Sizce hangisi daha vahim?
- GİRİŞ25.05.2012 09:04
- GÜNCELLEME25.05.2012 09:04
Bülent Ecevit’in başbakanlık yaptığı sırada rahatsızlanıp Başken Üniversitesi Ankara Hastanesi’ne kaldırılmasından sonraki süreçte yaşananlara dair, o dönemki koruma müdürü DSP eski milletvekili Recai Birgün’ün anlattıkları, malum.
Rahatsızlığı sebebiyle 4 Mayıs 2002’de hastaneye kaldırılan Ecevit’in tedavisi sırasında, iyileşme yerine durumunun büsbütün kötüleşmesi söz konusu olmuştu. Bir süre sonra eşi Rahşan Ecevit tarafından hastaneden çıkartılarak evine götürülünce sağlık durumunda gözle görülür bir düzelme olan Bülent Ecevit, 3 Kasım 2002 erken genel seçimlerine kadar başbakanlığı sürdürmüş, Kasım 2006’da vefat etmişti.
Oldukça karmaşık olayların yaşandığı anlaşılan o günlerdeki bu tedavi meselesinin; bir ‘iş göremez raporu’ temin edilerek, Bülent Ecevit’in başbakanlıktan indirilmesine yönelik bir operasyon olduğu, o zamanlarda sadece üstü kapalı olarak iddia edilse de, şimdilerde daha güçlü bir şekilde dile getirilen bir husus.
O dönemde Sabah Gazetesi ekibinde iken, şimdilerde Vatan Gazetesi’nde yazan Selahattin Duman, dünkü 23 Mayıs 2012 tarihli yazısında, konuya değişik bir açıdan yaklaşmış.
Duman, ‘Bülent Ecevit’e tıbbi suikast yapıldı mı?’ Başlığını taşıyan yazısında: “Ecevit’e neredeyse “tıbbi suikast yapıldı..” noktasına getirilen iddialar ve buna bağlı zorlamaların “insan aklına suikast” olduğuna eminim..” diyor.
İlkokul çağında iken çocuk felci geçiren ve hekim olan babasının ihtimamı sayesinde ayağa kalkan Ecevit’in, sonraları normal bir hayatı olduğunu, ama çocuk felci sendromlarının ‘yaşlandığında tekrar kendisini göstermeye başladığını’ söyleyen Duman, o dönemde Ecevit’in hakikaten hasta olduğunu, bunun kamuoyu hariç herkesçe bilindiğini, şöyle ifade ediyor:
“Kamuoyu bilmiyordu ama biz biliyorduk.. Yüksek devlet erkânı biliyordu.. Komutanlar biliyordu..
Rakip siyasi partilerin üst yönetimleri biliyordu.. Kor diplomasi biliyordu.. Bürokrasi biliyordu.. MİT biliyordu, polisin tepesindekiler biliyordu..
Akli melekeleri zayıflamış, fiziği yavaşlamıştı.. Zorlukla yürüyordu.. Olayları birbirine karıştırıyordu.. Tıbbın deyişiyle “demans” başlamıştı..
Üç yardımcısı vardı..
Kendi partisinden Hüsamettin Özkan.. Koalisyon yaptığı partilerin liderleri olan Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli..
Onlar da “siyasi istikrarın devamı..” adına Ecevit’in bu durumunu kabullenmişlerdi..”
Devlet erkanı, Koalisyon ortakları ve yakınları, ‘siyasi istikrarın devamı için’ bu durumu kabullenirken, akıllara gelebilecek, ‘böylesi bir durumu bilen medya mensupları neden bu konuyu dillendirmiyorlarmış’ şeklindeki soruyu da şöyle cevaplandırıyor Selahattin Duman:
“Okuyucu lafın burasında soracaktır..
Madem hâlleri böyleydi, siz medya olarak bunu o zamanlar niye dillendirmediniz, diye..
Dillendiremezdik.. Çünkü o koalisyonun oluşmasında merkez medyanın ağır gayreti vardı.. Ecevit koalisyonunun dışındaki herhangi bir oluşum en başta bizim patronların işine gelmiyordu..
Şahsen benim potkam sıkmazdı.. Diğerlerinin potkası da sıkmadı..”
Evet, Selahattin Duman meseleyi böyle dile getiriyor.
Şimdi baştaki soruyu tekrar sormanın zamanı:
Bir başbakanı görevinden alaşağı edebilmek için, hastalığını iyileştirecek yerde ilerletebilecek türde bir tedavi(!) uygulanması mı, yoksa sağlığı bu işi yürütmeye elverişli olmayan bir kişinin -bazı sebeplerle- başbakanlığı sürdürmesine göz yummak mı, daha vahimdir?..
Veya, bir ülkenin başbakanının görev yapamayacak kadar hasta olduğunu bilen basın mensuplarının, patronlarının menfaatleri zedelenecek diye konuyu dillendirmemeleri mi, çok daha vahimdir?
Bence bu durumların üçü de birbirinden vahim… Siz ne dersiniz, bilmem…
Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol