” hükmündeyse, yarın endişelerini kaybettiklerinden, yaradılış gerçekleriyle ters düştüklerindendir. “Taşlar ne kadar büyüdü.” diyorlar; oysa taşlar büyümedi, deniz çekildi.

            Müslüman, “yarın endişesi”ne nasıl sahip olabilir? Bu, ancak doğuştan itibaren fıtri bir eğitimle gerçekleşecek olan bir durumdur. Aile, bu fıtrat tohumunun filize durmasını sağlar, devlet eliyle yürütülen eğitim de bunu hayata hazırlar, meyve vermesine yardımcı olur. Bugün böyle bir devletten dünya Müslümanları mahrumdur. Dünya devletlerinin birçoğu, “Tanrı varsa, olduğu yerde kalsın, hayatımızı biz yönlendireceğiz.” anlayışındalar ve bu anlayışlarını da tüm dünyaya yaymak için adeta savaş veriyorlar.

            Müslüman, Kur’an’ı raftan indirmeli, boğazından aşağı geçmeyen Kur’an nağmelerini tüm vücuduna, ruhuna ve yaşam tarzına kabul ettirerek yeni bir hayatı kendine amaç edinmelidir. Yarın endişesi taşımayan Müslümanlar bölük bölük camileri doldursalar, İslam düşmanlarının gözünü asla korkutmaz. TV’lerden Kur’an okuma yarışmaları en güzel seslerle haneleri çınlatsın, buna, “musiki duygularını tatmin edip boşalıyorlar.” gözüyle bakarlar. Fakat bir mümin, “Benim tüm hayatım Kur’an’dır; o ne diyorsa onu hayatıma geçirmek için canımı bile ortaya koyuyorum.” desin; yani Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed (AS) O’nun resulüdür, diye ortaya çıksın, küfrün kulakları hemen dikleşir.

            En az yüz yıldır iman kavramımızı bulandırdık veya kaybettiğimiz günden beridir Müslümanlar, bulanık bir hayata mahküm oldular. Müslümanlar endişelerini kaybettiklerinden beridir, olup bitenleri bulanık gördüklerinden, maddi ve manevi dış saldırılara karşı bir “gerilim” içinde debelenip duruyorlar. Bu gerilimi karşı taraf “ terör-islamofobi” olarak algılıyor ve bunu da propaganda aracı olarak kullanıyor.

            Müslüman halk ve özellikle Müslüman gençlik yeni bir gelecek oluşturmak için zihinlerini Kur’an’a açmalıdır. “Hayatıma Allah mı hâkim yoksa Batı dünyasının ilahı Promete mi dünyamı düzenliyor?” sorusunu kendilerine sormalıdır. Allah’ı –haşa- aciz bir varlık konumuna düşürüp hayata karıştırmayan her türlü ideolojiye karşı, imanını ortaya koymalıdır. Gerçek manada ilimle ve ahlâki donanımla insanlara yaklaşmalı ve kaybolan güneşine kavuşarak iki dünyasını da aydınlatmalıdır.

            Şunu bilmemizde fayda vardır; bireysel ahlâk açısından olgunlaşmadıkça, toplumsal ahlâkın da düzelebilmesi mümkün değildir. Bireysel ahlâkın düzelebilmesi için Allah’ı, kendisini Kur’an’da bize tanıttığı gibi O’nu tanıyıp iman etmemiz gerekmektedir. Fert düzelmeden toplum düzelmez. İlk olarak işe aileden başlamak lazımdır, kınayıcıların kınamalarından korkmadan…

D. Ali TAŞÇI

(dalitasci@hotmail.com)

Twitter: @DAliTasci

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat