Kibrin dayanılmaz hafifliği
- GİRİŞ08.01.2010 14:28
- GÜNCELLEME08.01.2010 14:28
Tek suçlu onlar değil elbet. Çevrelerindekilerin de payı var bunda. Onca dalkavukluk, size de yapılsa; her Allah’ın günü methiyeler dizilse, sonuç belki de böyle olur. Zaten birine bir kese altın verip her sabah; “mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” hatırlatmasını yapmasını istemek de artık geçmişte kalmıştır.
Tevazuun yerini, aslen farklı olsa da, “enaniyetin meşru hali gibi algılanan özgüven” almıştır. Kimseye bir şey bilmediğinizi çaktırmayacaksınız, iltifatlara alçakgönüllü ifadelerle karşılık vermeyeceksiniz. Hatta durduk yerde karşınızdakinin açığını arayıp ona; sizin ne kadar gözü pek, zeki ve bilge biri olduğunuzu göstermek için anında atağa geçerek “bak o böyle değil; şöyle yapılır” diyeceksiniz.
“Hata yapmak insana mahsustur” ama onlar müstesna. Onlar herkes gibi değildir; masumdurlar. Herkesle konuşmaz, herkesle paylaşmazlar. Ayrıca vakitleri de yoktur öyle herkesle selamlaşacak kadar.
“Ara bakayım; ara müdürünü bağla da, göstereyim sana gününü. Sen benim kim olduğumu bilmiyorsun. Arabamdan, şoförümden, takım elbisemin markasından da mı anlamıyorsun. Çabuk!”
Sabahları; “keşke rüzgâr esse de, ceketin markasını görse millet; manşet ve yakalara isim de yazdırdık, fark ederler herhalde” diye düşünerek evden çıkarlar. “Yürürken yeri yarabileceklerini, boyca da dağlara ulaşacaklarını zannederler”.
Aslında uyumu yakalayamayacak kadar beceriksizdirler. Fakat kabiliyetsizliklerini de, kirlerini de başkalarına kapattırmayı huy edinmişlerdir. Etraflarında dolaşan “image maker”ları ya da “yaşam koçları” sadece görüntü düzeltmekle uğraşmazlar. Suratlarına sahte bir gülücük kondurmalarını, neyi nasıl konuşacaklarını, ses tonun seviyesini bile anlatıp öyle yollarlar onları sahneye.
Ama kulislerde asıllarına rucu ederler. Bağırıp çağırırlar. Hele başkalarının yanında hepten Küheylan kesilirler. Kapris yapar; her şeyi beğenmezler.
“O da neymiş, daha pahalısı yok muydu, bana nasıl bunu layık görürsünüz”.
Yo, aynı zamanda çok dindar takılırlar. Her yaptıklarının fetvası vardır. Defalarca hacca giderler; “business class”larda uçarak beş yıldızlı umre yaparlar. Üstelik cami cemaati de yakından tanır onları. Hoca “safları sıklaştırın” derken, yanlarındakinin de o çok kelli fellilerden olmasına özen gösterirler. Ne öyle, sıradan bir adamla omuz omuza duracak değildirler ya. Sabahları Eyüp’te namaz kılıp öyle gelirler saraylarına. Kahvaltıyı da secdedeki mütevazılıkla dalga geçercesine en pahalı yerlerde yaparlar.
Tevazu ve bilumum dini konuda bir sürü şey bilirler. Yığınla ayet ve hadis uçururlar konuşurken. Hayran kalırsınız görseniz. “Ah ne iyi adam be” dersiniz; “meğer ne çok şey biliyormuş; maşallah”.
En pahalı mobilyalarla tasarlanmış o kocaman makamlarına fukarayı çağırtıp, kendilerini tatmin edercesine, Karunca bir edayla bir zarf tutuştururlar ellerine. “Her zaman ihtiyaç duyulan” oldukları anlaşılabilsin diye az az verirler. Başkaları varsa o esnada daha da memnun olurlar. Fakirin el öpme çabasını da, alaycı bir gülümsemeyle geri çevirirler. Gururları yeterince okşanmıştır çünkü.
Çevrelerindekilerin gazına gelip kendilerini “dünyayı kurtaran adam” sanırlar. Azıcık iltifat edin “dolu gibi dökülür”ler.
“Ben de olmasam şu ahmaklar perişan olacaklar. Her yerde çalışanlarım bana minnet duymuşlardır. Sahi bak unuttum, yemeğe dışarı mı çıkalım buraya mı söyletelim? İstersen şoför bizi şöyle boğaza götürsün ha?”
Çaldıkları her minareye bir kılıf bulsalar da, kayıtlardaki halleri hiç de öyle durmuyor. İncir çuvallarını berbat etmekten öteye geçmiyor yaptıkları. “Kıldıkları namaz, namaz değil; yetmiş iki millet gelse elleri yüzleri yumulası değil.”
Bilmezler ki etraftakiler sadece maslahat icabı yalancı bir saygı gösterisi içindeler. O makamlar onları terk edip gidince, kendileriyle baş başa kalacaklar. Ne o şaşalı görüntüler, ne o zengin dostlar, ne de o dalkavuklar yörelerinde olacak.
Birilerinin onları gözetlediğini unutmuş gibiler. Kendilerine bile ait olmayan son model arabalarla asfaltları ağlatırken trafik polisine yakalanabilirler. Âlemden gelmiyor olsalar bile, farkında olmadan içlerindeki âlemi herkese gösterecekler. Olmadı; o kayıtlar “ötelerde bir yerde” vizyona girecek ve orda “eyvah ben ne yapmışım” diyecekler.
Ekmel GEÇER / İngiltere / Haber 7
ekmelgecer@yahoo.com
Yorumlar8