Hoş geldin Şura-yı Devlet!

  • GİRİŞ01.10.2012 09:20
  • GÜNCELLEME01.10.2012 10:53

Alışmıştık deyişim lafın gelişi, yapabilecek bir şeyimiz yoktu çünkü. Yapılabilecek bir şeyimiz olmadığı için de, başörtüsüne yönelik saldırıları her duyduğumuzda içimizde bir şeyler kırılıyor olsa da, alışmış gibi yapıyor, sineye çekiyorduk…

İşin en acı tarafı da, başımıza gelenler, açıkça bir kanunsuzluk ve haksızlığın neticesi olmasına rağmen, başvuracak bir merci bulamıyor olmamızdı.

Mevzuatta başörtüsünü yasaklayan herhangi bir kanun olmadığı gibi, serbest olmasını gerektiren kanun da vardı. Dahası eğitim-öğretim hakkının engellenmesi de suçtu. Ancak derdinizi anlatmak üzere gittiğiniz kapılar, -konjonktür müsait olmadığı için- yüzünüze kapanıveriyordu.

Yapılmakta olan zulmü durdurmakla görevli olması gereken emniyet güçleri de, okulların kapısına dikilerek zulmün icrasında bizzat görev alıyorlardı. Daha da ilgi çekici olanı, kanunları okumak zahmetine katlanmadıkları için olsa gerek; başörtüsünün kanunla, hem de birçok kanunla hatta anayasa hükmüyle yasak olduğunu zannediyorlardı…

İlk derece mahkemeler, konuyla ilgilenmeye gerek bile duymaz durumda idiler ve bir şekilde ilgi gösteren hakim ve savcılar da, soluğu memleketin tenha köşelerinde alıyorlardı. 

Dolaylı yollardan başörtüsü konusu ile ilgili dosyalara bakan yüksek yargı organlarının verdikleri kararlara baktığımızda da, büsbütün altüst oluyorduk.

Anayasa Mahkemesi, başörtüsü ile ilgili talepleri parti kapatma davalarında delil olarak görebiliyor, hatta kapatma sebeplerinden birisi olarak değerlendirebiliyordu.

Bunlardan birisi olan Danıştay'ın yakın geçmişte başörtülü hanımlar söz konusu olduğunda verdiği kararlar mesela, artık tuzun da koktuğunun işaretleri ile doluydu. Okula geliş gidişlerinde başörtüsü takan bir öğretmenin anaokuluna müdür olmasının ‘sakıncalı' olduğu kararını alabiliyordu Danıştay. Ve yurt dışına gidiş imtihanını birinci olarak bitirmiş bir öğretmenin, hanımı başörtülü olduğu için gönderilmeyişini de ‘hukuka uygun' buluyordu.

Şükür ki köprülerin altından çok sular aktıktan sonra, artık değerlerin yerini bulmaya başladığına inanmamızı sağlayacak olaylar oluyor ardı ardına.

Başörtülü öğrencilerin okula girmelerine mani olan profesöre verilen ceza olayı geçtiğimiz günlerde yaşanmıştı.  ‘İzmir'de hakimler var' dedirten bu olaydan sonra şimdi muhtemelen daha önemli bir gelişme ile karşı karşıyayız.

Danıştay, okul dışındaki bir konferansa başörtüsüyle katılan öğrencisi Safiye Öksüz'ün yoklama listesindeki imzasını karalayıp altına: "Ders kapsamında gidilen konferansa türbanlı katıldı" yazan ve ardından devamsızlığını gerekçe göstererek final sınavına almayan (KTÜ) Trabzon Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Nazmiye Aydın'ın 'görevini kötüye kullandığına' hükmederek, yargılanması gerektiğine karar vermiş…

Başörtülü olduğu için öğrencisine zulmetme derdinde olan öğretim görevlisi, şimdi 'görevi kötüye kullanma' suçundan Trabzon Sulh Ceza Mahkemesi'nde; kılık kıyafet nedeniyle öğrencilerine 'hakaret' ettiği iddiasıyla da Akçaabat Sulh Ceza Mahkemesi'nde yargılanacakmış.

Türkiye'deki değişime epeyce direnen kuruluşlardan birisi olduğunu bildiğimiz Danıştay'ın bu kararı, taşların yerine oturmaya başladığını gösteren sevindirici bir gelişme. 

Olayla ilgili olarak, mevzuata göre yapılması gereken her ne ise onu yapmış durumda yani. Ve bunun tarafgirlikle filan zerre kadar alakası yok…

Kararı duyunca, neden bilmem ama dudaklarımın arasından şu cümle çıkıverdi: Hoşgeldin Şura-yı Devlet!..

Anayasa'da öngörülen Yüksek Mahkemelerden biri olup, yürütme organına yardımcı bir inceleme, danışma ve karar organı olmanın yanısıra, yönetimin yargı yoluyla denetlenmesinde etkin ve önemli görev yapan bir yargı kuruluşu olan Danıştay, Şura-yı Devlet adıyla 1868'de oluşturulan müessesenin devamı olarak  kurulmuştu biliyorsunuz…

Ekrem Kızıltaş - Haber7

ekremkiziltas@gmail.com

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat