2B Yasası III. Selim'e Uzandı!

  • GİRİŞ22.06.2012 09:47
  • GÜNCELLEME22.06.2012 09:47

Çünkü satışını zaruri kılan haller doğal gelişmemiş, kullanıcısı önce işgaliye adıyla bir bedel ödemiş, daha sonra zaman ilerledikçe bu işgaliye “ecri misil” adıyla ödenmeye başlamış, bir süre sonrada kullanıcı işgal ettiği bu arazi üzerinde hak iddia ederek satışının kendisi dışında yapılmaması için bir takım girişimlerde bulunarak, eskilerin “ruçan hakkı” diye tanımladığı, içindeki kullanıcısının satın almada öncelik verildiği bir hakkı elde etmiştir.

26 Nisan 2012’de Resmi gazete’de yayınlanan 6292 numaralı kanun, ülkemizde artık çözülmesi zaruri hale gelen karmaşık bir durumu vuzuha kavuşturan bir adım oldu. Kamuoyu kanunu “2B” yasası olarak tanımladı ama yasanın resmi adı; “Orman köylülerinin kalkınmalarının desteklenmesi ve Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin değerlendirilmesi ile hazineye ait tarım arazilerinin satışı” olarak tanımlanıyordu. Yasa amacı da açıktı aslında, “orman köylüsünün kalkındırılması”…

Devlet, aslında işgal edilen arazilerinin fiili durumu üzerinden hareket ederek bu kanunu çıkarttı. Zira ortada ne orman vasfı kalmıştı, ne de hazine arazisi. Bu fiili durumu yasal hale getirerek hem vatandaşını işgalci durumdan kurtarmak istedi, hemde hazineye gelir elde etmeyi amaçladı. İşgalleri bir süre sonra yasal hale getiren bu fiili durum haksızlıklara yol açar mı onu devlet yetkilileri hesap etmiştir. Ancak bu çıkan kanunda öyle bir detay vardı ki, yasayı bekleyenlerde, kamuoyu da bu detayı belliki okumadı.

Önce şunu ifade etmeliyim. Türkiye Cumhuriyeti devleti, 2B adıyla anılan bu yasayı hazırlarken “devlet” olmasının getirdiği o kanun geçmişini öyle hissettiriyor ki, bir defa sırf bunun için kanun koyucuyu takdir etmek gerekiyor. Kanun çıkartmak, sadece bir metin kaleme almak değil, o metinle bir toplumu, geçmişi, önceki kanunları, yasaları, tebliğleri belki de cem ederek yeni bir durum ortaya çıkartmaktır.

2B kanunu bu itibarla sadece son kırk yıla matuf işgallerle oluşmuş, krize girmiş sorunu değil, 200 yıllık bir meseleyi de kanunda yaptığı atıfla hal yoluna sokmaya çalışmış. Öyle bir atıf ki Padişah III. Selim’in validesine kadar uzanıyor.

Kanunun 12. Maddesi “Hazineye ait tarım arazilerinin satışına ilişkin işlemler” başlığını taşıyor. Bu başlığın (10) bendinde şu atfı beraber okuyalım;

  (10) Denizli ili, Beyağaç ve Kale ilçeleri sınırları içerisinde bulunan ve 3 Mart 1340 (1924) tarihli ve 431 sayılı Hilâfetin İlgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun hükümleri gereğince millete (Hazineye) intikal eden taşınmazlardan olmamasına ve 16/2/1995 tarihli ve 4071 sayılı 3 Mart 1340 (1924) tarihli ve 431 sayılı Kanunla Hazineye Kalan Taşınmaz Mallardan Bazılarının Zilyedlerine Devri Hakkında Kanun kapsamına girmemesine rağmen, yapılan kadastro çalışmalarında 431 sayılı Kanuna göre Hazineye intikal eden taşınmazlardan olduğu zannedilerek sehven 4071 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin (b) bendi gereğince, 3402 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinde belirtilen zilyetlik şartlarını taşıdıkları gerekçesiyle zilyet olarak isimleri kadastro tutanağında belirtilerek Hazine adına tespit ve tescil edilen ve tapu kütüklerine zilyetlik veya 4071 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin (b) bendi kapsamında olduğu yönünde şerhler veya belirtmeler konulan taşınmazların tapu kütüklerindeki şerhler veya belirtmeler tapu idaresince resen terkin edilir. Bu taşınmazların tapu kütüklerinde yer alan şerhlerin veya belirtmelerin terkini amacıyla Hazinece açılan davalardan vazgeçilir, dava açılması gerekenler hakkında dava açılmaz…”

Konuya ilgi duyanlar kanunun tam metnini resmi gazetenin ilgili kaydından okuyabilir. Oldukça dikkat çeken bu ayrıntı da 2012’de çıkan bir kanunda  3 Mart 1340 (1924) tarihli ve 431 sayılı Hilâfetin İlgasına ve Hanedanı Osmaninin Türkiye Cumhuriyeti Memaliki Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun hükümlerine atıf yapılıyor.

Konu oldukça ilginç, anlıyorsunuz ki bu kanun 100 yıla dayanan bir toprak işgalini de çözmeyi amaçlamış.

Belki garip gelecek ama, kanunda “Denizli ili, Beyağaç ve Kale ilçeleri sınırları içerisinde bulunan” ifadesi sorunun yaşandığı bölgeyi gösteriyor. Konu hakkında bir dizi araştırmaya girince karşıma III. Selim’in Validesi Mihrişah Sultan çıkıverdi. Zira bu kanunda kullanıcısına satışı yapılacak olan araziler söz konusu  bölgede bulunuyor ve bu araziler Mihrişah Sultan’a bir çeyiz hediyesi olarak dönemin Menteşe beyi tarafından hediye edilmiş.

Osmanlının mir’i toprakları arasındaki Menteşe Sancağı, 1740’lardan itibaren yörenin (Muğla ve yöresi) nüfuzlu ailelerine kiraya verilmeye başlanmıştı. Bu aileler mir’i toprakların kiralanacağı günlerde İstanbul’da Saray’a gider; açık arttırma ile kiraya çıkan toprakları, zaman zaman birbirlerini dışlayarak kiralardı.

Mihrişah Sultan, kendisine hediye edilen bu arazileri, bağ evi, çiftlik, hayvanlar vs. vakfederek söz konusu bölgeyle ilgili birde vakfiye yayınlar. Ancak bu bölgedeki arazileri işleyen köylüler, babadan oğla geçtikçe ne vakfiye şartları kalır, ne vakfiyenin şartlarına uygunluk ve Osmanlı Devleti 1913 yılında bu bölgedeki arazileri hazine’ye tapu kaydıyla kaydeder. Ancak vatandaşın işgali bitmez, köylü “bu araziler padişah arazisidir” diye ekmeye devam eder.

Tabi vakıf arazisi nasıl hazineye kaydedilir bunu da araştırmak icab eder. Zira vakıf, devredilemez, satışı yapılamaz hükmüne tabidir. Ancak 1913 yılında hazineye ait olduğu tapusuyla beraber kaydedilince bu araziler artık hazinenin malı sayılmıştır. Ama bakın vakıf nasıl bir hal açıyor yetkililerin başına. Bölgede 2007-2008 de kadastro geçerken; köylü, ne tapudaki, ne de yasadaki durumundan haberdardır, “Burası vakıf, burası Padişah arazisi” diye kadastro yetkililerine bilgi verir, kadastro yetkililerde bu bilgiler üzerine araziye şerh ve terkin düşerler.

İşte yıllara matuf sorun bundan sonra resmi bir hal alır, hazine arazinin kendisine ait olduğunu, vatandaşsa yıllardır burayı ekip biçtiğini, vakıf arazisi olduğunu söyler, mahkemeler açılır, yüzlerce dava…

Mihrişah Sultan’ın çeyiz hediyesi olarak sahibi olduğu arazilerle ilgili sorun 2012 yılında çıkartılan 2B yasasıyla çözülür, ancak arazi resmi olarak hazineye ait sayılmış, bu şekilde de yıllardır ekip biçen işgalcisine oldukça uygun bir bedelle satışının yapılması yasal hale getiriliyor. Böylece açılan davalar bile düşecek.

Oldukça hayırsever birisi olarak tarihin not düştüğü Mihrişah Sultan’ın adını vefatının üzerinden (ölümü 1805) 207 yıl geçtikten sonra vakfettiği bir hayırla anmak vakfa ait bir güzellik olsa gerektir.

Fatih Bayhan - Haber7

bayhan.f@gmail.com

www.fatihbayhan.com.tr

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat