Birleşmiş Milletler Güçlülerin Gölgesinde Dağılan Umutlar
- GİRİŞ24.10.2025 09:13
- GÜNCELLEME24.10.2025 09:47
Bugün, 1945’te dünyada barışı, güvenliği ve insan onurunu korumak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler Günü. Ancak aradan geçen 80 yılda, dünyanın en büyük diplomasi platformu olan BM, barış misyonunun çok uzağında; etkisiz ve işlevsiz bir konumda.
Gazze’de İsrail insanlık tarihinin en büyük soykırımını işlerken, çoğunluğu çocuk ve kadın 68 bini aşan masum Filistinli hayatını kaybederken, büyük güçlerin çıkarlarına hapsolmuş yapısıyla BM, katliamı durdurmakta aciz kaldı.
Vicdan gemileriyle oluşturulan Küresel Sumud Filosu’nu koruyamayan BM, Gazze’ye insani yardımların ulaştırılmasını bile sağlayamıyor.
BM Güvenlik Konseyi salonlarında karar taslakları ABD vetosuyla çöp sepetine atılırken, adalet büyük devletlerin masasında koza dönüşüyor; vicdan ise bütçe kısıtlamalarına takılmış durumda.
Ve bugün, Birleşmiş Milletler Günü’nde o devasa mavi bayrak artık bir barış simgesi değil; adeta bir suskunluk sembolü.
BM, artık karar alamayan, yardım ulaştıramayan, soykırım karşısında bile insanlık adına varlık gösteremeyen bir gölgeye dönüştü.
Birleşmiş Milletler’in zayıflaması sadece çatışma alanlarında değil, finansal masalarda da yaşanıyor.
Trump Yönetiminin Mali Kıskacında Felç Olan BM
ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, BM’nin fonlarını keserek kurumu mali bir kıskaca aldı. Trump, BM’yi “hantal, etkisiz ve işe yaramaz” bir yapı olarak görürken, ekonomik kesintilerle fiilen felç ediyor. Dünyanın vicdanı olması gereken kurum, Washington’un bütçe politikalarının rehinesi haline geldi.
ABD, kuruluşundan bu yana BM’nin en büyük finansörüydü. Örgütün düzenli bütçesinin yüzde 22’si, barışı koruma bütçesinin ise yaklaşık yüzde 26’sı Washington’dan geliyordu. Ancak Trump, tıpkı ilk döneminde olduğu gibi, bu ekonomik bağımlılığı bir baskı aracına dönüştürdü.BM’nin bu yıl için 3,7 milyar dolar olan düzenli bütçesi ve 5,38 milyar doları bulan barış gücü harcamaları için Trump yönetimi üzerine düşen ödemeleri yapmadı.
Ayrıca Trump yönetimi, daha ağır bir hamle yaparak geçmişe dönük 1 milyar doların üzerindeki BM kaynağının ödenmesinin durdurulması için temmuz ayında Kongre’den karar çıkardı.
ABD, 2026 yılı için ise barışı koruma misyonlarına herhangi bir kaynağın ayrılmadığı bütçede; BM’nin düzenli bütçesi ile WHO, UNESCO, FAO ve ILO gibi kuruluşlara ödemelerde 1,716 milyar dolarlık kesinti önerdi.
Trump yönetiminin en çok hedef aldığı BM kurumlarının başında ise, tıpkı İsrail gibi, BM Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu (UNRWA) geliyor. Hiçbir kural ve hukuk tanımayan soykırımcı İsrail, Gazze’de BM’nin binalarını dahi vurmaktan çekinmeden, UNRWA başta olmak üzere tüm kurumları hedef alarak 300’ün üzerinde personeli katletti.
Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre, 122 sağlık tesisi ve 180 ambulansı hedef alan İsrail saldırılarında bin altı yüze yakın sağlık çalışanı hayatını kaybetti. İsrail, Gazze’de pervasızca hedef tahtasına çevirdiği BM’ye ait yapılara en az 63 kez doğrudan saldırı düzenledi.
Trump Soykırımcı İsrail’in Yanında, BM’nin Karşısında
ABD yönetimi, İsrail’in bu kurumlara yönelik acımasız saldırılarına mali baskıyla katılarak UNRWA fonlarını kesti; başta Gazze olmak üzere dünya genelindeki milyonlarca mülteciyi eğitim ve sağlık hizmetlerinden mahrum bıraktı.
Trump yönetimi, masum Filistinlilere de büyük faturalar çıkaran bu mali kuşatmayı “Amerikan çıkarlarını önceleme” politikası olarak sunarken, sonuçta Birleşmiş Milletler tarihte hiç olmadığı kadar etkisiz, sessiz ve kırılgan hale geldi.
Donald Trump’ın Birleşmiş Milletlere yönelik öfkesi yalnızca bütçe kalemlerinden ibaret değildi; bu, ideolojik, siyasi ve kişisel bir hesaplaşmaydı.Filistin meselesinde BM’nin sürdürdüğü çizgi, Washington’un en rahatsız olduğu konuların başında geliyor.
BM Genel Kurulu’nun ve İnsan Hakları Konseyi’nin, İsrail’in Gazze’deki saldırılarını “uluslararası hukuk ihlali” olarak tanımlayan raporları Trump yönetimi tarafından büyük tepkiyle karşılanıyor.
Ayrıca son yıllarda Filistin’i devlet olarak tanıyan ülke sayısındaki artış, Washington’un sabrını taşırdı. Bu konudaki somut tepkisini, BM 80. Genel Kurulu için New York’a gelmeye hazırlanan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a vize yasağı koyarak gösterdi.
ABD, BM’nin 1947 Ev Sahibi Anlaşması’na aykırı şekilde Filistinli yöneticilere hukuksuzca engel koyarak soykırımcı İsrail’in yanında saf tutmaktan çekinmedi.
BM platformlarında Filistin bayrağının yükselmesi, Trump için yalnızca diplomatik bir gelişme değil; Amerikan hegemonyasına meydan okuma anlamına geliyor. Bu nedenle ABD, yalnızca fon kesintileriyle değil, bugüne kadar kullandığı 50’ye yakın diplomatik vetoyla da İsrail’i koruma altında tutuyor.
“Sekiz savaşı durdurmakla” övünen Trump, kendini BM’den daha etkin bir barış aktörü olarak lanse ederken, BM’nin itibarını sistematik biçimde zayıflatıyor.
Trump, son BM Genel Kurulu oturumunda yaşanan yürüyen merdiven arızası, kulaklık ve prompter sorunlarını “tesadüf değil, sabotaj” olarak değerlendirdi. BM’nin başlattığı iç soruşturmayla yetinmeyip, ABD Gizli Servisi’ni devreye sokmaktan çekinmedi.
Ve perde arkasında kişisel bir kırgınlık daha vardı: Yıllar önce BM Genel Merkezi’nin tadilat ihalesini almak için girişimlerde bulunan Trump, projenin reddedilmesini asla unutmadı.
Bugün örgüte yönelttiği “çürük bina” benzetmeleri, aslında o reddin yankısıydı. Trump için BM artık bir “uluslararası kurum” değil; kişisel bir rövanş sahası haline gelmiş durumda.
Tüm bu baskılar, örgütün birçok biriminde maaşların ödenememesine, saha ofislerinin kapanmasına ve yüzlerce çalışanın işten çıkarılmasına yol açıyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in 2026 planında öngördüğü bütçede yüzde 15, personelde yüzde 19 kesintiler sadece BM’nin küçülmesini değil; çaresizliğinin resmileşmesini de simgeliyor.
BM’de Değişen Stratejik Dengeler: ABD’nin Boşluğunu Çin Dolduruyor
Birleşmiş Milletler’in mali damarlarını kesen ABD, adeta kendi kurduğu yapının fişini çekiyor. Washington’un bütçe kesintileriyle felç olan kurumda boşalan alanı hızla Çin dolduruyor.
Pekin artık yalnızca “katılımcı” değil, BM içinde belirleyici bir güç haline geliyor. ABD fonlarının kesilmesiyle BM sisteminin mali damarları zayıflarken, Çin sessizce sahneye çıkıyor.
Washington’un “çekilme” sinyalleri ve dolaylı baskısı, BM içinde Çin’in rolünü artırma imkânı oluşturuyor.
Veriler çarpıcı: 2000’lerde BM bütçesinin yalnızca yüzde 1’ini karşılayan Çin, bugün yüzde 20’ye yakın bir paya sahip.Üstelik Pekin bu nüfuzunu sadece finansal destekle değil; üst düzey atamalarla ve BM ajanslarının iş gücü politikalarında elde ettiği pozisyonlarla da pekiştiriyor.BM sisteminde Çinli personel sayısı 2009’da 794 iken, 2021’de yaklaşık yüzde 85 artışla 1.471’e çıktı.
ABD’nin çekildiği her adımda Çin pozisyon kazanıyor. Washington’un mali kuşatması kurumu zayıflatırken, Beijing diplomasisi BM’de sessiz ama derinden kök salıyor.
BM artık sadece diplomatik değil; stratejik bir nüfuz sahası haline geliyor.
Sonuç olarak, BM artık “ABD’nin kuruluşu” olmaktan çıkıp, Çin’in de aktif şekilde yönlendirdiği bir mekanizma haline gelme yolunda ilerliyor.
Ve bu denge değişimi sessiz ama güçlü şekilde gerçekleşiyor.
BM Genel Sekreterlik Seçimleri: Krizin Eşiğinde Yeni Bir Kavşak
Birleşmiş Milletler, tarihinin en derin mali ve meşruiyet krizlerinden birini yaşarken gözler, 2026 Aralık ayında yapılacak Genel Sekreter seçimlerine çevrildi.
BM Genel Sekreteri António Guterres’in görev süresi dolarken, bu seçim yalnızca bir lider değişimi değil; örgütün kaderini de etkileyecek kritik bir dönemeç olarak görülüyor.
Genel Sekreter, BM Güvenlik Konseyi’nin önerisiyle ve Genel Kurul’un onayıyla seçiliyor. Ancak bu süreç, kâğıt üstünde “uluslararası uzlaşma”, pratikte ise büyük güçlerin bilek güreşi.
Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri, özellikle ABD, Rusya ve Çin, veto gücüyle bu süreci yönlendiriyor.
ABD, veto hakkı ve mali katkısıyla bu yarışın her zaman perde arkasındaki en etkili aktörüydü. Bu nedenle Trump yönetiminin başlattığı mali kuşatma, ABD’nin BM üzerindeki nüfuzunu yeniden inşa etmesinin aracı haline gelebilir.
Bu tabloda, ABD’nin yeni seçimde kendisine yakın, daha “uyumlu” bir Genel Sekreter arayışına girmesi kaçınılmaz görünüyor. Ancak Çin ve Rusya’nın etkisi altındaki bir genel sekreterlik dönemi, BM’yi tamamen farklı bir eksene taşıyabilir.
Yani yaklaşan seçimler, BM’nin tarafsızlığı mı yoksa yeni bir kutuplaşmayı mı seçeceğini belirleyecek.
Dolayısıyla seçim, yalnızca kimin BM’nin başına geçeceği değil; BM’nin kim için çalışacağı sorusunu da belirleyecek.
Türkiye’nin Haklı Uyarısı: Reform Olmadan BM’nin Geleceği Yok
Birleşmiş Milletler’in bugünkü hâli, Türkiye’nin yıllardır dile getirdiği gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi: Bu yapı reform olmadan ne uluslararası barışı sağlayabilir ne de kalkınmayı ve insan haklarını geliştirmeyi başarabilir.
Gazze’de akan kan, Afrika’daki açlık, Avrupa’daki savaş korkusu, Pasifik’te tırmanan gerilimler…
Hepsi tek bir gerçeğin yankısıdır: BM artık sorunları konuşan ama çözüm üretemeyen küresel bir tiyatro sahnesinden ibarettir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın defalarca dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür” vurgusu bugün hiç olmadığı kadar somut hale geldi. Çünkü BM, beş daimi üyenin veto zincirine hapsolmuş, adalet yerine güç dengesine göre karar alan, sessiz çoğunluğun sesini duymayan bir bürokratik labirente dönüşmüş durumda.
Filistin’de yaşanan soykırıma sessiz kalan bu yapı, adaletin değil; çıkarların nöbetçisi haline geldi. Gazze’de bombalar yağarken BM karar alamadı; Ukrayna’da barış masası kuramadı; Afrika’da açlığı önleyemedi.
Her kriz sonrası sadece aynı cümlelerle “endişe” bildirildi ama hiçbir somut adım atılamadı, hiçbir aksiyon sergilenemedi. BM’nin bugün yaşadığı mali, yapısal ve siyasi kriz yalnızca bir yönetim sorunu değil; bir meşruiyet krizidir.
Eğer bu kurum, dünya halklarının güvenini yeniden kazanmak istiyorsa köklü bir reform şarttır. Veto sisteminin yeniden tanımlanması, daimi üyelik dengesinin adil biçimde güncellenmesi, temsilde eşitlik ve hesap verebilirlik mekanizmalarının güçlendirilmesi artık bir tercih değil; zorunluluktur.
Türkiye’nin yıllardır vurguladığı bu ihtiyaç, bugün BM’nin hayatta kalma meselesine dönüşmüştür. Aksi hâlde Birleşmiş Milletler, dünyanın barış ve adalet arayışını değil; güçsüzlüğünü temsil eden bir anıt olarak tarihe gömülecektir.
EK: Araştırmacı Gazeteci Ertuğrul Cingil, Haber 7 için kaleme aldığı analiz yazısında 80. Yılını kutlayan BM’nin başta İsrail’in Gazze soykırımı olmak üzere uluslararası alandaki etkisizliğini, ABD’nin bütçe kesintileri nedeniyle yaşadığı finansal krizi ve Çin’in örgüt içerisinde yükselen gücüne ilişkin değerlendirmelere de yer veriliyor.
Ayrıca analizde 2026’da yapılacak Genel Sekreter Seçiminin önemine ve Türkiye’nin her fırsatta gündeme getirdiği BM’nin reform ihtiyacına vurgu yapılıyor.
Yorumlar1