Önce Ahlak, sonra Necip Fazıl!

  • GİRİŞ01.06.2012 09:53
  • GÜNCELLEME01.06.2012 09:53

Elbette bu kabul görüş, uğruna büyük mücadeleler verilen, bir kısmı gurbetin acısıyla yoğrulmuş, bir kısmı zindanın karanlık dünyasından yayılmış ışık huzmelerinin toplumun kahır ekseriyetince benimsendiğinin, artık ortak bir değer olarak benimsendiğinin de kanıtıdır.

Üstad Necip Fazıl bugünleri görseydi, herhalde “Ayağa kalk Sakarya” çağrısının nasıl büyük bir tesir ettiğine şahit olurdu. Ya Üstad Akif, “Namusunu çiğnetmedi, çiğnetmeyecek” diye bir özlemi, bekleyişi ortaya koyduğu Asım’ın, bugün ilkokul talebelerinin dilinden göğe yükseldiğini görseydi acep ne düşünürdü?

Her halükarda bugünkü ahvalin memnuniyet verici olduğunu söylemek itiraf sayılmaz.

Kitapları, şiirleri, sözleri yasaklanan, mahkeme mahkeme duruşmalar kovalayan bir dava adamı, dün “şair bile sayılmazken” bugün artık sadece “mahallemizin” basın yayın, matbuatının değil, merkez medyanın dahi “üstad” diye andığı Necip Fazıl’ı anlamaya başladığımız şeklinde yorumlarım.

Merkez Medya dahi üstadın haberini yayınlarken;

Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes,

ey kahpe rüzgar, artık ne yandan esersen es” dizesini başlıktan vermeye çekinmiyorsa, mesele artık başka mahallerde demektir.  Bu yıl geçtiğimiz yıllardan daha bir ziyade Necip Fazıl’ı anlam programları yapılmış, Üstad’ın adı cadde sokaklara, kültür merkezlerine, kütüphanelere verilmiştir.

Merkez medya’nın geldiği nokta, elbette üstadın şairler sultanlığına da, üstatlığına da zerre kadar fayda vermez, sadece kendi durumlarının geldiği noktayı özetler. Ancak ülkemizde öyle bir güruh bulunuyor ki, bunlar dünde bugünde Üstatla aynı çizgide bulunduğu halde, onun üstlendiği misyonu anlama idrakinden yoksun, hareket ve aksiyon adamı olmaktan uzak, oturdukları yerden ahkam kesmeyi “ağabey”lik sanan, birkaç satır yazmayı “allame”lik kabul eden, birkaç “sözcük” ve “kavram” oyunuyla seçkinci ve elit görünmeye çalışarak; asıllarını gizleyen, ahlak ve maneviyat abidesi görünüp; asıl ahlak ve maneviyatın ruhundan uzak “kalem erbabı… Dün Üstad’ın “ağzının bozukluğunu” öne çıkartıp, “böyle dava adamlığı olmaz” diyerek ahkam kesenler, bugün “Resmi ideoloji dışında düşünme ve bunu alenen ifade etmenin imkânsız kılındığı tek parti döneminde aleni bir fikri muhalefet ortaya koymak için yola çıkan Necip Fazıl 1943’te Büyük Doğu dergisini çıkararak güçlü bir çıkış yapmıştır” diyerek ülkenin siyasi atmosferinin tesirine kendilerini fena halde kaptırmış durumdadırlar.

Bu da yetmezmiş gibi, Üstad Necip Fazıl’ı “mahkeme” kurup, yargılayan bu “ağır zevatlar”, cumhuriyetin mahkemesinde yüzlerce hakim karşısına çıkartılıp yargılanmış bir dava ve aksiyon insanına “yol ve üslup” dersi verir gibi bir ukalalığın içine düşmüşlerdi.

Seçkinci sol aydınlar, islam’i hareketin dairesine girdikten sonra Necip Fazıl üstadın “şair” kimliğine halel geldiğini söyleyip, ona verdikleri tüm payeleri geri almak istemişlerdi…

“Necip Fazıl eskiden şair, yazardı… Şimdi kalemi eridi” diyorlardı…

İslamcı kesimin içinde görünen bugünkü istismarcı simsarlarda o gün Üstad’ın “İslam davasına hizmet vermekten uzak” olduğunu beyan edip, yargılıyorlardı…

Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranma gibi bir durum oluşturdular…

O gün kurdukları mahkemede yargıladıkları Üstadı, bugün ancak anlayabilen zevatı muhterem; İslam davasına bir katkıda bulunmadığını, ahlaki zafiyetler içinde olduğunu, dahası etrafını ve ilişkilerini istismar ettiğini ifade ettikleri Necip Fazıl üstat için, bugün aynı zevat şu sözleri sarf etmekten utanmıyor; “Necip Fazıl Büyük Doğu dergisi ve kitapları kadar bütün Türkiye’yi dolaşarak verdiği konferanslarıyla da güçlü bir tesir meydana getirmiştir… Necip Fazıl konferanslarında esas olarak dindar “mukaddesatçı” bir gençliğin fikri hamulesini oluşturmaya, istikametini tayine çalışmıştır. Bir taraftan İslâmî şuur, yüksek bir peygamber sevgisi telkin ederken, öte yandan, milli tarihin mefahir tarafını ön plana çıkararak ve süren kötülükleri vurgulayarak güçlü bir milli şuur uyandırmıştır…”

Okudukça hayretler içerisine düştüğümüz bu fikir ve ahlak mahrumu zevat, içine düştüğü tezatın yüreğinde oluşturduğu kafesten kurtulmuş mudur bilinmez ama, zaman ilerledikçe kitleler üstadın mesajını daha iyi anlamaya, fehmetmeye başlarken, bu zaman ve fikir budalaları sırf camianın tepkisinden çekinip, keyfiyeti bozmamak ve zevahiri kurtarmak için üstad’ın eteğine yapışmış durumdadırlar.

Dün üstadı mahkeme kurup yargılayanlar bugün onun kitleselleşen misyonuna sarılıp yaptıkları ayıptan bir özür dahi dilemeksizin, meydanda adam gibi fütursuzca geziniyorlar. Bu yetmezmiş gibi şehir şehir gezinip üstad’ın anıldığı programlarda “akıl dane” gibi düzülerek hitabette bulunuyor, beylik sözler irad ediyorlar…

İşte bu yüzden önce ahlak, sonra Necip Fazıl diyoruz ya!

Memlekette kitlesi bulunan her fikrin satıcıları da, pazarlayıcıları da ortaya çıkıyor.  Şimdi de Necip Fazıl simsarlarıyla bu millet karşı karşıyadır. Ne günlere kaldık…

Üstad eğer bunların şimdiki hallerini görseydi, helallik vermek için dergahın helasında görev verir, nefis terbiyesine sokardı…

Fatih Bayhan - haber7

bayhan.f@gmail.com

www.fatihbayhan.com.tr

Yorumlar1

  • hakan tamokur 11 yıl önce Şikayet Et
    ne gerek var. böyle bir üsluba ne gerek var? sayın yazar hangi hakla bu kadar ağır ifadelerle mehmet doğan gibi memleketin kültürüne hizmet etmiş insanları yargılayabiliyor? necip fazıl'la yanyana getirdiğiniz merhum mehmet akif ve nurettin topçu gibi isimleri, üstad kıyasıya eleştirirdi, elbette n. fazıl'ı da yer yer eleştirecek, ama hakkını da verecek isimler olacaktır. bir insanı alıp onu adeta hakikatin kıstası haline getirme çabası neden?
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat