Demokrasi pahalıdır…
- GİRİŞ19.11.2021 09:28
- GÜNCELLEME22.11.2021 08:22
Güneydoğu Anadolu’dan Basra’ya, Babilonya’dan Anadolu dağlarına uzanan geniş coğrafya, insanoğlunun yeryüzündeki macerasının anavatanı olarak kabul edilmiş.
Vaktiyle bu topraklarda hayat sürenler dünyanın farklı bölgelerine dağılmışlar ve farklı medeniyetler kurmuşlar . Savaştan barışa, acıdan neşeye göç edip durmuşlar.
İnsan bu gizemli yolculukta hep aynı insanmış, hiç değişmemiş. İhtiraslı bir kabile reisiyken beyliğe, beylikten devlet başkanlığına, oradan krallığa, krallıktan imparatorluğa…
Sonu gelmeyen, içi dolmayan bir arzuyla dağları dağlara, çağları çağlara ekleyip yoluna devam etmiş.
Tabi bu gizemli yolculuk daima tarihi şahsiyetleri tartışma konusu yapmış. Herkes kendine bir kahraman, bir de düşman seçmiş. Durumu anlamaya çalışanlar tarafsız bölgeye çekilmiş ama nafile. Bir kere tarih hatların ve safların belli olduğu acımasız bir savaş meydanıymış.
Şimdi bu -miş’li geçmiş zamandan şimdiki zamanın hikayesine nasıl döneceğim bilemiyorum ama en azından deneyeceğim.
Bana kalırsa “doğru tarih bilgisi” kadar “tarihi şahsiyetleri” adaletle tartan bir kantar olamaz. Kim ne kadar işi ne kadar zamanda yapmış, hangi engelleri hangi yöntemlerle aşmış, insanlığa ne faydası olmuş, bunların hepsini “doğru tarih bilgisiyle” net bir şekilde görebiliriz.
Son zamanlarda “hukuk devleti” üzerine konuşma yapan birçok kişiyi dinliyorum. Yargının bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden, adaletin tecellisinden bahsediyorlar. Hukuk ve ekonomi arasındaki derin ilişkiye dikkat çekiyorlar. “Bunlar bir devletin devlet olma nişanıdır” diyorlar.
Haklılar…
Fakat atladıkları bir nokta var. Önce bir devletin bu ulvi hasletleri uygulama aşamasına gelene kadar hangi evrelerden geçtiği, kime ne yaptığı tartışılmalı. Yoksa bu sözler havada kalır, yerine oturmaz. Yani “eylemin ahlakı” diye tanımlayabileceğim bir kavram vicdanlarda sorgulanmalı, daha sonra bir netice ortaya çıkmalı.
Kral Hammurabi kanun adamıydı. Babil’de, hırsızlık, cinayet, görev ihmali üzerine bugün bile imrenilecek hukuki düzenlemeler yaptı. Gerçek bir kraldı ve çok acımasızdı. Hükümdarlığının ilk 28 yılında sadece ülkesinin içişleriyle uğraştı. Halkı ve devleti onardı.
Önce içeride adaleti tesis ederek işe başladı. Halkın devlete olan borçlarının tamamını sildi. Şahıslar arasındaki borçları da devlet olarak üstlendi, onları da ödedi. Hammurabi’den önce öyle vahşi bir düzen kurulmuştu ki, halk haftalık borçlanmalarda tahılda %20, gümüşte %33 faiz ödüyordu. Borç isteyen kişi eşini, çocuklarını, malını mülkünü teminat olarak gösteriyordu. Hammurabi, halkını önce tefecilerin elinden kurtardı ve bu rezilliği bitirdi.
Bilge kral insanların refah düzeyini artırdıktan sonra, o seviyeyi korumak için kanunlar yaptı. Parasız pulsuz insanlara kanun yapmadı. Önce onların sorunlarını giderdi, sonra durumu sabitlemek için hukuku bekçi tayin etti.
Sözü fazla uzatmayacağım, söylenmesi gerekeni söyleyip konuyu kapatacağım.
Sevgili arkadaşlar…
Demokrasi pahalı bir düzendir. Demokrasi parayla, varlıkla, imkanla ve tabi bilgi/kültür eğilimiyle sürdürülebilir. Demokratikleşme sonucu zenginleşen istisna toplumlar vardır elbet. Fakat daha önemlisi halkın refah düzeyini yükselten idarecilerin sonradan demokrasiyi yöntem olarak benimseyip halka kattığı zenginliktir.
Bizim kırılgan hikayemiz işte tam bu noktada düğümlenmiştir. Bir karar verememişizdir ve öyle görünüyor ki bu gidişle veremeyeceğiz de.
Şimdi biz...
Önce demokratik bir düzen kurup öyle mi zenginleşeceğiz, yoksa zenginleştikten sonra demokratik bir düzen mi kuracağız?
Yaş kemale erdi, ne yapacaksak yapalım artık…
Yorumlar1