Yüzleşme Metin Yüksel'le başlasın!
- GİRİŞ11.04.2012 07:10
- GÜNCELLEME11.04.2012 07:10
23 Şubat 1979 günü…
Akıncıların 20 yaşındaki lideri Metin Yüksel, Fatih Camii’nde kılınan Cuma namazı çıkışında vuruldu. Katilleri ise sokaktaki kanlı sağ-sol çatışmalarının ülkücü kanadındandı.
Metin Yüksel Müslüman gençliğin sembol ismiydi.
Kollarında öldüğü arkadaşlarının anlatımıyla; deli doluydu, kabuğuna sığmıyordu, nerede bir haksızlık, zalimlik varsa karşısına dikiliyordu. Arkasında “ölümü ödül gören” geniş bir kitle vardı.
Öldürülmesi, 12 Eylül'e çıkan yola döşenen büyük taşlardandı.
Metin Yüksel’i, Fatih Camii’nin avlusunda, Cuma namazı çıkışında, “tekbir getirerek” öldürmekten büyük provokasyon mu olurdu?
Ülkücülerin silahından çıkan kurşun Metin’le birlikte büyük bir kitleye saplanmış ve planın işlemesi için harekete geçilmişti.
Fakat darbeye giden süreçte dökülecek her kanın hesabını yapanlar Erbakan Hoca faktörünü unutmuştu.
Türkiye'deki siyasal İslam'ın önderi, 16-17 yaşlarındaki fidanları öğüten darbe değirmenine, İslamcı gençlerin mahallesinden kan akıtılmasını önlemişti.
Dönemin her gazetesi gibi darbeye alet olan Cumhuriyet’in “22 Şubat 1979 günü ülkücüler ile Akıncılar arasında başlayan kavga kan davasına dönüştü” ifadeleri benzin etkisi yapmamıştı mesela…
İslamcı gençlere “sakin olun, silah almayın, sokağa çıkmayın, sadece mecbur kaldığınızda kendinizi savunun” mesajı verilmeseydi, bugün yargıladığımız 12 Eylül askeri darbesi daha nasıl büyük bir felaket olurdu? Tüm bu acıların hesaplaşması neleri getirirdi, 32 yıldır yaşananlara bakıp tahmin etmek mümkün...
Bu cinayetin olduğu süreçteki Erbakan duruşunu anlatan şu satılar yukarıdaki gelişme ve sonuca özetliyor aslında:
“Erbakan Hoca’nın, MSP ve özellikle de partinin paralelinde bulunan gençlik kuruluşlarındaki kadrolara yönelik en önemli mesajlarından birisi, ’kesinlikle kavgaya alet olmamak’ üzere idi. Gençlerin sağcı ve solcu diye ikiye ayrılıp, sebepsiz yere birbirlerini vurdukları bir dönemde, ‘Müslüman Gençlik’ ya da ‘İslamcı Gençlik’, kesinlikle kavgaya karışmıyor… Çeşitli mihrakların kendilerine yönelik kavgaya çekme girişimlerine de, karşı koyuyorlardı” (Ekrem Kızıltaş - Hepimizin Hocası Erbakan, sayfa:223)
Ve şimdi 12 Eylül darbesini yargılıyoruz...
32 yıl aradan sonra Evren’i sanık sandalyesine oturtmanın coşkusuyla; ülkücüsü, sağcısı, solcusu, Meclisi, Başbakanlığı, vekili ve Berfo Anasıyla davaya müdahil olduk.
Diğer taraftan, müdahil olan bazı gurupların 32 yıl önce çatıştığı karışıtlarını suçlama trajedisini de yaşıyoruz. Ya "Bu darbeden en fazla zararı biz gördük" popülizmine ne demeli? Sadece ihtiyar darbecileri güldüren bu söylem karanlık günlerle dolu 32 yıldan alınan derslerin de göstergesi aslında.
"Suçlu onlar biz çok ezildik" atışmasının doğuracağı tehlikeyi fark eden Devlet Bahçeli solcuları uyarırken ülkücülere de ayar çekti aslında. Sokataki tabanını kontrol etmek için yıllardır büyük çaba sarfeden Sayın Bahçeli, "Herkes önce kendisiyle, yaptıklarıyla yüzleşsin" mesajını verdi anlayana.
12 Eylül'ün hesabı, ahir ömürlerinde olan Evren ve Şahinkaya’yla kapatılmamalı zaten.
O günlerde, "beynini taşeron güçlerin emrine verenler" de kendileriyle yüzleşmeli, yüzleştirilmeli!
"12 Eylül en tarafsız şehidi" Metin Yüksel’i namaz çıkışında vuran “maşa ülkücüler” atmalı bu adımı... Darbelere hak ettikeri cezayı vermek için "şucu, bucu" demeden yapmak zorundayız. Ayrı canların aynı acısını hissetmeyeceksek, niye bilendik bunca yıl? Darbecileri mahkum olacak belki ama darbeleri meşru kalacak hep!
Son olarak....
Darağacına giderken kaleme aldığı mektubuyla her insan evladını ağlatan Mustafa Pehlivanoğlu’nun idamını anlatan “Ülkücüler” filmini izlerken zihnimizin bir kenarında Metin Yüksel ve Erbakan Hoca'nın gayretleri de olsun.
Ersin Çelik
ersin.celik@haber7.com
www.twitter.com/ersinceliq
Yorumlar3