Dünyanın iki yüzü: Gazze’de soykırım Londra’da Kraliyet Tiyatrosu
- GİRİŞ20.09.2025 09:05
- GÜNCELLEME20.09.2025 09:05
Gazze’de kadınların, çocukların, masum insanların kanı akmaya devam ederken; enkaz altında nefesler tükenirken; açlık ve susuzluk, insanlığın gözü önünde bir soykırımın acımasız aracı haline gelmişken, Londra’da bambaşka bir sahne kuruldu.
ABD Başkanı Donald Trump, Kral III. Charles’ın resmi davetlisi olarak İngiltere’ye iki günlük ziyarette bulundu.
İngiltere’ye ikinci kez davet edilmiş ilk ABD Başkanı olan Trump’ın ziyaretinde kırmızı halılar, süvari birlikleri, altın kaplamalı atlı arabayla ihtişamın ve şatafatın doruğa çıktığı kraliyet gösterisi yaşandı.
Aslında diplomatik ziyaretin ötesinde anlamlar taşıyan bu tarihi ziyaret, Gazze’de en ağır soykırımı uygulayan İsrail’e geçmişten bugüne en güçlü destekleri sağlayan iki suç ortağının buluşmasıydı.
Çünkü Gazze’de, Batı Şeria’da, Filistin’in her köşesinde süregelen işgalin ve soykırımın arkasında, 20. yüzyılın başında İngiltere’nin çizdiği kanlı rota var.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı’dan kopardığı Filistin topraklarını manda yönetimi altına sokan İngiltere, bölge halkına bağımsızlık sözü vermesine rağmen 1917’de Balfour Deklarasyonu ile “Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmasını” sağladı. Bu, Filistin halkına karşı en büyük ihanetin ilk adımı oldu.
İngiliz yönetimi, Filistinli Arapların iradesini hiçe sayarak siyonist göçlere kapıları ardına kadar açtı; yerel halkın topraklarını gasp eden yerleşimlere göz yumdu ve şiddetin sistematik şekilde kökleşmesine zemin hazırladı.
1948’de İsrail’in kurulmasıyla sonuçlanan süreç İngiltere’nin doğrudan sorumluluğundadır. Filistinlilerin “Nakba” (Büyük Felaket) dediği sürgün ve katliamların önü İngiliz mandası döneminde açılmıştır.
İsrail devletinin doğuşunu kolaylaştıran İngiltere, milyonlarca Filistinlinin yurtlarından koparılmasına, mülteci kamplarına mahkum edilmesine ve köksüz bırakılmasına aracılık etmiştir.
İsrail’e her kritik dönemeçte siyasi ve askeri destek sunan İngiltere, 1967 işgalinde, Lübnan saldırılarında, Gazze kuşatmalarında hep İsrail’in yanında durdu.
İngiltere, yüz yıl önce tohumlarını attığı işgalin Gazze’deki kanlı hasadını seyretmekle kalmadı; İsrail’e birçok katliamında diplomatik kalkan ve askeri destek sunarak suça ortak oldu.
Soykırımın Suç Ortaklarının İhtişamlı Çelişkiler Sofrası
İngiltere bugün de Gazze’deki katliam ve işgale gözlerini kapatıp İsrail’in soykırımının en büyük destekçisi olan ABD Başkanı Trump için şatafatlı karşılamalar yapıp gösterişli sahneler kurdu.
Filistin’in bugün yaşadıklarının tarihsel sorumluluğunu en fazla taşıyan ülkenin kralı, enkaza çevrilen Gazze üzerinde “Ortadoğu’nun Rivierası” karanlık planını uygulamaya çalışan soykırım müteahhidi Trump’ı görkemli törenlerle ağırladı.
Bir yanda Gazze’de annesiz kalan çocuklar, mezarsız gömülen bedenler, bombalanan hastaneler; diğer yanda soykırımı görmezden gelen, adını dahi anmayan dünyanın en güçlü iki ülkesinin liderleri.
Bir yanda 146’sı çocuk, 432 masum Filistinlinin açlıktan öldüğü en ağır tablo; diğer yanda hazırlığı bir hafta süren 47 metrelik göz alıcı kraliyet sofrası.
Bir yanda bombaların altında 165 bini aşan ölümler, sığınacak güvenli yer bulamayan kendi topraklarında savrulan masumlar; diğer yanda yaklaşık bin yıldır İngiliz hükümdarlarına ev sahipliği yapan tarihi Windsor kalelerinde şıklık yarışına giren kraliyet ailesi ve konukları.
Ve tüm bu çelişkilerle dolu ihtişamlı gösteriye alkış tutan, kraliyetin parıltılı sahnelerinin peşine takılan ülkeler ve dünya basını… Bu tiyatro, insanlığın gözünün içine baka baka oynanıyor.
Sanki Gazze diye bir gerçek, soykırım diye bir hakikat yokmuş gibi davranılıyor. Giderek pervasızlaşan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun suç ortağı iki ülkenin liderleri, her geçen gün ağırlaşan soykırımın hazırlayıcısı değilmiş gibi neşe içinde ziyafet sofralarının tadını çıkardı.
Kendini “barışın mimarı” olarak pazarlayan, hatta Nobel hayali kuran ABD Başkanı Trump, İngiliz Kralı Charles’a da çelişkili politikalarına yakışır şekilde “II. Dünya Savaşı’ndaki müttefikliğin hatırlatıcısı olarak” dönemin başkanı Eisenhower’ın kılıcının bir replikasını hediye etti.
Barıştan çok savaşın vurgulandığı karşılıklı nutuklar kraliyet salonlarında yankılanırken, İsrail’in savaş uçaklarının gürültüsü Gazze’nin göğünü parçalamaya devam etti.
Netanyahu’nun karanlık ordularının acımasız saldırıları, çocuk, kadın demeden masum Filistinlileri hayattan koparmayı ve işgali genişletmeyi sürdürdü.
ABD’nin sınırsız askeri ve siyasi desteği, Avrupa’nın suskunluğu ve ikiyüzlü söylemleri, Gazze’nin kana bulanmış sokaklarında gerçeğin ta kendisi olarak karşımıza çıkıyor.
Londra’da gösterişli tabaklarda servis edilen yemeklerin ihtişamı, Gazze’de bir lokma ekmek bulamayan çocukların gözlerindeki çaresizlikle çarpışıyor. Bu iki dünya arasındaki uçurum sadece coğrafi değil, aynı zamanda ahlaki bir uçurum.
Bir tarafta sahte gülümsemelerle süslenmiş diplomatik gösteriler; diğer tarafta insanlığın vicdanına kazınan bir soykırım. Kraliyet şatafatının gölgesinde Batı’nın gerçek yüzü bir kez daha açığa çıkıyor: Adalet değil çıkar, insanlık değil ikiyüzlülük, barış değil savaş.
Soykırımcı İsrail’e Kalkan Olan Trump’ın Çıkar Anlaşmaları
Trump’ın ziyaretinin ilk günündeki ihtişamlı kraliyet ziyafeti, ikinci gün karşılıklı çıkarların konuşulduğu pazarlık sofrasına döndü.
Trump’ın İngiltere Başbakanı Keir Starmer’le görüşmelerinde yapay zeka, kuantum hesaplama ve nükleer enerji alanlarında milyarlarca dolarlık yatırım anlaşmaları imzalandı.
İki ülke arasında imzalanan 250 milyar sterlinlik yatırım anlaşmasının “birçok anlaşma dalgası yaratacağını” vurgulayan Trump, “50 milyar dolardan fazla ekonomik değer yaratıyoruz, 2500’e kadar meslek yaratıyoruz ve 1,5 milyon eve enerji sağlıyoruz” dedi.
Trump’ın ziyaretinde Microsoft’tan Google’a, Apple’dan Nvidia’ya, Oracle’dan Amazon’a birçok Amerikalı teknoloji firması büyük yatırım anlaşmaları yaptı. Teknoloji patronlarının da katıldığı resepsiyonda İngiliz Başbakanı Starmer, bunun “Britanya tarihindeki türünün açık ara en büyük yatırım paketi” olduğunu söyledi.
İsrail’i ateşkes masasına oturtamayan iki suç ortağı ülke, konu karşılıklı çıkarlar olduğunda milyarlarca dolarlık anlaşmaları çok hızlı imzaladı.
Hatta bu dev anlaşmaların imzalandığı saatlerde ABD, BM’deki veto silahını yine İsrail lehine kullanarak Gazze’de derhal ve kalıcı ateşkes ile sınırsız insani yardımı öngören tasarıyı engelledi.
BMGK’da 14 ülkenin “evet” oyuna karşı Trump yönetimi, “Hamas’ı kınamama” ve İsrail’in “savunma hakkını” tanımama gerekçesiyle tasarıya “hayır” oyu kullandı.
Oysa ortada savunulacak bir hak değil; bombalar altında ölen masum çocuklar, kuşatılmış bir halk ve yıkılmış şehirler vardı.
Trump yönetimi, veto oyunuyla bir kez daha insanlığın vicdanını hiçe sayarak İsrail’in sistematik hale gelen katliamlarının ve soykırımının yanında yer aldı.
Soykırımın Tarihsel Sorumluluğunu Taşıyan İngiltere’nin Samimiyet Testi
Starmer’le ortak basın toplantısında, insanlığın gözleri önünde yaşanan soykırımı görmezden gelen Trump, Hamas’ın engellenmesi ve rehinelerin bırakılmasına vurgu yaparak İsrail’e koşulsuz desteğini yineledi.
