KOBİ'lere seksi çaycı da veriyorlar
- GİRİŞ09.12.2009 13:15
- GÜNCELLEME09.12.2009 13:15
Ekran Timi’nden Sinan Çetin’in yeni programına dair bir değerlendirme ve bir alkış.
Ezel’in senaristleri hiç bilgisayar kullanmamış mı? Ekranı kapatmak bilgisayarı kapatmak değildir.
Ekran Timi reklamlara taktı. Kredinin yanında seksi çaycı da veren banka reklamı
Bu banka ne iş yapar?
Televizyonlarda her gün kayıpları bulan, cinayetleri çözen programlar yapılıyor. Bu programlar ne kadar samimi? Çok da samimi olduğuna inanmıyoruz. Reyting yapmayan bir konu ikinci gün ‘Bu kız reyting yapmadı bir daha çıkarmayalım?’ denilerek vaka sonuçlandırılmadan bırakılırsa samimiyetini sorgularız.
14 yaşındaki bir çocuğu canlı yayında sorgulamak kimseye bir şey kazandırmaz.
Okan Bayülgün’in Mahmut Tuncer hayranlığı
‘Bir de’ bölümünde kısa kısa
Ekran Timi’nde bu hafta çarpıcı konular var. Bir solukta okuyacağınız bir yazı. Buyurun:
KOBİ’lere seksi çaycı da veriyorlarmış
Sık sık reklamlarla ilgili eleştiriler yazıyoruz. Eleştirilmeyecek gibi değiller ki. TEB’in ‘Kobi Engin Oldu Zengin’ reklamını izlediniz mi? KOBİ’lere yönelik çalışmada Engin Günaydın’ın canlandırdığı orta ölçekli esnaf, bankacıyla konuşurken çay istiyor. Çaycı abla çayı getirip başlarında beklerken, bankacının her yeni sözünde ‘Kobi Engin’ zenginlik belirtileri gösteriyor. Ofisi güzelleşiyor, kılık kıyafet değişiyor
En son zenginlik belirtisi ise çaycı ablada yaşanıyor. Çay getiren ablamız sarışın seksi bir çaycıya dönüşüyor. İç gıcıklayıcı bir sesle çay dedikten sonra Kobi Engin’e göz süzüp cilve yapıyor.
Reklam böyle de
Şimdi ne anlamamız gerekiyor bu reklamdan onu da bir açıklasalar çok sevineceğim. Parayı buldun mu alırsın işveli manken gibi bir çaycı mı demek istiyorlar? Yoksa ilgili banka krediyi al, seksi çaycı da bizden mi demek istiyor? Parayı bul gerisi gelir mi demek istediler? İyi niyetli yorumlamak mümkün değil
Ezel’de güldüren hata
Ezel’in 7 Aralık Pazartesi günü yayınlanan bölümünde bir sahne
Ezel’le Cengiz, Ali’yi gönderip ofiste konuşmaya başlıyorlar. Hışımla ofisten çıkan Ali bilgisayarların olduğu bir odaya giriyor. Odadaki kişiyi çıkartıp bir bilgisayarın başına oturuyor. Birkaç klavye hareketinden sonra bir bakıyoruz Ezel’le Cengiz canlı yayında
Ali, ikiliyi kameradan izlediği gibi dinleme de yapıyor.
Onlar konuştukça Ali bilgisayar başında sinirden küplere biniyor. En sonunda sinirinden bilgisayarın ekranını kapatıp ayağa fırlıyor. İşte bu nokta önemli; bir bilgisayarın ekranını kapatmak, bilgisayarı kapatmak anlamına gelmez ey senarist, yönetmen ve diğer sorumlu kişiler. Bilgisayarın ekranını kapattığınızda bilgisayardaki sesleri duymaya devam edersiniz. Teoride konuşmanın devamını duymamız gerekiyordu ancak bilgisayar ekranını kapatınca bilgisayarı da kapatmış saydık ve konuşmaları duyamadık. Ali sonra da bilgisayarın ekranını sandalyeyle kırarak öfkesini bilgisayardan alıyor.
Bu kadar eleştirmişken dizinin hakkını vermeden geçmek, emeği geçenlere haksızlık olur. Pazartesi izlediğim bölüm gerçekten de diyalogları başta olmak üzere oyunculuk, çekim, konu açısından mükemmeldi. Bu gidişle efsane diziler arasında yerini alacak. Yukarıda yazdığımız küçük hata da ‘kadı kızı kusuru’ olarak kalsın.
O bir çocuk
Geçtiğimiz günlerde Kanal 7’de Ebru ile Paylaştıkça programına bir çocuk konuk olmuştu. 14 yaşındaki kız, arkadaşıyla evden kaçtıktan sonra ailesinin programa başvurması sonucu bulunmuş ve ailesine teslim edilmiş. Aile de programa katılarak yaşananları aktarıyor. Fakat çocuğa sorulan sorular gerçekten yüz kızartıcı. Başını öne eğmiş konuşmaya dahi utanan çocuğu canlı yayına çıkartıp en özel soruları sormak hiçbir şekilde açıklanamaz
Bu yayın kimseye örnek olmayacağı gibi, genç bir kızın geleceğini de karartacaktır. Bunu hiç düşünmediniz mi?
Sinan Çetin’le Film Gibi tadında Hayat Sineması!
Sinan Çetin bir dönem ekranların fenomeni hale gelen yapım Film Gibi’de zamanında birçok evliliği kurtarmış, birçok küsü barıştırmıştı binlerce tv izleyicisinin karşısında. Oldukça duygusal sahneler, ağdalı müziklerle ve slow motion karelerle adeta televizyon izleyicisine ekran başında yepyeni bir deneyim yaşatmıştı ve seyircide yiğidin hakkını yiğide vererek bu formatın müptelası olmuştu. Sinan Çetin sinemacı kimliği olduğu kadar Film Gibi ile ekranda da başarısını kanıtlamış hem ekranlara kazandırdığı yepyeni formatıyla hem de televizyonculuk adına gösterdiği başarıyla isminden uzun süre söz ettirmişti. Film Gibi’den sonra birkaç kez daha kısa süreli ekran deneyimleri oldu Sinan Çetin’in.
Aslında adlarından söz ettirdiler de, ama ilklerin başarısının üzerine çıkmak her zaman zor olmuştur. Sinan Çetin için de ilk programında gösterdiği başarıyı yeni formatlarla yeniden göstermek zor oldu ve programları bu kez kısa süreli oldu. Ne de olsa zaman geçiyor devir değişiyor ve beğeniler de farklılaşıyordu. Ardından yapımcılık haricinde bir süre ekrana ara veren Sinan Çetin bu hafta yine yeni bir programla televizyon izleyicisine merhaba dedi; Hayat Sineması. Uzun süredir sinemada ağır aksak olsa da reklamcılıkla daha çok meşgul olan Sinan Çetin bu kez yine Film Gibi tadında, Hayat Sineması adlı yeni programıyla pazartesi akşamı Kanal D’de idi. Uzun süredir ekranda tanıtımlarının döndüğü Hayat Sineması ilk programda beni çok yanıltmadı. Genel olarak beklediğim bir program olmuş.
Prime time ikinci kuşakta yayınlanan Hayat Sineması aslında içerik olarak Film Gibi ile hemen hemen paralel. Yani yeni bir şey yok diyebiliriz o anlamda. Ama uzun yıllar başarısından söz ettirmiş ve birçok benzerinin de yapıldığı ve hala da denendiği başarısı ortada bir format varken ve ortada denenmiş ve reyting almamış projeler köşede atılmış dururken bir risk daha almayı göze alamamış Sinan Çetin belli ki. İçerik olarak yine bitme noktasına gelmiş ilişkileri masaya yatıran ve onlara son bir şans vermeyi amaç edinen programda konunun işleniş biçimi diğerinden daha kurmaca ve karmaşık şekilde ele alınmış bu kez.
Ancak bu kurgudaki karmaşa ekrana yine de belli bir bütünlük olarak yansıyor ve ağlak müziklerden, ağır çekim dramatik dilden uzak daha hayatın içinden ve daha gerçekçiydi sanki Hayat Sineması eskisine nazaran. Sinan Çetin’de bu kez ekran karşısında iki kişiyi oynatıyordan ve bir sinema yönetmeninden ziyade iki evladı arasında arabuluculuk yapmaya çalışan şefkatli bir baba edasındaydı. Hani neredeyse ekranda izlediğini bir tv programı ve yayınlanan şeyin de neticede bir şov olduğunu bilmese ve işin ucunda kıran kırana süren bir reyting savaşı olduğunu bilmese insan, onlarla birlikte kaptırıp gidecek kendini. Ama ne var ki ortada ciddi bir yarış var.
Sinan Çetin bu nedenle işi şansa bırakmamış ve bunda da doğrusunu yapmış. İlk programda programın 23: 00 civarı yayına girdiğini de işin içine katarsak toplam izleyicide 15. ve AB gurubunda da 8. sıradan giriş yapmış reyting listelerine Hayat Sineması. Ekranların dizilerden geçilmediği ve saniye saniye parsellendiği bir ortamda bence büyük bir başarı. Bakalım Hayat Sineması bu başarıyı daha yukarılara taşıyacak ve ekranda uzun süre tutunabilecek mi? Bence kadın kuşaklarındaki pespaye aile ilişkilerinden sonra insanların içlerine umut eken bu format aralarından sıyrılıp çıkacak gibi. Bekleyip göreceğiz
Televizyonlarda “Jaws” var! Ama ekran arkasında...
Aslına bakarsanız bazen bu yazıları yazmaktan sıkılıyorum. Bazen güzellikleri de yazmak istiyor insan. Ama o kadar az ki
Uzun zamandır ekranlar iyice kirlendi. RTÜK ya yetişemiyor ya da göremiyor. Toplum da üzerine düşeni yapmıyor. Koyun psikolojisi öyle yerleşmiş ki, kimse hiçbir şey için kılını kıpırdatmıyor.
TV yönetici ve yapımcılarına gelince. Ben artık onların birer Jaws olduğuna karar verdim. Reyting uğruna insanlıklarını unutuyorlar bazen. Şimdilerde kayıpların ve meçhul cinayetlerin konu edildiği programlar çok moda. Müge Anlı ile başlayan bu furyaya Seda Sayan, İkbal Gürpınar gibi isimler bile katıldı. Uzun süre ara veren Serap Ezgü ekranlara geri döndü. Niçin? Müge Anlı sabahın köründe çok seyrediliyor. O zaman neden diğer yapımcı ve TV’ler bu pastadan pay almasın öyle değil mi? Hatta var olan bazı programlar da formatlarını bu yönde değiştirdiler.
İlk bakıldığında güzel bir iş yapıyorlar gibi geliyor. Polisin tüm çabalarına rağmen, aylarca hatta yıllarca bulunamayan kayıplar bulunuyor, çözülemeyen cinayetler çözülüyor. Ama bunun yeri TV ekranları mı? Tartışılır
Geçen haftalarda Müge Anlı’nın programında bir cinayeti detaylarıyla anlatması olay olmuştu. Geçen günlerde de Ebru Gediz’in 13 yaşındaki bir kız çocuğunu ekrana çıkarıp sorgulaması ve afişe etmesi eleştiri konusu oldu. Ben bu kadarla da kalacağını sanmıyorum. Daha neler olacak kim bilir?
Bu tür programların yapımcılarından birini tanıyan bir arkadaşım anlattı. Ondan aynen aktarıyorum. Bir gün önce yayınlanan programın reyting kritiğini yaparlarken yapımcının ağzından şu sözler döküldü. “Bu kız iyi iş yapmadı, bir daha almayalım programa!” Dehşet içinde kaldım ve yüzüne de söyledim. “Şu söylediklerin çok korkunç! Bahsettiğin kayıp bir kız ve ailesi bütün umudunu size bağlamış. Sen ise reyting yapmadı diye bir daha almayalım diyorsun.” Önce durakladı ve sonra “Ne yani bana vicdansızsın mı demek istiyorsun?” dedi.
Bunun üstüne yorum yapmaya gerek var mı? Düşünün artık!...
VJ Bülent işsiz kalmışmış
Bu ülkede işsizlik oranı zaten çok yüksek. Ve evine ekmek götüremeyen, açlıktan ölen o kadar çok insan var ki. Üstelik de sırf birilerini yok etmek uğruna insanların yardım etme duygularını da körelttiler. Sadece birine değil tüm yardım kuruluşlarına güveni sarstılar.
Bunu yapan medyanın TV’leri, artık yüzünü görmekten sıkıldığımız bir VJ’i işsiz kalmış diye bir o kanalında bir bu kanalında program program gezdiriyor. Üstelik bu VJ o korkunç sesiyle şarkı bile söylüyor. Hatta şarkı söylerken gömleğini kaldırıp göbeğini göstererek dans ediyor. Üniversite öğrencilerinden oluşan seyirci de çığlıklar atıp alkışlıyor. Şimdi biz bu adam işsiz kalmış diye üzülelim mi? Anlayamadım ben!!!
Okan Bayülgen’in Mahmut Tuncer hayranlığı
Okan Bayulgen hemen hemen her hafta medya arkasına Mahmut Tuncer’in programından bir bölüm koyuyor ve her seferinde total izleyicide bizi geçen program diyor. Sonunda Mahmut Tuncer’in kendisini konuk etmiş Disko Kralı’na. Benim açtığımda Mahmut Tuncer elindeki kağıtlardan bir şey okumaya çalışıyordu. Daha sonra anladım ki diğer konuk Cezayir kökenli, Fransız müzisyen Enrico Macias’ın Türkçe’ye uyarlanan şarkılarından birini söylemeye çalışıyor. Ama ne mümkün? Neyse biraz zorladı bir şeyler çıktı. Ama asıl komik sahne, başka bir şarkıyı daha kağıttan okumaya çalışırken Enrico Macias’ın Mahmut Tuncer’in yanına gelerek onunla birlikte Türkçe okumasıydı. Doğrusu Mahmut Tuncer’i seyrederken bu kadar eğleneceğim aklıma gelmezdi
Bir de bu bölüm var...
Bir de
Bir de bu bölüm var...
Bir de
Terör belasına 7 şehit daha verdiğimiz günün gecesinde Flash TV’ye Türkiye’nin gerçeklerinden uzak olarak yaptığı bol türkülü eğlenceli Ceylan Show’undan dolayı sitemlerimi iletiyorum. Aynı günün sabahında yaptıkları duyarlı yayından dolayı TRT’yi ise canı gönülden kutluyorum. TRT bir kez daha gönlümü fethetti.
Bir de
RTÜK son toplantısında Bir Şarkısın Sen yarışmasını oylamış ve programın yine yayınını sürdürmesine karar verilmiş. Küçücük kızların kanto söyletilerek ekranda dansöz gibi oynatılmasına olur verilmiş
Bir de
Ezel dizisi için iki haftadır senaryosu çalıntı söylentileri aldı başını gidiyor. İyi de zaten dizi daha proje aşamasında iken Monte Kristo Kontu’nun hikayesinden esinlenilerek oluşturulmamış mıydı ve zaten öyle de lanse edilmemiş miydi? Ben mi yanlış hatırlıyorum. Dizi yapımcıları bu söylentilerin önüne belki en başta dizinin jeneriğine bu esinlenmeye işaret eden bir ibare koyarak geçebilirdi.
Bir de
Ya Şimdi Ya Hiç programına bakanınız var mı acaba? Peki Kral TV’den kovulan DJ Bülent’in programdaki haline anlam verebileniniz var mı? Ben veremedim de.
Bir de
Başarılı televizyoncu Cüneyt Özdemir kendisine yapılan Anchormanlık tekliflerini daha yaşım genç diye kabul etmiyormuş Saba Tümer’e öyle söyledi. Gerekçesi de bu ülkede gençlerin sözü dinlenmiyormuş. Doğrudur, gençlerin sözü dinlenmediği için hala darbeler savunuluyor anchormanlarımızın bizzat ağzından haber bültenlerinde. Belki Cüneyt Özdemir gibi genç beyinler tarafından o koltuklar doldurulsa belki bugün Türkiye çok daha farklı konuları tartışırdı.
Biz yazının mürekkebi henüz kurumadan okurumuz Serkan Savcı da gözüne ilşen bir garipliği aktarmış.
Biz yazının mürekkebi henüz kurumadan okurumuz Serkan Savcı da gözüne ilşen bir garipliği aktarmış.
Hızlıca ekleyelim dedik:
Bilinmeyen numaralar servisi evin durumunu da bildiriyor
Kurtlar Vadisi Pusu’nun 72. Bölümünde Polat Alemdar ‘Yıldız’ın evini arıyor. O sırada telefon dikkatini çekiyor ve son aranan numaraya bakıyor. Önce numarayı çevirip bir süre telefonda bekliyor. Telefon açılmıyor. Ardından 11811'i (bilinmeyen numaralar) arayarak bu numaranın adresini öğrenmek istiyor. Telefonu kapattıktan sonra Memati'ye dönüp ‘Bu telefon numarasının olduğu ev bugün yanmış’ diyor.
11811'in böyle bir hizmeti var da biz mi bilmiyoruz. Aradığımız adreslerin başına ne hal geldiğini söyleyen bir servisimiz varmış da haberimiz yok
Bu bilgiyi paylaşan Serkan Savcı'ya teşekkürler...
Yorumlar8