Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz!

  • GİRİŞ23.05.2012 09:15
  • GÜNCELLEME23.05.2012 11:41

Hani tam da meşhur sözde olduğu gibi: Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz! dedirten bir durum.

Ergenekon duruşmalarında, o dönemlerde Ecevit’in koruma Müdürlüğünü yapan Recai Birgün’ün anlattıklarına bakılırsa; Bülent Ecevit’i başbakanlıktan -her nedense- uzaklaştırmaya karar veren ekip, tedavi ediyor görüntüsü altında, dönemin başbakanı olan kişiyi iş göremez hale getirmeye çalışmış.

O dönemde kısa bir tedavi ile ayağa kalkabilecek halde olduğu anlaşılan Ecevit, güya kendisini tedavi etmek için uğraşan hekimlerin tedavi metotları ile, nerdeyse sürekli yatalak hale gelmek üzere imiş.

Tabii senaryonun tedavi bölümü bu şekilde başarı(!) ile yürütülürken, öbür yandan da başka birileri devreye girer ve  ‘Ecevit’in başbakanlık görevini yapamaz halde olduğu, kendisine mutlaka vasi tayin edilmesi gerektiği’ iddiasıyla mahkemeye müracaat ederler.

Ancak yalanlar üzerine inşa edildiği anlaşılan tedavi metotlarındaki garipliklerin farkına varan çevresindekilerin uyanıklığı sayesinde, tedavinin sürdürüldüğü hastaneden uzaklaştırılan ve tanıdık başka hekimlerin tedavisi altına giren Ecevit’in, kısa bir süre sonra ayağa kalktığı gibi işinin başına da dönebildiğini biliyoruz.

2002’de başına bu işler gelen Bülent Ecevit, Kasım 2006’ya kadar sağlıklı bir şekilde hayatını sürdürdü.

O zamanlarda, üstü kapalı olarak ifade edilmeye çalışılan, Ecevit’in tedavi ediliyor görüntüsü altında iş göremez hale getirilmeye çalışıldığı iddiaları, şimdilerde açıkça konuşulup doğrulandığında, bir zamanlar ne gibi şeylerin yaşanmış olduğunu öğreniyoruz.

Olayın meydana geldiği yer Türkiye’nin belki de en çok tanınan hastanelerinden birisi ve olaya konu olan şahıs da bir Başbakan!.. Kenar mahallelerden birisinde bulunan sıradan bir hastanede tedavi edilmeye çalışılan sıradan bir insandan bahsetmiyoruz.

Durum ne kadar vehamet kesbederse etsin, hiçbir zaman olmayacağını düşündüğünüz şeyler vardır hani. Tuzun kokmayacağına olan inanç gibi bir şeydir bu; bir şekilde, tuzun da zaman zaman kokabileceğine dair örnekler yaşanır belki, ama yine de esas olarak tuz kokmaz.

Ancak görülüyor ki, kapıldıkları hırs sebebiyle gözleri başka bir şey görmez hale gelmiş olan birileri; aklı başında insanların kesinlikle yapılmaması gerektiğini düşünecekleri işleri yapmakta herhangi bir beis görmemişler.

Yani tuz asıl olarak kokmasa da, en azından bu kadar kesin olması gereken başka bazı hususlarda akıl almayacak dejenerasyonlar yaşanmış.

Malum, mesleği hekimlik olan birisinin, kendisine muhtaç olan herhangi bir insana gücünün yettiği kadar yardımcı olarak onu sağlığına kavuşturmaya çalışacağı düşünülür. Hatta iyileştirmek durumunda olduğu insan can düşmanı olsa bile.  Ve bu genel olarak böyledir de.

İstisna olarak, herhangi bir hekimin bir kötülüğe niyet edip hastasına bunu uygulamaya kalkması mümkün olabilse bile, aynı mesleğe mensup çok sayıda insanın, kendilerine teslim edilmiş bir hastanın iyileşmemesi için çalışmaları ve bunu aylarca denilebilecek bir süre ısrarla sürdürmüş olmaları, ‘kesinlikle olmaz, yapmazlar’ denilebilecek şeylerdendir. Ama anlatılanlara bakılırsa yapmışlar işte, hep beraber!

Bir anlamda tuzu da kokutmuşlar yani.

Ecevit’in ve çevresindekilerin yaşadıkları, o dönemde ve daha öncesinde yaşananların bir aynası gibi aslında. Sonrasında bu türden gayretlerin eksik olmadığı da, hepimizce biliniyor.

Ne diyorduk? ‘Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz!’

Ekrem Kızıltaş - Haber 7

ekremkiziltas@gmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat