Sırada neler var?..
- GİRİŞ24.10.2015 10:02
- GÜNCELLEME25.10.2015 08:35
İletişim gelişmemişti ve zaten 163. Madde tepede hemen inecek bir kılıç gibi dururken, söylenenlere inanmamak gibi bir lüksümüz de yoktu.
Televizyonlarda yayımlanan yabancı dizilerde kiliselerde kıyılan nikahları görmeye başladığımızda değilse de, seçildiklerinde İncil üzerine el basarak yemin eden batılı ülke parlamenterlerini gördüğümüzde kafamız karıştı. Dahası, bazı batılı ülkelerde Müslüman milletvekillerinin de Kur’an-ı Kerim üzerine el basarak yemin ettiklerini anlayınca, laikliğin hiç de bize anlatıldığı gibi olmadığı gerçeğine uyandık.
Laikliği evrensel anlamına aykırı olarak bir baskı aracı olarak kullanma sevdası 90’lerde zirve yaptı. En ufak bir dini belirtinin bile ‘irtica’ olarak yorumlanmaya çalışıldığı o günlerde, ‘demokrasi ile laiklik aynı anda denize düşecek olursa önce hangisinin kurtarılması gerektiği’ tartışmaları revaçtaydı. Bu sorunun doğru cevabı da, tabii olarak önce laikliğin kurtarılması gerektiği şeklindeydi. Bu cevap verilirken, ‘hem zaten demokrasinin biraz yüzme bildiği’ gibisinden bahanelere de gerek yoktu. 163 tarihe karışmış olsa da, yerine nur topu gibi bir 312. Madde’miz olmuştu.
Bütün bu tezgahların aslında yapılan -ve yapılmak istenen- soygunları maskelemek için kurulduğunu, üzerimizden geçen 28 Şubat silindiri sonrasında anladık. İyi olan tarafı, anlayan sadece biz değildik. Ağır bir ekonomik fatura ile karşılaşan Milletimizin büyük bir bölümü de meseleye uyanmıştı.
Ve köprünün altından epey sular aktı. Kendilerini ülkenin tartışmasız hakimi olarak kabul edip, özgürlük kokan Anayasa ve kanun maddelerinden bile yasaklar ihdas edenler, ülkenin yönetimini gerçek sahiplerine teslim etmek durumunda kaldılar.
Tabii ki bu geçiş kolay ve sancısız gerçekleşmedi. Atılmaya çalışılan her adım, içte ve dışta müthiş bir dirençle karşılaşırken, zinde kuvvetleri devreye sokma çabalarına da sıkça şahit olundu. Bazılarını bildiğimiz, bazılarından şüphelendiğimiz ve bazılarını da hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz girişimlere rağmen, Türkiye epeyce yol aldı.
Sistemi ayakta tutabilmek için oluşturulmuş vesayet odaklarının tecridi bir şekilde tarihe havale edilmesi sırasında en yüksek gürültünün, gayrimeşru hükümranlıklarını bu odaklar sayesinde sürdürenlerin bulunduğu mahfillerden geliyor olması şaşırtıcı değildi.
Hiçbir zaman mücadeleyi bırakmayan ve bırakmayacakları da bilinen bu odaklar, şimdi de devrede. Pençeleri tamamen olmasa da büyük çapta söküldüğü için, şimdi ağırlıklı bir biçimde algı operasyonları ile uğraşıyorlar.
‘Madem ki bizden ve bizim gibi değil, o halde saldıralım’ temalı algı operasyonlarının hedefinde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Hükümet ve gelişmeleri milli pencereden görüp yorumlayan medya organları var. Asıl vahimi ise ‘madem bizim kontrolümüzde değil, o halde olmasa da olur’ mantığı ile yürütülen algı operasyonlarının hedefinde, doğrudan doğruya güvenlik güçlerinin, yani devletin olması.
Saldırılar ardı arkası kesilmeden sürüyor. Ve bütün gelişmeleri mütevekkil bir tavırla izleyip değerlendirmelerini yapan insanımız, pervasızlıkta ve utanmazlıkta sınır tanımayan saldırganların daha neler yapabileceğini merakla bekliyor: Günü gelince cevabını layıkıyla verebilmek için…
Yorumlar2