İnsanca davranmak sanattır

  • GİRİŞ08.06.2023 09:10
  • GÜNCELLEME09.06.2023 08:48

Hayat bilgisi, bütün derslerin başı olsa gerek; çünkü bütün derslerin anahtarı ondadır. Hayatı ne kadar tanıyor ve biliyoruz? Bildiklerimizi uygulayabiliyor muyuz? Biz hayata ne verebiliyoruz, hayattan neler alıyoruz?

            Hayatta korkularımız var, ileriye doğru gidişte bu korkular bize engel oluyor. Bu korkularımızı çoğu zaman kimseyle de paylaşamıyoruz, bu nedenle içimizde birikiyor ve büyüyor. Beklentilerimiz bir başka sayfanın konusu, ne kadarı gerçekleşiyor veya gerçekleşecek?

            Eleştiriyi çok severiz. Başkalarının kusurlarını bir bir saymak bize şeytanî bir zevk verir, çoğu zaman. Dostlarımızın, arkadaşlarımızın açılmaması gereken nice sır ve davranışlarını, dilimizi tutamama uğruna onları açmışız ve hem onları, hem de kendimizi yaralamışız. Gerçekten bir insanın olgunlaşmasını istiyorsak, önce bu tecrübeye kendimizden başlamamız gerekmez mi? Başkalarını suçlayarak, onların olumsuz şeylerini sıralayarak, aslında onların iyi yöne doğru değişmesini ve gelişmesini istiyor değiliz. Bizim, onlardan ne kadar üstün olduğumuzu, kıskançlığımızı, hasedimizi vurgulamak istiyor ve başkalarının mutsuzluğundan da şeytanî bir zevk alıyoruz. Bu, bize nefsin bir oyunudur. Dinimizde gıybetin haram olduğunu bildiğimiz halde, bundan kurtulmak için pek çabamız olmaz. Bilmiyoruz ki, kim neyi konuşuyorsa o, odur. Olumluyu görenlerin iç dünyaları olumlu, olumsuzu görenlerin iç dünyaları olumsuzdur.

            Her insan kendini çok önemli biri olarak görür. Biz bunu göz ardı ederek davranırsak, toplumun gözünde bu sefer biz önemsiz oluruz. Deneyiniz; kimi dinlemişseniz, en olgun ve bilgin; kime önem vermişseniz, onun gözünde en önemli insan sizsiniz. Biliniz ki, eşinizin, dostunuzun beyninde ve kalbinde, sizin kalbinizde ve beyninizde onun ne derecede yeri varsa, siz de onların beyninde ve kalbinde o kadar yer işgal ediyorsunuz demektir.

             Başkalarını değiştirmek istiyorsak, onlara kendi fikirlerimizi kabul ettirerek bunu yapamayız. Çocuğunuz sigara içiyorsa ve siz de bundan hoşlanmıyorsanız, kendi arzunuzu ona kabul ettirmekle işe başlamayın. Onun hoşlandığı bir konu bulun; örneğin, bir spordan söz açın ve sigara içenlerin bu sporu yapamayacaklarını belirtin, çocuk bundan etkilenecektir.

            Başkalarının kahramanı olduğu hikâyeleri dinlemekten nefret ederiz; ancak onların hikâyelerinde kendimizi hayal ettiğimiz zaman, o hikâyeler bize çekici gelir. İnsanları tanırsak, yeryüzünde çözülemeyecek problem azalır, ama onları tanımazsak her davranış ve söz problem olarak karşımıza çıkar.

            Bir yerde sizinle ilgilenilmesini istiyorsanız, önce siz başkalarıyla ilgilenmelisiniz; çünkü herkes her zaman yalnız kendisiyle ilgilidir. Kim, konuşmalarında hep “ben ben” diyorsa, bilsin ki o, başkalarının gözünde yabancıdır; yabancı, yani sevimsiz ve güvenilmez. Çevrenizle ilgilenmiyorsanız, hayatta en çok güçlükle karşılaşan siz olursunuz. Dinimizin akrabaya, komşuya, arkadaşa verdiği önemi bir kez daha düşünelim.

            Sizi en çok kim seviyor ve size en çok kim önem veriyor biliyor musunuz? Onunla kavgalaştığınız ve sonra gidip ondan özür dilediğiniz insan! Çünkü kendi hatanızı kabul ederek, onun haklılığını ve önemli bir insan olduğunu dolaylı olarak ona bildirmiş oldunuz. Kavga, başkalarının beynine “Ben büyüğüm, ben haklıyım; sen küçüksün, sen haksızsın.” diye girmekle başlar. Dostluğun temeli ise, başkalarına, onların da önemli bir insan olduğunu, onların zihinlerinde çağrıştırarak atılır. Dostluğun zirvesinde ise başkası yoktur, dostluk vardır!

            Ebu Zer (ra), Bilâl-i Habeşi (ra)’ye: “Siyah kadının oğlu!” diyerek ona bir nevi hakaret eder ve onu incitir. Bilâl (ra), gözleri yaşlı bir durumda mescide, Hz. Peygamber (as)’in yanına gider. Peygamberimiz (as) Bilâl’e (ra), niçin ağladığını sorar. Bilâl (ra) de durumu anlatır. Resûl (as), Ebu Zer’i (ra) mescide çağırır ve ona cahiliye âdetlerinin kaldırıldığını anlatır ve yaptığı şeyin iyi olmadığını söyler. O zaman Ebu Zer (ra), mescidin kapısında yüzünü kumların üzerine koyar ve “Vallahi, Bilâl, siyah ayaklarıyla yüzüme, ağzıma basmadıkça, ben buradan ölünceye kadar kalkmam!” der. Özür dilemek budur ve dostluk böylece gelişir. Nefsimizi arada bir hesaba çekersek, dünyayı güzelce terk ederiz. Her şeyin ölümle sıfırlanacağını unutmayalım. Ölümle sıfırlanacak ve yeniden doğacak yapıp ettiklerimiz.

            Aslında, insanlardan bir şey beklemediğimiz an, en güçlü anımızdır.

 

  D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci

Yorumlar2

  • Dilek Polat 10 ay önce Şikayet Et
    Yüreğinize sağlık hocam
    Cevapla
  • Nurullah 10 ay önce Şikayet Et
    Elinize sağlık.
    Cevapla Toplam 4 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat