Üniversitelerdeki akademisyenlerin perişanlığı

  • GİRİŞ14.10.2011 07:51
  • GÜNCELLEME14.10.2011 07:51

Üniversitelerin ”Kalkınmacı” Dinamizmi ve Akademisyenlerin Perişanlığı

Yüksek öğretimin endüstri, siyaset ve akademik araştırma sarmalı içine yerleştiği küresel zamanlarda büyük yenilikler oluyor. Doğru. Ancak önemli açmazlar ve yoksunluklar da yaşıyoruz. Eğitimin birçok kademesinde bulunan, son on yıldır üniversitede fiiili olarak akademik görevlerde bulunan biri olarak yenilikleri ve açmazları birlikte görüyorum. Yeniliklerden, dünyalaşmadan, araştırma projelerinin artışından, yeni binaların ve labaratuarların yapılmasından hep söz ediyoruz. Gerçekten de önemli hamleler bunlar. Her şeyden önce bilimsel çalışma özgürlüğünün varlığıyla daha fazla beraber yaşıyoruz. 28 Şubatın bilim despotizmini yaşayan biri olarak bunu yakinen görüyorum. Üniversitenin akademik özerklik, evrensel düşünme yeri, mesleki eğitim, derslikler, labaratuarlar, sempozyumlar gibi geniş bir gündemi var.

Üniversitelerimizin endüstri, siyaset ve yerel yönetimlerle işbirlikleri, ortak projelerde çalışmaları önemli açılımlara yol açıyor. Bu açılımlarda akademisyenlerin finans sorunları da piyasa koşullarında çözülüyor.

Piyasada yerel yönetimler, şirketler, STK’lar ve hükümetler akademik çevrenin ekonomik sorunlarına da çözüm getiriyorlar onları piyasanın dinamizmine bilimsel katkıda bulunmalarını da sağlıyorlar. Bilim, araştırma bulguları toplumsal ve ekonomik yarara dönüşüyor. Endüstri, toplum ve siyasal çevreler bilimden daha fazla yararlanabiliyorlar. Özel ya da vakıf üniversitelerinin çalışmaları bu konuda oldukça öne çıkıyor. Holding, şirket, firma, lobi vs. üniverite olgularını gündeme getiriyorlar. Türkiye’nin demokratikleşem ve ekonomik kalkınma dinamizmine katkı sağlıyorlar.

Öte yandan üniversitelerdeki akademisyenlerin, akademik çalışmaların ve araştırmaların kamuoyunu aydınlatma sorumluluğu bulunmaktadır. Düşünme yolunda toplum meselelerine bakarak “aydınlatmacı” roller üstlenerek bağımsız düşünüp bilgi üretebilmek...Bu bağlamda akademik özgürlük ve akademik özerklik olabildiğince önemli. Herhangi bir holdinge, bir siyasi partiye, bir lobiye vs. bağlı kalmadan toplum sorunları üzerine düşünereek araştırmalar yapmak, okumalar gerçekleştirmek ve yayaın faaliyetlerinde bulunmak! Üniversite, biz sosyal bilimci akademisyenler için bu açıdan büyük bir analam sahip. Benim kuşak bir çok akademisyen bu duygularla üniversitede var olma mücadelesinde bulundular. Araştırmaya, düşünmeye, okumaya ve toplumu aydılatmaya olan tutkuları! Bu tarz akademsisyenlik, entellektüel dünyanın misitik varlığında özerk kalarak ve özgür düşünerek varlığını sürdürmek mümkün.

Bugün Türk yükseköğretiminde, bahsettiğimiz entellektüel, özerk ve özgür akademisyenliğin anlamından bahsetmek oldukça zor. Çünkü her şeyden önce (özellikle büyük kentlerdeki üniversitelerde çalışanlar) ekonomik özerklikleri yok! Bir polisle ya da bir astsubayla bir doçentin aynı maaşa talim ettiği başka hiç bir gelişmiş ülke yoktur yeryüzünde. Bugün Türkiye devlet üniversitelerinde bir doçentin maaşı bu bahsettiğim meslek grubuyla eştir. Amacım meslek gruplarını yarıştırmak değil, dünya genelindeki oranların Türkiye’deki yansımalarında oluşan çarpıklıkları anlatmak. Polis devleti diye bildiğimiz Mısır’ın başkenti Kahire’de 2009 yılında,  katıldığım bir üniversite sempozyumunda, polisle doçent bir akademisyen arasındaki ücret farkının dört kat olduğunu öğrenmiştim.

Devlet Üniversitelerindeki bu akademik finansal perişanlık, farklı yolları ve arayışları gündeme getirmektedir. Kamu ya da devlet üniversileri gün geçtikçe özel üniversiteler lehine boşalmaktadır. Akademisyenler çalışma yapacak olgunluğa ve dinamizme ulaştığında öncelikli olarak araştırma ve eğitim faaliyetlerini düşük performansla yürüterek alternatif ek işlere yönelmektedir.

