Namaz değil, Kur'an okutmak yasak!
- GİRİŞ02.05.2012 09:30
- GÜNCELLEME02.05.2012 09:30
Kendilerine yakışmayacağını düşündükleri için olsa gerek, özür dilemek yerine, vaktiyle yapılmış binlerce yanlışa bahane bulmaya çalışıyor ve böyle yaptıkça da daha derine batıyorlar.
Bahsi edilen dönemde olup bitenlerin haddi hesabı olmadığı gibi, makul ve mantıklı bir izahı da yok.
Satılan, kiraya verilen, yıkılıp yerine işyeri, ev, ya da başka binalar yapılan binlerce camiden bahsedilirken; CHP’liler, istisnai durumu olan birkaç camii hikayesi bulup, onlar üzerinden ümitsizce savunma denemelerine girişiyorlar. Bunun yerine: “O dönemde yapılanlar yanlıştı” diyebilmeyi düşünmüyor olmaları, ilgi çekici bir durum.
Dahası da var; partilerinin yakın tarihlerine bakarak, mesela 70’li yıllarda Ecevit’in yapmaya çalıştıklarını hatırlasalar en azından belki onlar için daha iyi olacak.
Ancak olmayınca olmuyor işte.
Olmuyor diyoruz ya; kim bilir, belki de oldurulmuyordur…
Oldurmayan da ‘Ol!’ dediğinde her şeyi oldurandır muhakkak.
Konu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından gündeme getirileli beri, doğrudan ya da dolaylı olarak yaşadıklarını aktaran birçok insan var.
O insanların aktardıkları, insan olanın insan olana yapabileceği şeyler değil.
Bunların bizim dilimizdeki karşılığı ‘zulüm’dür.
O zulümleri yapanların, hayatlarında neler yaşadıklarını bilmiyoruz. Mematlarında neler yaşayabilecekleri de, hayal gücümüzü aşar.
Şimdiki CHP’liler, özür dilemeyi düşünmek yerine, geçmişte yapılmış zulümlere kılıf bulmaya uğraşıyorlar…
Ahmet Muhtar Büyükçınar Hocaefendi’nin hatıralarından oluşan ‘Hayatım İbret Aynası’ isimli bir kitabı var.
1920 doğumlu olan Büyükçınar Hoca, 1940’ta Gaziantep Şeyh Camii’nde yaşanan bir olayı şöyle aktarıyor kitabında:
“Sabah saat altı sıralarında derse başladık. (…) Kitaplarım, büyük bir kitaplığı doldurmuş, bir sandık dolusu da sağ tarafımda duruyordu. (…) Ders esnasında yüreğime bir sıkıntı geldi. (…) Devamlı yanımda kalanlardan Mehmed Said’e, o gün gelen bir talebemi okutmasını söyleyip hücreden uzaklaştım. Ben ayrıldıktan birkaç dakika sonra polisler hücreyi basar, çocukları suçüstü yakalarlar. (…)
- Hocanız nerede?
- Hocamız yok, ben bu arkadaşıma Kur’an öğretiyorum.
- Kuran okutmanın yasak olduğunu bilmiyor musunuz?
- Polis amca, namaz kılmak yasak mı?
- Ben size namaz kılmak yasak demiyorum. Kur’an okutmak yasak diyorum.
- Kur’an bilmeden namaz kılınır mı?
- Karakola gidip dayak yemeden söyleyin. Burada Muhtar Hoca varmış. Söyleyin nerede, hangi saatlerde okutuyor; hocanızın çok da kitapları varmış. Gösterin, nerede kitaplar?
Çocuklar polisin son sorusuna hayret ederler, korku ve heyecanlarından bir şey söyleyemezler. Karşılarında kocaman kitaplığı, gözlerinin önünde duran rengârenk sıra sıra dizilmiş kitapları göremiyorlar. (…) Kitap dolu sandığı açıp içine bakacakları yerde, sandığın ucunu kaldırıp altına bakıyorlar. Çocuklar sustukça polisler kızıyor, sıkıştırıyor. Nafile. Ne onlar söylüyor ne de bunlar karşılarındaki kitapları görebiliyorlar. Daha doğrusu, Allah onlara kitapları göstermiyor. Sadece resmî makamdan gelen hutbe kitabını, çocukların okuduğu Kur’an alfabesini ve çocukları alıp karakola gidiyorlar. Komiser de çocukların ağzından inandırıcı ifade alamayınca “Üçüncü defa da hocanız kaçmayı başardı. Elimizden kurtulamayacak. Erinde geçinde onu mutlaka yakalayıp cezasını vereceğiz. Kitaplarını da yakacağız.” diye tehdit ederek çocukları salıverir.” (Hayatım İbret Aynası, C.1, S.259, Kaynak Yayınları)
Ne diyorduk, bazı şeylerin olmuyor oluşunun, oldurulmuyor oluşu ile bağlantılı olabileceği ihtimalinden bahsediyorduk.
A. Muhtar Büyükçınar Hoca’nın oda dolu kitabını baskın yapan polislere göstermeyen kudret, zulüm taraftarı olup ona kılıf bulmaya uğraşanlara da doğruyu göstermiyor işte…
Ekrem Kızıltaş-Haber 7
Yorumlar2