Akıl tuhaf şey…
- GİRİŞ10.12.2021 10:31
- GÜNCELLEME13.12.2021 09:09
Modern insan tartışmadığı fikri kabul etmiyor. Bu fikre katılıp katılmamasının pek bir önemi yok. Önemli olan tartışması, aklını zorlaması. Öyle ki, modern insan böyle bir tatmin için kendi kendine sürdürdüğü tartışmanın içinde kaybolmayı bile göze alıyor.
Akıl, sanki eksik parçacığı tamamlamaya çalışan, bunu yaparken de aşınan ama aynı zamanda kendini şarj eden ilkel bir alet gibi çalışıyor. İlkel diyorum; çünkü soru sorarken kudretli bir efendiye, sorduğu soruya cevap ararken mazlum bir köleye dönüşüyor.
Evrimciler canlının varoluşunu, gelişimini ve nihayetinde fiziksel dönüşümünü sonlandırdığını söylüyorlar. Bu iddialar aklı da kapsıyor mu, doğrusu bilmiyorum.
Yani evrimciler, akıl da tamamlandı, tamamlanmış aklın ortaya koyacağı ihtimaller dışında başka bir seçenek yok, mu diyorlar?
Yoksa, beyin evrimini tamamlamadı, bu süreç devam ediyor, nihayetinde bildiğimiz aklın ötesinde yeni akıl türleri de ortaya çıkacak, mı diyorlar?
Yoksa, beyin zaten mağaradan çıkarken tamamlanmış bir labirentti. Akıl, yani düşüncenin bataryası, bu labirenti çözmekle uğraşıyor, bu uğraş labirent çözülene kadar devam edecek, mi diyorlar?
Spinoza, ruhun ve bedenin aynı töz olduğunu iddia etmişti. Bana kalırsa bu görüşünü tam olarak ispatlayamadı. Onun derdi, dine, otoriteye, oligarşiye karşı bedeni ve ruhu eşitleyerek, ruhun ihtiyaç duyacağı ve belki bu ihtiyaçtan dolayı kabul edeceği Tanrı inancıyla doldurmak istediği alanı yok etmekti. Bunu radikal aydınlanma evresiyle kısmen başardı. Fakat insanın kendini tanıması ve kendi içini yarıp iyiliklerini, kötülüklerini daha önemlisi erdemini ortaya çıkarması ve kralları devirmesi için terlettiği aklını Tanrı ile savaştırmasına gerek yoktu. Sonraki dönemde olgunlaşan modern Hıristiyan demokratların, Spinoza’ya acımaları da onur kırıcıydı.
Kant, aklın ilerlemeye devam ettiğini, bunun sonucu olarak da Avrupa’da cumhuriyetçiliğin kök salmaya başladığını, meclislerin daha çok halkın temsil yeri olduğunu yazdı. Kant, o yazının sonuna şöyle bir cümle ekledi: İnsanın ilerlemesinin son hedefi rasyonelliği tamamlayıp ahlaki kapasitenin çiçeklenmesidir. Yani dedi ki; akıl ancak ve ancak yeryüzü bir cennete dönüştüğünde duracak.
Voltaire, öyle zannediyorum ki kapitalistti ve bu görüşlere, yani aklın radikal değişimine ve eşitlikçi görüşlere sonuna kadar karşıydı. Çünkü Voltaire’e göre insanlığın onda dokuzunda aydınlanmayı becerebilecek akıl bile yoktu. Küçük ve şanslı bir azınlık, daha doğrusu akıl sahibi olma ayrıcalığına sahip bir zümre, aklını kullanmayı sürdürecek, kalabalıklarla hiçbir zaman eşitlenmeyecekti.
Burada tuhaf bir çelişki var, ya da bana öyle geliyor.
Spinoza’nın ve Kant’ın akıl yoluyla insanı eşitlemeye çalıştığı bir dünyada, Voltaire’in, yine akıl yoluyla, bunun mümkün olmadığını söylemesi, Tanrı inancının, sağ ve sol ideoloji örgüsünde yer değiştirmesini zorunlu kılmıyor mu?
“Onlar topraktan yaratıldı, ben ateşten” diyen şeytan, kendi hammaddesinden bahseden tarihin ilk kapitalisti olmuyor mu?
Ne bileyim, akıl işte, akıl gerçekten tuhaf şey…
O zaman şöyle bitireyim…
Müslüman uzun uzun sustuktan ve uzun uzun düşündükten sonra şehadet getirerek normal hayata karışan insandır.
Düşündük, ettik, şimdi şehadetimizi getirip hayatımıza dönelim arkadaşlar…
Yorumlar2