Trump’ın “Yeni Amerika”sında Müslümanlara cadı avı
- GİRİŞ17.12.2025 09:03
- GÜNCELLEME17.12.2025 09:03
Geçmişten beri kendini “özgürlüklerin ülkesi” diye pazarlayan Amerika, artık herkese açık kapılarıyla değil, vize yasaklarıyla, yükselen duvarlarıyla, yaptırımları ve tarifeleriyle anılıyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın “Önce Amerika” motivasyonuyla inşa etmeye çalıştığı bu “Yeni Amerika”, bir gelecek vizyonundan çok, giderek korku rejimine dönüşüyor.
Göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı ve artan kutuplaşmayla toplumsal iklimi giderek sertleşen “Yeni Amerika”da etnik ve dini kimlikler artık çeşitlilik değil tehdit olarak görülüyor.
Dünyanın süper gücünde demokrasi geri çekilirken, şüphe kurumsallaşıyor, özgürlük yerini sadakat testlerine, hukuk ise kimlik sorgulamasına bırakıyor.
Amerika, ötekileştirmenin kurumsallaştığı, nefretin politikaya dönüştüğü, toplumun bilinçli biçimde kamplara bölündüğü bir değişimi yaşanıyor. Bu dönüşümün merkezinde korku üretmek, “öteki” oluşturmak ve ayrımcılık üzerinden iktidarı tahkim etme anlayışı yatıyor.
ULUSAL GÜVENLİK MASKESİYLE YÜKSELEN AYRIMCILIK
Avrupa’dan sonra Amerika’yı esir almaya başlayan aşırı sağ ve beyaz üstünlükçü ırkçı yaklaşımlar; Trump yönetiminin dili ve politikalarıyla açıkça ortaya konuluyor.
Bu yeni düzenin en görünür hedefi ise potansiyel tehdit olarak suçlanan müslümanlar haline geliyor. Trump için “öteki” çoğu zaman müslümanlar ve yabancılar oluyor.
Kanıt değil şüpheyle yürüyen, müslümanları potansiyel suçlu gören kimlik üzerinden yürütülen bir cadı avı giderek büyüyor.
Aslında Trump, müslümanlara karşı ayrımcı tavrını ilk başkanlığı döneminden beri sistematik olarak sürdürüyor.
“Müslümanların Amerika’ya girişi tamamen durdurulmalı” diyen Trump bu söylemini eylemede dönüştürmüş İran, Irak, Libya, Somali, Sudan, Suriye, Yemen’den oluşan nüfus yoğunluğu müslüman yedi ülkeye vize yasağı uygulamıştı.
Müslümanlara yönelik seyahat yasağı (Muslim Ban) olarak bilinen kararnameyle resmileşen yasaklarla pasaportlar dini bir kimliğin hedef alınmasının aracına dönüştürülmüştü.
İnsanlar geldikleri ülkeleri ve dini kimlikleri nedeniyle bu ayırımcı yasakların mağduru oldu. Trump’ın siyasi hayatı boyunca müslümanları hedef alan sözleri ve yasakları ikinci döneminde güncellenerek yeniden devreye girdi. Bu yıl vize yasağı konulan 19 ülke arasında nüfusunun çoğunluğu müslüman olanlar ağırlıkta.
Washington’ın göbeğinde Beyaz Saray’ın çok yakınında iki ulusal güvenlik görevlisinin Afgan kökenli bir saldırgan tarafından hedef alınması, Trump’ın yıllardır inşa ettiği göçmen karşıtı vizyon için bir kaldıraç haline geldi. Rahmanullah Lakanwal isimli yıllarca CIA’ya çalışmış bir saldırganın münferit eylemi müslüman göçmenlere karşı kollektif cezalandırmaya dönüştü.
Şimdi bu vize yasağının 30’un üzerine ülkeyi kapsayacak şekilde genişletileceği açıkça ifade ediliyor. “Ulusal güvenlik” gerekçesiyle devreye sokulacak yeni vize kısıtlamalarının hedefinde ise yine İslam ülkelerinin olması bekleniyor.
Amerika’nın vize politikası artık bir göç rejimi değil; dini ve etnik filtreli bir ayrım mekanizması haline geliyor. Her yasak kararı, ülkenin kapısına vurulmuş yeni bir zincir; zincirin her halkasında ayrı kimlikten ve dini kökenden insanlar var.
SEÇİLMİŞ MÜSLÜMAN SİYASETÇİLER HEDEFTE
Trump’ın Müslümanlara yönelik düşmanlığı soyut bir söylem değil, kişisel hedef göstermeye varan açık siyasal şiddet diline dönüştü.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, ABD Kongresi’nin seçilmiş üyelerinden İlhan Omar’a yönelik "beceriksiz, berbat ve çöp" gibi aşağılayıcı ve dışlayıcı ifadeler kullanması oldu.
Trump, Omar’dan söz ederken “Her ne haltsa adı”, “Şu küçük türbanlı olan” diyerek yalnızca bir siyasetçiyi değil, bir kimliği aşağılamaya çalışıyor. Bununla da yetinmeyen Trump defalarca “Bunu ülkeden atın”, “Defolup gitsin” gibi ağır ifadelerle Omar’ı açıkça hedef haline getirdi.
Bu dil, sert eleştiri değil; vatandaşlıktan çıkarma tehdidi içeren bir linç çağrısıdır.
Zaten Trump, geçmişten bugüne İlhan Omar, Rashida Tlaib ve diğer Müslüman siyasetçilere yönelik aynı dili sistematik biçimde kullandı.
Ayrıca, Minnesota’daki Somali topluluğunu “garbage/çöp” olarak nitelendiren Trump, bu ülke göçmenleri için geçici koruma statüsü programının sonlandırıldığını duyurdu.
Somali uyruklu göçmenlerin Amerika’da barınmasını istemediğini açıkça belirten Trump, "Ülkeleri kokuyor ve biz onları ülkemizde istemiyoruz" ifadelerini kullandı.
Federal ajanlar Trump yönetimin talimatıyla Somali mahallelerinde kimlik kontrolü uygulaması yaparak toplumsal gerilimi artırdı.
Bir devlet başkanının, seçilmiş temsilcileri ve ülkesinde yaşayan toplulukları dini kimlikleri üzerinden düşmanlaştırması, ifade özgürlüğü değil; devlet eliyle meşrulaştırılmış nefret söylemidir.
MÜSLÜMAN SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNE YASAKLAMA
Farklı ırk, kimlik ve inançtan insanlarla kurulan çok kültürlü bir ülke, kendi gerçekliğine rağmen ırkçı tonlara bürünüyor. Üstelik artık sadece müslüman bireyler değil; onların hakkını savunan kuruluşlarda hedefte.
Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi (CAIR) gibi ABD’nin en güçlü insan hakları örgütlerinden biri ve “Müslüman Kardeşleri” yapısı önce Teksas sonra Florida’da “yabancı terör örgütü” ilan edildi.
Federal sistemin mantığına aykırı, hukuk açısından tartışmalı ve siyaset açısından tehlikeli adımlar ard arda atılıyor. Bir insan hakları örgütünü terörist ilan eden devlet, aslında onun savunduğu tüm insanları da potansiyel “şüpheli” ilan ediyor.
Bunun yanı sıra FBI ve İç Güvenlik soruşturmalarında müslüman topluluklara yönelik orantısız takip şikayetleri artıyor. Camiler üzerinde baskılar, toplu fişleme girişimleri ve topluluk liderlerine yönelik idari tacizler genişliyor.
Raporlar, Trump döneminde İslamofobi söyleminin sistematik hale geldiğini ve müslüman topluluklara yönelik hukuki ve siyasi baskıların arttığını gösteriyor.
ABD'nin en büyük müslüman sivil toplum örgütlerinden CAIR verileri İslamofobi dalgası yaşandığını ortaya koyuyor.
Müslüman ve Arap karşıtı şikayet sayısı 2023’te 8061 iken 2024 yılında bu rakam 8 bin 658’e çıktı. Bu rakamların 2025 yılında ise rekor kırması bekleniyor. Bu veriler müslümanlara karşı toplumdaki nefret ikliminin nasıl büyüdüğünü yansıtıyor.
MAGA GÖLGESİNDE BÜYÜYEN "İSLAMOFOBİ ENDÜSTRİSİ"
Trump dönemiyle birlikte Amerika’da yükselen Müslüman karşıtlığını yalnızca “güvenlik kaygısı” diye açıklamak artık mümkün değil. Mesele güvenlik değil; ideolojik mühendislik.
“Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” (MAGA) hareketi, beyaz üstünlüğünü kutsayan, “Hristiyan milliyetçiliğini” devletin çekirdeği hâline getirmeye çalışan bir çizgiyi resmileştirdi.
Bu ideolojinin en kolay hedefi olarak da dini, kültürü, coğrafyası ve politik refleksiyle “öteki” olarak kodlanan müslümanlar belirlenmiş durumda.
MAGA tabanında müslüman karşıtlığı sadece bir önyargı değil; politik bir sermaye. Trump’ın attığı her müslüman karşıtı adım, kendi kitlesini konsolide eden bir alkışa dönüşüyor.
Her yasak, bir slogan. Her dışlama, bir zafer ve “Amerikan kimliğinin temizlenmesi” olarak sunuluyor. Bu atmosferi daha da derinleştirenler ise Amerikan siyasetini kuşatmış olan etkili Yahudi lobileri ve Trump’ın en güçlü destekçisi Evanjelist gruplar.
ABD’de İslamofobiye katkıda bulunan toplam 74 grubun olduğu tahmin edilmektedir. Bu durum, akademisyenler Nathan Lean ve John Esposito tarafından "İslamofobi endüstrisi" olarak adlandırılmıştır.
Gazze’de çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan 71 binden fazla Filistinliyi hayattan kopan çok boyutlu soykırıma yönelik her tepki ya da eleştirel ses, İsrail karşıtlığıyla ve antisemitizmle yaftalanıyor.
Filistin’e destek veren her müslüman otomatik olarak “radikal”, her örgüt “şüpheli”, her öğrenci “terör sempatizanı” olarak hedef tahtasına konuluyor.
KAMPÜSLERDE MÜSLÜMAN ÖĞRENCİLERE KUŞATMA
Trump’ın Müslüman grupları ve Filistin destekçilerini susturma politikasını artık sadece sınır kapılarında değil, Amerikan kampüslerinde de yürütüyor.
Uluslararası müslüman öğrencilerin yoğun olduğu Harvard başta olmak üzere Columbia, MIT ve Stanford gibi 9 seçkin üniversiteyi, “antisemitizmle mücadele” kılıfı altında soruşturmalarla fon kesintileriyle sindirmeye çalışıyor.
Trump yönetimi, Filistin'e destek için düzenlenen protestoları çeşitlilik ve kapsayıcılık programlarını gerekçe göstererek Harvard'a sağlanan 2,2 milyar dolarlık fonu dondurdu.
Bununla da yetinmeyen ABD hükümeti, Filistin'e destek gösterilerine karşı yeterince harekete geçmediği gerekçesiyle Harvard’da 450 milyon dolarlık yeni bir federal kesinti yaptı.
Bir zamanlar özgür düşüncenin sığınağı olarak görülen Amerikan üniversiteleri, bugün Filistin’e destek veren öğrencilere yönelik bir ideolojik savaş alanına dönüştü.
Kampüslerdeki güvenlik birimleri artık bir koruma unsuru değil; politik bir gözetim aracı haline getirildi. Filistin’i savunmak, bir insan hakları meselesi olmaktan çıkarıldı; devletin yasaklı düşünceler listesine alındı.
Amerika’nın en meşhur üniversitelerini antisemitizm sobasıyla baskı altına alan Trump yönetimi, öğrencilerin disipline sevk edilmesini ve kulüplerin kapatılmasını olağan uygulama haline getirdi.
Filistin dayanışma etkinlikleri “güvenlik tehdidi” olarak etiketlenirken bağışçılara da baskılar yapılıyor. Müslüman öğrenciler fişlenerek burslarının kesilmesi, iş tekliflerinin iptal edilmesi sağlanıyor.
Kampüsleri kuşatan bu cadı avı, müslüman öğrencilerin kimliklerini saklamaya, siyasi görüşlerini gizlemeye ve seslerini kısmaya zorlandıkları bir karanlık iklime dönüşüyor.
İÇERİDE MÜSLÜMANLARA CADI AVI DIŞARIDA ÇIKAR ORTAKLIĞI
Somali, Afganistan ve Yemen gibi müslüman ülkeleri “dünya üzerindeki en sorunlu ülkeler” diyerek aşağılayan Trump, söz konusu çıkar ilişkisi olduğunda Suudi Veliaht Prensine “Harika biri, müthiş bir ortak. ABD’ye büyük yatırım yapacak” diyerek övgüler diziyor.
ABD’de müslümanları “güvenlik tehdidi” ilan eden Trump, Riyad’a indiğinde eli silahlı prenslerle kılıç dansı yapabiliyor. Aynı Trump, Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi körfez ülkelerini “Amerika’ya değer katacak mükemmel ortaklar” olarak yere göğe koyamıyor.
Körfez’de milyar dolarların dolaştığı saraylar, Trump’ın gözünde sorun değil, fırsat olarak görülürken fakir müslüman ülkelere yük, tehdit ve risk damgası vuruluyor.
Bu çelişki değil, bilinçli bir ayrımdır.
Amerika, fakir ülkelerden gelen müslümanların avlandığı, zengin İslam ülkeleriyle milyar dolarlık silah anlaşmalarının ve lüks projelerin imzalandığı seçici bir ayrımcılık uyguluyor.
Trump yönetiminin müslümanlara yönelik tezatlarla dolu cadı avının en çarpıcı boyutu ise Trump’ın kendi ailesinin çıkar ilişkilerinde saklı. Trump’ın damadı ve Beyaz Saray’daki en etkili aktörlerden olan Jared Kushner, körfez fonlarından milyarlarca dolar yatırım alan isimlerin başında geliyor.
Trump’ın ilk döneminin ardından Florida merkezli Affinity Partners adlı özel sermaye fonunu kuran Kushner, Suudi Arabistan’ın Kamu Yatırım Fonu’ndan (PIF) 2 milyar dolarlık başlangıç yatırımı aldı.
PIF yönetim kurulunun “yüksek risk” ve “deneyimsiz yönetim” gerekçesiyle uygun bulmadığı bu yatırım, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın kişisel müdahalesiyle onaylandı.
Kushner’in kurduğu şirket, 2024 sonu itibarıyla Körfez’den gelen ek yatırımlarla 4,8 milyar dolara ulaştı. Hatta şirket, Electronic Arts (EA) ile 55 milyar dolar değerindeki dev bir hisse satışı anlaşmasının ortakları arasında yer aldı.
Aile şirketi Trump Organization’ın Körfez’le süregelen iş ilişkileri, yatırım arayışları ve fon temasları artık gizli değil.
Trump ailesinin servetindeki hızlı genişleme, yalnızca ABD içindeki kripto ortaklıklarıyla değil, aynı zamanda Körfez sermayesinin açık desteğiyle bambaşka bir ivme kazandı. Körfez fonlarından milyarca dolar Trump ailesinin direkt veya dolaylı kontrolündeki yapılara aktı
Bu destek, salt “yatırım” değil; Trump ailesinin siyasi ve ticari etkisini güçlendirmeyi hedefleyen stratejik bir servet transferidir.
Ailesi Körfez’den fon alırken müslümanlardan rahatsız olmayan Trump’ın, miting meydanlarında Müslümanlara saldırması; siyasi bir çelişkiden öte, etik bir çöküştür.
Trump döneminde Müslüman karşıtlığı sokakta değil; kampüslerde, laboratuvarlarda, kütüphanelerde, akademik özgürlüklerin içinde büyüyor.
Bugün Amerika’da Müslümanlar sadece bir siyasi tartışmanın parçası değil; sistematik bir “güvenlik” söyleminin içinde eritilmeye çalışılan bir topluluk durumuna gelmiştir.
Trump, Müslümanları hedef alırken yalnızca toplumsal algıyı değil, devlet reflekslerini de dönüştürdü. “Ulusal güvenlik” söylemi, ayrımcılığın meşru kılıfına dönüştü.
Artık Amerika toplumu ayrıştırma mühendisliğin sonuçlarıyla boğuşuyor. Güvensizlik, kutuplaşma ve nefret suçları yükselirken özgürlükler kayboluyor.
Amerika, Trump döneminde ötekileştirmenin kurumsallaştığı, nefretin politikaya dönüştüğü, toplumun bilinçli olarak düşman kamplara bölündüğü bir ideolojik dönüşüm yaşıyor.
Bir toplumun adalet ölçüsü, en zayıfını nasıl koruduğuyla belli olur. Eğer Amerika gerçekten “özgürlükler ülkesi” olmak istiyorsa, önce kendi içinde kurduğu korku duvarlarını yıkmak zorunda.
Müslümanları düşmanlaştırarak güvenliği sağladığını zanneden Amerika, aslında kendi özgürlüklerini yok ediyor.
Yorumlar6
-
Bülent duman
33 dakika önce
Şikayet Et
Ne bekliyoruz, Bizim mecliste yaşanmadımi, Ecevit yapmadı mı,gavur asla bizi sevmez
Beğen
Cevapla
-
Misafir
1 saat önce
Şikayet Et
Muhterem değerli Abem! Doğruları yazıyorsun. Ve sizin yazıları takip ediyorum. Amerika Suriye’de SDG ile Türkiyeyi savaşta tutuşturmak istiyor . Ki Çözüm sürecini bitirmek için. Evet milliyetçi kemalistleri ulusalcıları memnun eder ama uzun vadede Türkiyeyi zayıflatır. Musul haraketi gibi. Siz bu konuyu da yazsanız iyi olur. sulh ile çözülsün. İttihad ı islam Kürt Türk Arap kardeş olsun
Beğen
Cevapla
Toplam 2 beğeni
-
Bir Fani
1 saat önce
Şikayet Et
Hırıstıyan alemine ve Trumpa sesleniyorum. Kiliselerde duvarlarda resmedilen Meyem Ana dediğiniz her reside Başı kapalı birtane açık resmi yk... Ne ayaksınız oğlum siz
Beğen
Cevapla
Toplam 4 beğeni
-
Mehmet1326
1 saat önce
Şikayet Et
Ayıdan post gevurdan dan dost olmaz demişler boşuna dememişler
Beğen
Cevapla
Toplam 3 beğeni
-
Diyar'ıbekir'li
2 saat önce
Şikayet Et
Yahudi esareti altındaki bir ülke.Normaldir.Bu yüzden Amerika'ya "büyük şeytan"diyor ve ona karşı şavaşıyoruz.
Beğen
Cevapla
Toplam 5 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle