Köprüler ve Türküler

  • GİRİŞ12.11.2021 08:59
  • GÜNCELLEME15.11.2021 08:59

Beylerbeyi sırtlarına toplanmış mahşeri kalabalık tarihi olaya tanıklık ediyor. Boğazın iki yakası, ülkenin iki yakası, bırakın boğazı ülkeyi, dünyanın iki yakası bir araya geliyor. Pers Kralı Darius’un, kayıkları birbirine bağlayarak ordusunu karşı kıyıya geçirdiği su yolu, o günden bu yana ilk kez fiilen birbirine bağlanıyor. Halk endişeli. Kimse olanı biteni tam olarak kavramış değil. Nasıl olacak da bu çelik halatlar, iki yakaya dikilen kuleler arasındaki devasa yolu havada tutacak ve o yolun üstünden binlerce, on binlerce araç geçecek ve o yol da buna dayanacak. Açılışa gelenler bunları konuşuyor. Yaptılar ama olmaz, fazla dayanmaz, bu köprü yıkılır, diyorlar. Tören başlıyor, protokol yerini alıyor, resmi hitaplar, karşılıklı teşekkürler, memleketimizin kuvveti ve kudreti hakkında insanı hoş eden esaslı cümleler kuruluyor. Cumhuriyet’imizin 50. Yılında çağdaş Türkiye’nin neler yapacağı, hedeflerinin ne olduğu, nasıl büyük bir rüya gördüğü köprüde sergileniyor. Köprü, Türkiye’nin “açık hayal müzesi” oluyor adeta. Ve bir müzik yükseliyor müzeden. Senfoni orkestrası hem bizden hem dışarıdan eserler çalıyor. Boğazın üstünde notalar uçuşuyor. Besteler nezaketle, sırayla köprüden karşıya geçiyor. Atatürk’ün klasik müzik eğitimi için yurt dışına gönderdiği büyük bestekarlardan Hasan Ferit Alnar’dan Cemal Reşit Rey’e, Ahmet Adnan Saygun’dan Necil Kazım Akses’e kadar bir çok sanatçının eserleri çalınıyor. Elbette ki Mozart unutulmuyor, elbette ki Beethoven ıskalanmıyor. Onlar da çalınıyor. Köprüye klasik müzik notaları kırlangıçlar gibi asılıyor.

 

Dünya dönüyor, köprünün altından çok sular akıyor. Türkiye, derin hadiselerle çalkalanıyor. Darbeler, muhtıralar, ayaklanmalar, idamlar, kavgalar memleketi güve gibi kemiriyor. Türkiye’nin oluk oluk kanı akıyor. Türkiye, bir sağdan bir soldan asıyor, Türkiye, bir sağa bir sola yatıyor, Türkiye, ayakta duramıyor. Daha üç beş yıl önce boğazda demlenen senfoni orkestrası, klasik müzik tınıları buharlaşıyor. Dolmuşlar gerçekten acılı insanlarla doluyor. Polis çevirmesinde herkes çöküyor. Sufleyi bazen Orhan Gencebay veriyor, bazen Ferdi Tayfur…Olmadı bazen Müslüm Gürses, bazen de İbrahim Tatlıses. Millet polisi görünce çöküyor, polisi geçince hıçkırıyor. Sonra bir gün bir şey oluyor. Böyle kısa, tombul, şişman, sevimli bir adam kalemi eline alıyor ve televizyona çıkıyor. Allah’ın izniyle Türkiye’yi müreffeh memleketler seviyesine çıkaracağız, diyor. Milletin gözünün içine baka konuşuyor, millet adamın peşine takılıyor. Ülke yeniden elden geçiriliyor. Yetmiş sente muhtaç edilen bir büyük devlet yavaş yavaş uyanmaya başlıyor. Millet ayağa kalkıyor. İnşaatlar, yollar, telekomünikasyon hatları yapılıyor, uçaklar uçuyor, gemiler denizleri yarıyor. Adam kalemi elinden bırakmıyor, okuyacağız, üreteceğiz, daha çok çalışacağız, dünya ile yarışacağız, Allah’ın izniyle Türkiye’yi hak ettiği yere getireceğiz, diyor. Diyor ama bir taraftan da silahlar ateşleniyor, bombalar patlıyor. Adamın kucağına kılıçtan keskin, zehirden acı bir terör örgütü bırakılıyor. Kürtlerin yaşadığı şehirler, köyler, mezralar boşaltılıyor. İnsanlar bir kez daha acıyla birbirine sarılıyor. Gece yarısı başkaları, gündüz başkaları, bambaşka hesaplar soruyor. İnsanlar elekten geçiriliyor. Bir halk kamyon kasalarına yükleniyor, bir ülkenin doğusu kamyonlarla taşınıyor. Terörden, baskıdan, zulümden kaçan ve kamyonlara yüklenen insanlar gelip boğaza dayanıyor. Cumhuriyetin 50. Yılında senfoni orkestrası ile açılan köprünün bu büyük göçü kaldıracak takati yok, bunu herkes görüyor. Adam kolları sıvıyor ve bir köprü daha yapmaya karar veriyor. O da üç yıl sürüyor. Madem bu şehri Fatih aldı, o zaman onun adını verelim ve onun büyük zaferinin yıldönümünde açalım, diyor. Öyle geniş bir program tasarlanmıyor. Sade, gösterişsiz bir tören oluyor. Sonra biniyor arabasına, alıyor yanına eşini, basıyor gaza. Semra Hanım hadi bir kaset koy da neşemizi bulalım, bugün özel bir gün, biraz eğlenelim, diyor. Semra Hanım, İbrahim Tatlıses’ten türküler koyuyor. Köprü değişiyor, müzik değişiyor.

Dünya dönüyor, köprünün altından çok sular akıyor. Sular kuzeye kuzeye akıyor. Türkiye, yine yeniden karanlık günlere dalıyor. Suikastlar, cinayetler, terör, dış müdahaleler, siyasi darbeler, muhtıralar peşi sıra geliyor. Türkiye boğuluyor, Türkiye nefes alamıyor. Bunlar olurken bir büyük deprem de her şeyin üstüne tuz biber ekiyor. Halk, o yorgun halk yeniden toparlanıyor, yaralar sarılıyor, insanlar el ele tutuşuyor. Milletin karşısına yeni bir adam çıkıyor. Kaldığımız yerden devam edeceğiz, kimseye pabuç bırakacak halimiz yok, bu ülke bizim, ne yaparlarsa yapsınlar burada kalmaya, burada kökleşmeye, buradan yükselmeye devam edeceğiz, diyor. Millet bu sefer bu adamın peşine takılıyor. Yeniden hamleler başlıyor. Türkiye bir kere daha kapılarını dünyaya açıyor. Yollar, havalimanları, tüneller, okullar, hastaneler, spor tesisleri, denizaltı geçiş yolları yapılıyor. Dünya ile rekabet eden filolar kuruluyor. Yollar dar geliyor, hayat genişliyor, insanlar istiyor, daha çok istiyor. Bu kez kuzeye yaslanan yeni yollar, yeni güzergahlar gelip boğaza dayanıyor. Bu adam da karar veriyor, bize bir köprü daha lazım, ama bu köprü daha büyük olsun, içinden trenler de geçsin, hızlıca geçsin, insanımız beklemesin, bu dünyanın huzurunu bizim insanımız da yaşasın, diyor. Kollar sıvanıyor, yeni bir köprü için yeni bir müzik seçiliyor. Gece gündüz, dur durak bilmeden devam ediliyor, kısa sürede köprü bitiriliyor. Buna da Yavuz diyelim, adı Yavuz Sultan Selim olsun, deniyor. Boğazın Karadeniz’e bakan iki yakasında mehteran yerini alıyor. Bu kez Mehter Marşı yükseliyor boğazdan. Hep kahraman Türk milleti, vermiş idi dünyaya şan, diyor mehter. Üçüncü köprü de böyle açılıyor.

İşte böyle sevgili okur…Bu da bizim hikayemiz. Senfoni orkestrası ile başladığımız köprü açılışlarına mehteranla devam ediyoruz. Dediğim gibi yorulsak da, yıpransak da, terlesek de bir büyük ülke olarak devam ediyoruz yola. Bu da bizim hikayemiz.

Fakat şu son günlerde köprülere bakarken artık oyunun değiştiğini, bu kez köprü yapmaktan, üstüne köprü yapılacak boğaz yapmaya, kanal yapmaya geçildiğini görüyorum. Kanal tartışmaları bir yana dursun, önce bir beste lazım, diyorum ben.

Yeni bir beste…Açılışta lazım oluyor çünkü…

Yorumlar2

  • Ali Velioğlu 4 yıl önce Şikayet Et
    İnşallah birlik beraberliğimizi sağlarız ve bizi biz yapan türkülerimizle açarız.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Musa Kırca 4 yıl önce Şikayet Et
    Faruk bey şimdi sıra Gelibolu Köprüsünde Osmanlının kuruluşuna doğru ilerliyoruz, hadi hayırlısı.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat