Kürtaj ve sezaryen yandaşlarının derdi ne?
- GİRİŞ30.05.2012 09:26
- GÜNCELLEME30.05.2012 09:26
Bu bazıları arasında bulunup, meseleye ‘bu iki konu da doğrudan kadınlarla ilgilidir, erkeklere söz düşmez’ nokta-i nazarından bakanlar, bir miktar haklı imiş gibi gözüküyorlar. ‘Kürtaj ve sezaryenle alakalı olarak Başbakan’ın konuşmaması gerektiğini’ ileri sürenler ise, baltayı taşa vuruyorlar. Birer birey olarak ahkam kesip durdukları konularda, milletin oylarıyla seçilmiş Başbakan’ın söz hakkı olmadığını söylemek, en azından abesle iştigal.
Kürtaj konusunun ne kadar netameli olduğunu anlamak için, taraftar olanların ‘sık sık yaptırıyorsunuz galiba’ gibisinden sataşmalara çok kızıyor olmalarına bakmak bile yeter.
Kürtaj, bütün dünyanın tartıştığı bir konudur ve kimine göre yanlış, kimine göre doğrudur. Kürtaja ihtiyaç duyulması hali çok değişkendir ve bu durumda doğru mu, yoksa yanlış mı olduğu konusunda genelleme yapmak zordur. Ancak, sağlıklı bir toplum yapısında kürtajın sadece zaruret halinde yapılması gereken bir işlem olduğu konusunda ciddi bir fikir birliği vardır.
Kürtajla ilgili derin tartışmalara girmeden önce, bazı yerli filmleri hatırlamakta fayda var. Malum o filmlerde, işlenen bir haltı kapatmak için başvurulan bir yoldur kürtaj. Zaruret hali konusunda ise kimsenin dediği bir şey yok zaten.
Kürtaj hususundaki beklentiler, -konunun hassasiyeti dolayısıyla-, biraz utangaç bir tavırla dile getirilirken, sezaryen hakkındaki gürültüler nedense biraz daha fazla.
Konunun dünya çapında otoritesi sayılabilecek Dünya Sağlık Örgütü’ne göre; yüzde 5 ila 15 arasında sezaryenle doğum oranı kabul edilebilir bir şey. Örgüte göre oran yüzde 15’in üzerinde ise bu, sağlık açısından zararlı bir durum.
Dünya üzerindeki ülkelerin hemen hiç birinde 5-15 arasındaki oran yakalanabilmiş değil. OECD ülkelerinin 2009 yılı sezaryenle doğum ortalaması yüzde 25.7 iken, ABD ve Güney Kore’de yüzde 33. İtalya ve Meksika ile birlikte Türkiye’de, bu oran yüzde 40’ın üzerinde.
1998 yılında Türkiye’deki sezaryenle doğum oranı yüzde 14 imiş. Bu oranın 2007’de yüzde 36’ya ve 2010’da yüzde 45.4’e yükseldiğini görüyoruz. 2010 yılı oranlarının açılımı da şöyle: Devlet hastanelerinde sezaryenle doğum oranı yüzde 41, üniversite hastanelerinde yüzde 65, özel hastanelerde ise yüzde 64.
Tıp ne kadar gelişmiş olursa olsun, sezaryen netice olarak cerrahi bir operasyon. Hem anne hem de bebek açısından çeşitli açılardan riskli olan bu işlemin, sonraki doğumları daha tehlikeli hale getirdiği de açık.
Sezaryen oranlarındaki gayri tabii yükselişin, özellikle üniversite ve özel hastanelerde rekor düzeye ulaşmış olması, bu işin sebepleri üzerine eğilmeyi zaruri kılıyor.
Bu kadar yüksek oranlar, herhangi bir zaruret olmadığı halde çeşitli sebeplerle normal doğum yerine sezaryenle doğumun istendiği ve teşvik edildiğini akla getiriyor.
Birilerinin ülkemizin nüfus yapısı ile oynama arzuları gibisinden, bazılarının komplo teorisi diyebileceği hususları bir kenara bıraksak bile, normal doğum ve sezaryenle doğum ücretleri arasındaki farktan başlamak üzere, yapılması gereken değerlendirmeler var.
Başkaca bir sebep yokken, doğumun vaktini beklemek yerine bu işi bıçakla halletmeyi tercih eden cerrahların ve bu insanların görev yaptığı hastanelerin para kazanma arzularına, ‘bu bir kadın hakkıdır’ gibisinden kılıflar giydirilme gayreti ile karşı karşıyayız yani.
Neticeten; zaruret haline kimsenin söylediği bir şey yokken ve özellikle de sezaryen oranları bu kadar yüksek iken, konuyla alakalı tam serbesti isteyenlerin başkaca bazı sıkıntıları olmalı.
Zaruret dışında kürtaj ve yine zaruret dışında sezaryen meselesine felsefi bahaneler bulmaya çalışanlar; her ikisinin sağlıkla ve bunun yanında; birincisinin ahlaki durum, ikincisinin de daha çok kazanma arzusu ile ilişkisi konusunda neler söyleyecekler acaba?
Yorumlar3