Türk siyasetinin öğrenemediği ders
- GİRİŞ12.08.2011 10:11
- GÜNCELLEME12.08.2011 10:11
İbrahim Ethem saltanatı bırakıp Belh’in sokaklarında derviş gibi dolaşmaya başladığında en büyük tepkiyi yine etrafı vermişti. “Efendim siz olmazsanız nasıl yönetilir bu ülke, bu şehir?” diye. Oysa İbrahim Ethem’i bir derviş bilgeliğine taşıyan süreç işte tamda bu sözlerin esaretinden kurtulduğunda başlamıştı.
Bırakmak, bırakabilmek, terk etmek güzeldir aslında. Farkında değiliz belki ama sarılıyoruz, görmüyoruz tutunduğumuzda bir şeylere. Hayatı, etrafı, gerçeği, dostları, arkadaşları…
İçindeyken fark etmiyoruz, dışarıda olup biteni. İçerdeyken görmüyoruz, gördüğümüz sadece bize gösterilenden ibaret. İçerdeyken hissetmiyoruz ömrün aslında geçtiğini. Hayat bir değişim istiyor. Durgunluğu kabullenmiyor oysa. Dünya bu yüzden dönüyor, zaman bir daha geri gelmemek üzere akıp gidiyor, belkide en hızlı terk edip gidendir bu yüzden zaman. Bir salise dahi durmuyor geldiği yerde…
“Teoman müziği bıraktı” diye haberler düştüğünde gündemimize geldi “bırakmak” gerçeği… Oysa nasıl bırakırdı Teoman, daha melodiler onun sesinden bizlere neler fısıldayacaktı… Nasıl bırakırdı bu şöhreti, hem de herkesin şöhret olmak için köşe bucak tanıdık aradığı bir dönemde… Ama bıraktı Teoman. “beni rahat bırakın” diye “dön çağrılarına”da cevap vererek… Çünkü tutunmanın ne yıpratıcı bir şey olduğunu gördü, yaşadı. Tutunduğunda kaybolacağını, kendisi olmayacağını fark etti…
Bırakmak uzak geliyor insana… Tutunmak, tutkuyla kalmak, hayatın gerçeği sanılıyor. Evet bırakmak, terk etmek, ayrılmak zor iş. Ama kaçınılmaz vakitler yaşatıyorsa zaman, bırakmak; bırakılmadan bırakmak en güzel eylemdir. Hatta çoğu zaman “kaçınılmaz vakitlere erişmeden” bırakmaktır asıl eylem…
Bırakabilmek bir adımdır aslında olgunluğa. Bilgelikler bırakılanlar üzerinden yükselmiştir. Şöyle bir dönüp baksa insan; çocukluğunu, gençliğini, orta yaş günlerini bir düşünse ne olur? Bir düşünmeye başlasa “bırakabilmek” olgunluğuna en büyük adımı atmış olur. Çünkü geriye dönüp baktığında anlıyor insan “tutunduklarının” onu nasıl bir esaret altında yaşattığına. Aynaya baktığında fark ediyor geşmişin bir su gibi akıp gittiğini…
Aynaya bakma cesaretindeysek nimet sandıklarımızın külfet olduğuna erişiyoruz. Külfet, aslında sıradanlıklar. Sıradanlık haline getirdiklerimiz. Tükettiğimiz heyecan, aşk, sevgi başka nedir ki insana… Külfetten başka.
Evet, bırakmak, bırakabilme cesaretini göstermektir bilgeliğin yolu. Bilge hayatlar eğitimin ardından gösterdiği ilk adım “bırakmaktır”. Bu yüzdendir “sen tamam oldun” sözü söylendiğinde o diyarı “terk” etmek.
Türk siyasetinin öğrenemediği tek şeydir henüz; bırakılmadan bırakmak. Onu öğrendiğinde olgunlaşmış olacak demokrasimiz. “Bıraktım” sözü meclis çatısı altında söylenebildiğinde asıl demokratikleşmiş olacağız. Asıl o zaman rahatlayacak siyasetimiz, asıl kavgalar o gün son bulacak.
Asıl “kaybedilmiş hayatlar” o gün kazanılmış olacaktır. “Bırakabilmek” Türk siyasetinin en büyük öğretmeni olacak. Bir kenarda durabilmek, hayatı kaçırmadan yaşayabilmek çok şey gösterecek bize…
Sonra bir dost sesi gibi annelerimizin çağrısı gelecek, içten ve samimice; tıpkı Teoman’ın annesinin dediği gibi, aynı sözleri söyleyecek eminim: “Çok sevindim. Çünkü bu camia oğlumu çok yıprattı, hırpaladı ama şimdi rahatım. Oğlum bundan sonraki hayatında huzura, rahata kavuşacak. Bu haberi aldığım günü bayram ilan ettim. Teoman’la telefonda konuştum, o da çok mutluydu. 'Aferin oğlum, seninle gurur duyuyorum' dedim.”
Evet, bırakılmadan bıraktığı için asıl şimdi kutluyorum Teomanı…
Asıl Teoman şarkıları şimdi anlamlı, şimdi Teoman, “bir yaz günü” bıraktığı şarkılarıyla büyüyecek…
|
Aslında neydi, haberde ne oldu! “Hakan Uzan bize köpek eti yedirdi” diye düştü haber. Erol Köse söylüyordu bu sözleri. İlk baktığınızda haberin, Uzanların ne kadar kötü insanlar olduğuna dair bir “detay haber” olduğunu sanıyorsunuz. Yani bu insanlar o kadar kötüler ki, insanlara köpek eti yedirtmişler. Oysa Erol Köse’nin bu olayı anlattığı röportajın tamamını okuduğunuzda anlıyorsunuz ki aslında zorla köpek eti yedirme gibi bir konu yok… Olay çok daha klasik! Hakan Uzan eski ortağı Erol Köse’yi ve birkaç sanatçıyı Kore’de bir spor müsabakasının ardından yemeğe götürüyor. Yemekler afiyetle yendikten sonra bu görkemli restauranttan ayrılıp giderken Hakan Uzan soruyor; “nasıldı yemekler?” herkes bir ağızdan söylüyor; enfesti. Peki diyor Uzan, “et nasıldı?” bizimkiler yine “güzel” diyor. Uzan devam ediyor; peki biliyor musunuz o etin köpek eti olduğunu… İşte o zaman kopuyor fırtına. Sanatçılarımız diyor ki, “Bizde restaurantın önündeki büyük köpek heykelinin ne anlama geldiğini merak ediyorduk”… *** İşte gördüğünüz gibi haber ne anlatıyor, içeriği ne anlatıyor… Haberi, “Uzan Köpek eti ısmarladı” diye vermek pek ilgi çekmeyecek galiba ki “yedirdi” diye veriliyor. Oysa herkes enfes buluyor ve kendi iradesiyle gidip yiyor. Bizim mesleğin cilvesidir bu. Bu yüzden başlığa çekilen ile haberin içeriği arasında uçurumlar olabiliyor. “Türk tipi gazetecilik” böyle bir şey! Bazen başından, bazen ortasından alıntılarla haberler patlatıp olmadık algılar yaratırız. |
Fatih Bayhan – Haber7
bayhan.f@gmail.com
Yorumlar3