Dürüst bir ses; nihayet!..
- GİRİŞ21.06.2013 08:52
- GÜNCELLEME21.06.2013 08:52
Meselenin başlangıcı ve devamında, gerçekte neler olup bittiği ve bütün bunların nihai olarak ne gibi hedefleri olduğu konusunda bilgi sahibi oldukları kesin olan çevreler; yaşananların vandallık tarafını yok farz etmeyi ve normal şartlar altında vazifelerini yapan güvenlik güçlerini suçlamayı sürdürüp durdular hep. Dahası, yöneticilerin yapmaları gerekeni yapıyor olmalarını da, affedilmez bir durum olarak değerlendiriyorlardı.
Şöyle diyebiliriz: Taksim Gezi Eylemleri başlayıp, her nasılsa yapılan ilk provokasyon sonrası olaylar yayılmaya başladığında, güvenlik güçlerinin kanunsuz iş yapan; etrafı yakıp yıkarak yağmalayan, araçları tahrip eden kalabalıklara mani olmaması gerektiğini düşünüyordu birileri. Emniyet yetkilileri, valiler ve dahi Bakanlar ve galiba esas olarak Başbakan da, tepkiler sebebiyle iş yapılamaz hale gelindiğini kabul edecek ve yelkenleri indirecekti, hesaba göre.
Ya da olayların çıkması için şartları hazırlayanlar her kimler ise ve onlar her ne arzu ediyorlarsa, bunun kabul edilmesi gerekecekti herhalde.
Şaka gibi… Ama olup bitenleri sakin bir kafayla değerlendirdiğinizde, meselenin bundan başka izahı da yok…
Böyle bir şeyin pek akıl işi olmadığı, malum. Ancak internete girip gazeteleri bir gözden geçirirseniz, olayları tasvip ve hatta teşvik edenlerin yaptığı açıklamalarda sürekli olarak aynı tezi işlediklerini görürsünüz. Yani masum eylemcilere(!) iyi davranılması, mani olunmaması, gözaltına alınmamaları, sonrasında haklarında takibat yapılmaması… gibisinden akıl ve mantık dışı talepler…
Sadece içerdekiler olsa, mesele yok. Her nasılsa konuya müdahil olan ABD, AB ülkeleri ve başka bazı ülke sözcüleri tarafından yapılan açıklamalar da, nerdeyse aynı tornadan çıkmış gibi.
Gelişmeleri kaygıyla izlediklerini, iktidarın daha anlayışlı davranması ve eylemcilerin taleplerini mutlaka değerlendirmesi gerektiğini… vurgulayan ve aslında pek de diplomatik olmayan açıklamalar…
İlgi çekici olan, bu açıklamaların geldiği ülkelerin hemen tamamında yakın zamanda gerçekleşen toplumsal gösterilerin sert ve bazılarında da can kayıpları ile neticelenen polis müdahaleleriyle durdurulmuş olması.
Türkiye'deki olaylarla ilgili tavırlarını, sadece ‘Doğu için iyidir' mantığı ile açıklamak mümkün olmadığına göre, batı tarafından acele tarafından gönderilen açıklamaların, kıyısından köşesinden de olsa, kurulmak istenen tezgaha destek niyeti taşıdığını söyleyebiliriz…
Bütün bu hengame içerisinde, Prof. Dr. Halil Berktay'ın kaleme aldığı bir yazı, evinin çevresinde birkaç saat içerisinde meydana gelenleri özetliyor olsa da, aslında neler olup bittiğini anlayabilmek açısından mükemmel bir yazı.
Prof. Berktay, “16 Haziran 2013, Pazar: Saat 17-20 arası Nişantaşı, Vali konağı” şeklinde başladığı yazısında özetle şöyle diyor:
“… Evde kapalıyız… Valikonağı'nın, Nişantaşı kavşağından başlayarak aşağıya, Ihlamur inişine doğru uzanan yaklaşık 200 metrelik kesimi ve yan sokakları üzerinde, saat kabaca 17-20 arasındaki bütün olaylar gözümüzün önünde, ayaklarımızın altında cereyan etti…
Teşvikiye caddesi üzerinde, Teşvikiye Camii tarafından gelen kalabalık protestocu grupları, polis grubunun önünden sloganlar atarak geçtiler ve hiçbir müdahale olmadı… Geldiler, biriktiler, sıklaştılar ve Nişantaşı dörtyol ağzına kadar yürüyüp, oradaki polis barikatının dibine kadar girdiler. Belki 2000 kadardılar. "Bu daha başlangıç, mücadeleye devam" sözleriyle, 15 Haziran sabahı saat 10 açıklamasından sloganlar atıyorlardı. Polisle burun buruna geldiler… Derken polis biber gazı atmaya başladı… Büyük kitle, kaçıştığı yan sokaklardan bir daha çıkmadı ve oradaydıysa bile, görünmez oldu…
Hep aynı 5-6 kişilik, baretli ve gaz maskeli grup, sapanlarıyla bilye atmaya ve aynı zamanda, "hepiniz o.... çocuğusunuz" ve "gelin de hepinizin a...'nı s...lim" gibi şeyler bağırmaya başladılar… Hemen her şey, polisi kızdırıp saldırtmak üzerine kuruluydu…
Gözlemlerimi net özetleyeyim. (1) Polisin bütün mevzilenişi, kimseyi Nişantaşı kavşağının ötesine geçirmemek, Taksim'e ilerlemelerine olanak vermemek üzerineydi. (2) Polisin, protestocuların fazla ilerlemesini önlemek için zaman zaman gaz fişeği atmak dışında bir güç kullanmama talimatı aldığı çok açıktı ve nitekim öyle de davrandılar. Benim görüş alanım dahilinde, cop kullanmadılar, kimseye başka şekilde de vurmadılar, kimseyi gözaltına almadılar. Hatta yan sokaklardan birisi üzerlerine yürüdüğü ve küfrederek itip vurmaya kalkıştığında bile, sadece geri itmekle yetindiler; hiçbir karşılık vermediler. Oysa o kişinin yaptıkları (veya karşı apartmandan bir hanımın ettiği, kızımı "baba, Nişantaşı'nda Atatürkçü olmayan herhalde bir tek biz varız" demeye sevk eden küfürler) derhal tutuklanmalarına yeterdi de artardı bile.
BU ÖLÇÜLER İÇİNDE, aşikâr olan, bütün saldırganlık ve şiddet inisiyatifinin eylemcilerden geldiğiydi. Artık Taksim'e ulaşmak ve tekrar işgal etmek diye bir umutları da yoktu; sadece ve sadece, nerede ve ne ölçüde olursa olsun polisle çatışmak istiyorlardı. Belki bir kısmı için bu, AKP'yi devirmek gibi bir hedefe bağlıydı…
Ben bıktım artık. Bir solcu ve bir demokrat olarak, on yıllardır sol adına söylenen yalanlardan bıktım. "Kol kırılır yen içinde" anlayışından bıktım. Bütün oportünist faydacılıklardan bıktım. Geçmişte ve bugün, benim kendi kuşağımda ve şimdi kuşaklarda, maksimalist boyölçüşmeci, saldırgan ve şiddet kullanan kesimlere "masum gençlerdir" veya "barışçıl protestoculardır" veya "meşru savunma halindedirler" diye kol kanat germekten bıktım -- vakti zamanında bana ve bizlere kol kanat gerilmiş olmasından da, şimdi başka gençlere kol kanat germeye çağrılıyor olmaktan da bıktım ve utanıyorum.
Günlerdir okuduğum "polisin inanılmaz vahşi saldırıları" teranelerinin (ki yok böyle bir şey; polis kullanabileceği şiddetin belki en fazla yüzde 10-15'ini kullanıyor) yanı sıra, eylemcilerin şiddetinden zerrece bahsedilmemesinden bıktım ve utanıyorum. Sürekli kriz ve sürekli çatışma mantığıyla her türlü şiddeti davet edenlerin, sonra da "anne polis beni dövdü" havasıyla himaye aramasından (ve bazılarının da solculuk gereği veya iktidar düşmanlığı gereği onlara bu himayeyi sunmasından) da bıktım ve utanıyorum.”
Halil Berktay'ın yazısının tamamını okumanızı öneririm…
Ekrem Kızıltaş - Haber7
ekremkiziltas@gmail.com
Yorumlar1