Özel ve vakıf üniversiteleri lehine gelişen akademik ilişkiler, toplumsal sorumluluk ve aydınlatma misyonunda da özerkliğini kaybetmektedir. Hoca, eskiden toplumda saygın, sözü dinlenen vs. olma kimliğinden çıkarak piyasanın ekonomik ve politik beklentileri içinde “ele avuç açan” bir varlığa dönüşmektedir.

Üniversitelerin belkemiğini araçlar, binalar, teknolojiler ve laboratuvarlardan önce insanlar oluşturur. Bunun başında da akademisyenler gelmektedir. Yüksek öğretimin gelişimini kalkınmacılığın teknolojik ve inşaat perspektifiyle okursak, mühendislik bilincinin tarzıyla yükseköğretim siyasetini yaptığımız anlamına gelir bu!

Doç. Dr. Ergün Yıldırım - Haber 7
drergun@hotmail.com

Yorumlar5

  • yasin ayın 12 yıl önce Şikayet Et
    maalesef!. üniversitelerimiz hocamın da dediği gibi herşeyden önce insan faktörüne bağlı olduğundan kaliteli akademisyenlerin çok az oluşu önümüzdeki en büyük müşkil. üniv. lerde makaleler yayınlanıyor ama bu da bilim yapmak demek değildir. yapılan siyasete harcanan zaman ve fikir bilime harcanabilse! ah yapılabilse!
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • yasin ayın 12 yıl önce Şikayet Et
    akademisyenlerin bazı sorunlarından bahseden güzel bir yazıydı.. bu yazıyı denetleyen editöre de teessüflerimi bildiriyorum. aşağıdaki yorumlarda daha az yazım hatası var.
    Cevapla
  • Murat Kahraman 12 yıl önce Şikayet Et
    EY BAKAN'LAR!. Eğitim-Bilim adına nutuk atmadan önce "mutfaktan" gelen bu feryatlara bir kulak verseniz olmaz mı?
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Ahmet Ar 12 yıl önce Şikayet Et
    KATILIYORUM. Ben de bir zamanlar bir Anadolu Üniversitesinde öğretim görevliliği yaptım. Şimdi öğretmenim. Hocamın görüşlerine aynen katılıyorum. Bir pazar esnafının bile üniversitede hoca olduğumuzu duyunca acıyan gözlerle bakıp "Hocam, o zaman siz şu parayı verin" diyerek indirim yaptığına çok şahit oldum. Biraz kaydıralım mevzuyu, memurların durumuna getirelim: Yine bir pazarcının şöyle bağırdığını kulaklarımla duydum: "Gel vatandaş, gel! Gariban yeri, memur yeri burası!" Kahrolmamak mümkün mü? Yazıklar olsun! Öğretmenlerin durumu da içler acısı! Tek maaşlı bir öğretmenin hem geçinip hem üniversitede iki çocuk okutması mümkün müdür? Asla! İtibar paraya olduğuna göre gerek üniversite hocalarının gerekse öğretmenlerin eski hocaların itibarına kavuşması muhal. İtibarı olmayan hocanın talebeye tesir etmesi de imkansıza yakın zor oluyor tabii.
    Cevapla Toplam 6 beğeni
  • programlayan 12 yıl önce Şikayet Et
    hoca bunu niye yapar?. Hoca çok kafalıdır, kendisinden zeka fışkırmaktadır, lisede ve üniversitede zekasından ötürü aşağıladığı hatta adam yerine koymadığı sınıf arkadaşları bir yol tutturmuşlar ve köşeyi döner olmuşlardır. Bu hoca nın ağrına gider. Der ki, "benim neyim eksik, benim niye lüks arabam ve güzel bir evim yok?" Hoca geriye dönüp baktığında artık fırsatın kaçtığını ve hayatının en güzel yıllarını ilim irfan ve "yalakalık!" ile geçirdiğinin farkına varır. Bu saatten bu "bilgi küpü" özel sektörün işine yaramaz, kendi işini kuracak cesaret ise asla yoktur. Onun "mabedi" artık kampüsüdür. Bir yandan yaş ilerleyip te isminin başındaki ünvan büyüdükçe haseti daha da artar. Sonuçta hoca, ya bir yerlere danışman ya da bilirkişi olarak 3-5 "cebe atmanın" hesabını yapmaya başlar. 3-5 in talibi çok olunca da rica minnetler devreye girer. Canım hoca, olur 3-5 kuruş için el açan! Gençler içinizdeki hür teşebbüsün önünü açın asla kendinizi kampüse ya da devlet dairesine mahkum etmeyin!
    Cevapla Toplam 8 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat