İlahi adalet dünyada da gerçekleşir!
- GİRİŞ13.06.2012 09:34
- GÜNCELLEME13.06.2012 09:34
Muhatap kişi, derdini anlatmak için uğraşır, didinir; ama eninde sonunda verilen hükme razı olur… Peki ama Şeriat yani kanun tarafından kesilmeyen parmaklar, onlar nasıl acır acaba?
Ülkemizde bir dönem oldukça yaygın olan fail-i meçhullerin çoğunun, kendilerini kanun yerine koyanların marifeti olduğunu hepimiz biliriz. İdamlık suçlar bile işlemiş olsalar, öldürülen ama faili bulunamayanlar olağandışı bir şekilde hayatlarını kaybettikleri için, bu hem aileleri ve hem de toplum için ciddi bir travmadır.
Son dönemlerde bir şekilde araştırılan fail-i meçhuller listesine, vaktiyle ‘ölüm üçgeni’ olarak anılan Sapanca, Hendek ve Düzce çevresinde işlenen cinayetler de alınmış ve dosyalar yeniden incelenmeye başlanmış.
Belki devlete hizmet ediyorum zannıyla, ama anlaşıldığı kadarıyla daha çok şahsi emellere hizmet etmek için işlenmiş gözüken cinayetlerin aydınlatılması, en azından bundan sonra benzeri niyetlere kapılabilecek olanlar açısından bir ders olur.
1993-1996 arasında bölgede öldürülen ve failleri hala bulunamayan 12 kişinin fail-i meçhul olarak kalmaması için yapılacak çalışmaların, bu kadar yıl sonra netice verip vermeyeceği meçhul. Ancak biz farkına varmıyor ve varamayacak olsak da; yapanın yanına kar kalmadığı bir dünyada yaşıyoruz.
Kesin hesap yeri elbette ‘Ahiret’tir, ancak adaletin dünyada gerçekleştiği haller de pek az sayılmaz.
1983’te inzibat olarak yedek subaylığımı yaparken, Dev-Yol örgütünün Erzurum Kapalı Spor Salonu’nda yapılan duruşmalarında güvenlik sorumlusu olarak bulunmuştum. Duruşma aralarından birisinde, sanık avukatlarından birisinin anlattığı ve neticesini ‘İlahi Adalet’ diye bağladığı bir olayı, yıllardır unutamam.
70’li yıllarda, Kars ya da ilçelerinden birisinde, sabaha karşı silah sesi duyan bir kişi ne olduğunu anlamak için evinden çıktığında, az ilerde vurularak öldürülmüş birisini görür; silah da cesedin yanındadır.
Gürültüyü duyan başkaları da adamla aşağı yukarı aynı zamanda olay yerine gelmiş olmalarına rağmen, birkaç gün sonra bahsini ettiğimiz kişi, jandarma tarafından gözaltına alınır ve cinayet zanlısı olarak tutuklanır.
Olayı anlatan avukat, kendisini vekil olarak isteyen zanlıyla yaptığı görüşme ve araştırmaları neticesinde, suçsuz olduğuna da emin olarak davayı üstlenir.
Görünüşte her şey lehte olmasına rağmen, mahkeme aleyhte neticelenir ve sanık 24 yıl cezaya çarptırılır.
Adeta kahrolmuş bir şekilde kararı dinleyen avukat, sanığın gayet sakin olduğunu ve hatta gülümsediğini fark eder.
Temyizden de netice çıkmaz. Olayı tekrar araştıran avukat, sanığın yüzde yüz suçsuz olduğu halde 24 yıl hapis cezası aldığında bu kadar sakin olması ve hatta gülümsemesi konusunda günlerce düşünür.
Cezaevi müdüründen özel izin alarak sanıkla baş başa kaldığı bir görüşme ayarlar ve hal hatırdan sonra sorar: “Daha önce birisini öldürüp, suçu başkasının üzerine atmış mıydın?”
Oldukça sakin gözüken adam birden heyecanlanır ve sorar: “Sen nereden biliyorsun bunu?”
“Bilmiyorum” der avukat, “sadece tahmin benimki. O suçu senin işlemediğine eminim ama mahkeme bittiğinde ben suçsuz birisi ceza alıyor diye nerdeyse kahrolmuşken, sen gayet sakindin ve hatta gülümsüyor gibiydin.”
Adam, yıllar önce birisini vurup kaçtığını ve başka birisinin suçsuz yere mahkum edildiğini; son olayda suçsuzluğu kesin olmasına rağmen ceza aldığında da, ‘İlahi Adalet’in yerini bulduğunu düşünerek’ sakin kaldığını anlatır…
Avukat, olayı aktardıktan sonra tekrarlamıştı: ‘İlahi Adalet’.
ekremkiziltas@gmail.com
Yorumlar2