Trump’ın Gazze’de yaşanan ağır yıkımı ve soykırımı görmezden gelen bu tavrına karşı Starmer, İngiltere’nin yaklaşımını daha farklı bir çerçevede sundu.
Bir yandan rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze’ye insani yardım ulaştırılmasının öncelik olduğunu vurgularken, diğer yandan Filistin devletinin tanınmasının ancak “şartlı bir süreç” içinde, barış yol haritasının parçası olarak gerçekleşebileceğini belirtti.
İhtişamlı diplomasi tiyatrosunun ev sahibi kraliyet mensupları ise “soykırım”, “işgal” gibi yükümlülük doğurabilecek ifadelerden kaçınarak, “insani kriz” ve “şiddetin durdurulması” gibi kullanışlı tanımlamalarla yetiniyorlar.
Şimdi gözler, daha önce Filistin’i tanıma sözü veren Starmer’da olacak. İngiltere, acımasız İsrail soykırımı karşısında Filistin’i tanıyarak samimiyetini gösterecek ve tarihten gelen sorumluluğunu bir nebze de olsa hafifletecek mi? Yoksa sunduğu şartları gerekçe göstererek sürece mi yayacak? Bu yaklaşım, Londra’nın diplomatik manevra alanını geniş tutma isteğinin, ama aynı zamanda da somut bir irade göstermekteki çekingenliğinin yansıması gibi.
İngiltere başta olmak üzere, Filistin’i tanıma sözü veren diğer ülkelerin tavırlarının 22 Eylül’de başlayacak BM Üst Düzey Liderler Haftası’nda netleşmesi bekleniyor.
Halkların Soykırıma Karşı Onurlu Duruşu ve Küresel Vicdan Gemileri
Trump’ın ihtişam ve ekonomik çıkarlarla örülü İngiltere ziyaretinde bir gerçek daha vardı: İsrail soykırımına her türlü silah ve ekonomik desteği kesintisiz sürdüren Trump’a gösterilen halk tepkisi.
Törensel görkemin öteki yüzünü yansıtan sokakların gür sesi, bu ihtişamın ne pahasına kurulduğunu haykırıyordu.
Dünyanın birçok başkentinde olduğu gibi Londra sokaklarından yükselen bu onurlu ses, sadece Filistin için değil, insanlığın vicdanı için de umut verici. Çünkü halklar, kralların ve başkanların aksine, adaletsizliği, katliamı ve soykırımı görüyor.
Tarih, İngiltere’nin Filistin’e en ağır ihanetini de, Trump’ın soykırıma suç ortaklığını da kaydediyor. Londra sokaklarında soykırıma karşı yükselen ses, Akdeniz’in mavi sularında yankılanıyor.
Gazze için insani değerleri yüklenen Küresel Sumud Konvoyu, kararlılıkla hedefine doğru ilerliyor. İnsanlığın vicdan gemileri, İsrail’in soykırımına karşı meydan okumaya, umut olmaya, merhameti ve dayanışmayı taşımaya devam ediyor.
80. yaşını kutlayan BM’nin yapamadığını yapan, farklı ülkelerden ve inançlardan aktivistleri buluşturan bu iyilik konvoyu, uluslararası sistemin çürümüşlüğüne verilmiş en anlamlı yanıttır.
Belki bu konvoy, BM Genel Kurulu’nda nutukların atıldığı sıralarda pervasızlaşan İsrail’in saldırılarıyla yüzleşecek. Ama her engelleme, bu onurlu çabaları durdurmak yerine daha da büyütecek.
İnsanlığın en geniş diplomatik platformu olan BM, dünyanın en büyük tiyatro sahnesine dönüşmek istemiyorsa, varlık sebebini kanıtlamak istiyorsa en azından sözlerin ötesine geçerek bu konvoyu koruma altına almak için seferber olmalıdır.
Eğer bir gün, insanlık adaleti Gazze’nin külleri arasından yükselebilirse, soykırımın gölgesinde İngiltere kraliyet kalesinde kurulan çelişkiler tiyatrosunu da, BM’nin soykırım karşısındaki acziyetini de tarihin en büyük utanç sahnesi olarak yazacaktır.
Törenler unutulacak, saraylar sessizleşecek, kırmızı halılar solacak. Fakat Gazze’de yitip giden hayatların, açlıktan gölgeleşen gül yüzlü çocukların görüntüsü, insanlığın hafızasında kızgın bir mızrak gibi çakılıp kalacak.
EK NOT:
Araştırmacı Gazeteci Ertuğrul Cingil, Haber 7 için kaleme aldığı analiz yazısında; ABD Başkanı Donald Trump’ın İngiltere ziyareti kapsamında Gazze’deki soykırımla ve Londra’daki ihtişam tablosu arasındaki çelişki ve halkların onurlu duruşuna ilişkin değerlendirmelere yer veriliyor.
Yorumlar11