Altı ay sonra…

  • GİRİŞ26.11.2021 09:03
  • GÜNCELLEME27.11.2021 09:43

Beşir Ayvazoğlu ile İzmir’de tanışmıştım.

İstiklal Marşı’nın kabulüyle ilgili bir programa gelmişti.

O zamanlar İzmir’de bir televizyon kanalında çalışıyordum.

Ayvazoğlu ile iki saat canlı yayın yapmıştık ve Mehmet Akif Ersoy’u konuşmuştuk.

Akif, İstiklal Marşı’nı yazmasaydı yine de bu kadar büyük bir şair olarak anılır mıydı, diye sormuştum.

Beşir Bey de;

Akif, büyük şairdir, sağlam mütefekkirdir, tutarlıdır, disiplinlidir. Fakat edebiyatta her yazarın, her şairin bir başlığı vardır. Onu, o başlıkla hatırlarız. Elbette ki diğer şiirleri de konuşulurdu, tartışılırdı ama esas İstiklal Marşı ile tarihin alnına yazıldı, demişti.

Ben o yayından sonra Beşir Ayvazoğlu’na güvendim, çok güvendim.

Yazacağı kitaplara bir okuru olarak, okumadan inandım.

Özellikle Beşir Bey gibi biyografi çalışmaları yapan aydınların, okuyucuya bu güven duygusunu verebilmesi çok önemlidir, o duyguyu o yayında yakaladım.

Peki yakaladın da ne oldu, nereye vardın, diye soracak olursanız kısaca anlatayım.

Beşir Ayvazoğlu’nun yazdığı ve benim de altı ay önce yarım bıraktığım “FİKRET” biyografisini bitirdim.

Not alarak okumanın faydası olsa gerek, sanki kitaba yeni başlamış gibi konu bütünlüğünden hiç kopmadan olayları birbirine bağladım, bana kalanları da el yazımla kayda geçirdim.

Beşir Bey, Fikret’i sanki laboratuvara sokmuş ve hayati bir hassasiyetle her bilgiyi, her olayı siyasi kargaşadan, önyargıdan temizlemiş, berrak bir hikaye olarak önümüze getirmiş.

Beşir Ayvazoğlu şunları yapmış…

Sultan Abdülhamit’e suikast girişiminde bulunanları öven Fikret’in, Sultan Abdülhamit’i yere göğe sığdıramayan dizelerinden bahsetmiş.

Fikret’in hocası Recaizade Mahmut Ekrem’in herkesi büyüleyen görgüsü ve bilgisi karşısında, Muallim Naci’nin bakımsızlığını, düzensizliğini ve Galatasaray’daki görev değişimi sonrası baş gösteren nahoşluğu esas sebepleriyle izah etmiş.

Şair Nigar Hanım’ın Fikret’e karşı işveli hallerini, buna karşılık Fikret’in Şair Nigar Hanım’ın evinin önünden geçerken şemsiyesiyle yüzünü kapatmasını, bir edepli adamın tavrı olarak sunmuş.

Halit Ziya’nın, Fikret’le tanıştıktan sonra bu kadar az okuyup da bu kadar iyi şiir yazan birine hayret edişini, yani aslında Fikret’in bir aydın olmaktan çok duygu adamı olduğunu düşünmesini açıkça anlatmış.

Ali Galip Bey’in konağında, Sultan Abdülhamit’e karşı İngilizlere yazılan mektubun, yani devleti İngilizlere şikayet edenlerin yazdığı mektubun sonunda Fikret’e teslim edildiğinden söz etmiş.

Fikret’in, Rumelihisarı’ndaki evinde Yeni Zelanda’ya gitme fantezileri kurulurken, toplantıda birinin rakı istemesi üzerine Fikret’in küplere bindiğini ve o işin orada bittiğini nakletmiş.

Dönemin garipliklerinden olsa gerek, Tevfik Fikret’in bir akşam eşiyle birlikte katıldığı çay partisinin ardından hemen o sabah karakola götürülüşünü ve eşiyle birlikte bir cemiyete gitmesinden dolayı hesaba çekilişini bütün ayrıntılarıyla dikkatimize sunmuş.

Oğlu Haluk’un nihayetinde bir Protestan rahibi olmaya karar verişini anlatmış ve kilisede vaaz ederken çekilmiş fotoğrafını göstermiş.

Ve bir yerde…

Ki benim gıptayla manzarayı hayal ettiğim yerdir burası…

Fikret’in, Yahya Kemal ile oturup laflarken önlerinden Süleyman Nazif’in geçişini, aslında edebiyatımızın bir anda, bir sokakta, muhteşem bir fotoğrafa dönüşmesini anlatmış.

Başka, daha başka neler olmuş, sen de bize anlatsana, diyorsunuz değil mi.

Olmaz, anlatmam, benim anlatacaklarım bu kadar, okuduklarımı anlatma hakkım bu kadar.

Teşekkürler Beşir Bey, çok teşekkürler…

Emeğinize, bilginize, yüreğinize sağlık…

Yorumlar1

  • Ünal Yılmaz 4 yıl önce Şikayet Et
    Harika bir perspektif. Özlediğimiz edebiyat sohbetleri gelse artık diyorum
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat